Modern hayatta tükenen insanın romanı: Güngörmüşler Çıkmazı
Öyküleriyle tanınan ve 2019’da Türkiye Yazarlar Birliği'nden ödül kazanan usta kalem Serkan Üstüner'in üçüncü romanı Güngörmüşler Çıkmazı raflardaki yerini aldı. Roman, daha önceki eserleri gibi yoksulluğun gölgesindeki insanların gündelik hayatlarını belgesel gerçekliği ve güçlü anlatımla işleyerek, okuru derinden sarsan bir içtenlikle insan onurunun sınırlarını sorgulatıyor. Üstüner ile hem yeni kitabını hem de edebi yolculuğunu konuştuk.
SEBAHATTİN AYAN
Yeni Akit Gazetesinin 15 Ekim 2025 tarihindeki nüsnasında yayınlanmıştır.
Öykü kitaplarıyla iyi bir çıkış yapan ve 2019 yılında yayınladığı Fazilet’in Tımarhanesinde Sekizinci Senfoni öyküsüyle Türkiye Yazarlar Birliği’nden ödül kazanan Serkan Üstüner’in üçüncü romanı Güngörmüşler Çıkmazı raflardaki yerini aldı. Mahir’i Sakın Uyandırmayın ve Son Durağın Şarkısı adlı romanlarıyla toplumun vicdanına kulak veren Üstüner, yeni romanında da yoksulluğun gölgesinde yaşayan insanların gündelik hayatlarını adeta bir belgesel gerçekliğiyle işliyor. Eser, okuru derinden sarsan bir içtenlikle insan onurunun sınırlarını sorgulatıyor. Yoğun işçilik ve güçlü anlatımı, romanın ilk dikkat çeken özellikleri arasında yer alıyor. Toplumun derinliklerine inen güçlü anlatımıyla dikkat çeken Güngörmüşler Çıkmazı romanıyla edebiyatseverlerin karşısına çıkan Serkan Üstüner ile hem yeni kitabını hem de edebi yolculuğunu konuştuk.
“Hükmen Mağlup’lar”, “Mahir’i Sakın Uyandırmayın”, “Son Durağın Şarkısı” ve “Fazilet’in Tımarhanesinde Sekizinci Senfoni” gibi eserlerinizde genellikle toplumsal meseleleri merkeze alıyorsunuz. Bu eserlerde kimi zaman sosyo-politik duyarlılıklarınızı, kimi zaman da toplumun vicdanını kaleme aldığınızı görüyoruz. Toplumsal meseleler sizin için ne ifade ediyor? Bu konular sizin edebiyatınızda neden bu kadar önemli bir yer tutuyor?
Bu meseleler benim için hayatımın tam merkezinde yer alıyor. Yaşanan haksızlıklar, insanların geçmişte maruz kaldığı adaletsizlikler ve sınıfsal ayrımlar, benim yazarlık serüvenimin temel motivasyonlarından biri. Toplumun belirli bir kesimi her zaman kenarda bırakılmış, çoğu zaman görülmemiş ya da yanlış bir biçimde gösterilmiştir. Sinemada, tiyatroda ya da romanda bu insanların hikâyeleri genellikle karikatürize edilmiş, hatta olumsuz biçimlerde temsil edilmiştir. Ben ise romanlarımda tam tersine, bu görünmeyen ya da görmezden gelinen insanlara yer vermeyi, onların yaşadığı gerçeklikleri edebiyatın diliyle görünür kılmayı amaçlıyorum. Çünkü bu insanların hikâyeleri aslında toplumun aynasıdır. Ayrıca, ele aldığım dönemleri yalnızca tarihsel bir fon olarak kullanmıyorum; o dönemleri bir ruh, bir atmosfer olarak da yansıtmak istiyorum. Bu nedenle ister istemez, içinde yaşadığımız dönemi de bir tür hicivle, yer yer eleştirel bir bakışla ele alıyorum.
Eserlerinizde toplumsal ve tarihsel olaylara derin bir bakış görüyoruz. Bu tercihinizin arkasındaki edebi ya da düşünsel motivasyon nedir?
İster istemez, insan kendi yaşadığı dönemden etkileniyor. Aslında ben eserlerimi toplumsal gerçekçi bir bakışla inşa etmeye çalışıyorum. Bu anlayış bizim tarafta pek yaygın değil; genellikle daha çok sol çevrelere atfedilen bir yaklaşım gibi görülüyor. Ancak sonuçta hepimiz belli bir toplumun içinde yaşıyoruz ve o toplumun gerçeklerinden kopmamız mümkün değil. Benim için en önemli kriter, toplumsal gerçeklerden uzaklaşmadan yazmak. Bu yaklaşımı en çok Kemal Tahir’in eserlerinde görürüz. Onun da benzer bir tavrı vardı. Çünkü toplumdan koptuğunuz anda, o toplumun içinde yaşamış olsanız bile, anlatınız anlamını yitiriyor. Ben fildişi bir kuleden bakarak roman inşa edemem. O dönemi herkes elbette görmüştür ama ben romanlarımda bunu steril bir biçimde, yani arıtarak ve özünü koruyarak aktarmayı önemsiyorum. Bu, geçmişle bir hesaplaşma değil; daha çok geçmişte toplumun hangi zorluklardan geçerek bugüne geldiğini göstermek adına bir tür tarihe izdüşüm diyebilirim.
Babam kalemi yücelten bir anlayışla beni şekillendirdi
Uzun yıllardır köşe yazarlığı da yapıyorsunuz. Yazdığınız konuları ele aldığımızda, sizi yazmaya iten temel motivasyon nedir?
Beni yazmaya iten şey aslında çocukluğuma dayanıyor. Çok erken yaşta, ilkokula başlamadan önce kitaplarla haşır neşir biriydim; okuma yazmayı öğrenmiştim. Rahmetli babam öğretmendi ve onun üzerimde büyük etkisi oldu. Kelamı ve kalemi yücelten bir anlayışla beni şekillendirdi. Ancak bir süre sonra fark ettim ki, sadece okumak bir noktada yetmiyor; bu okuduklarınızı yazıya dönüştürmeniz gerekiyor. Çoğu yazar da buna inanır; çünkü bir noktada yazarlık, okumanın doğal bir evrimi hâline gelir. Ben hâlâ çok iyi bir okuyucuyum; belki yazarlıktan daha çok, iyi bir okuyucuyumdur. Sonrasında yazma dürtüsü, insanın içinden doğal olarak doğar. Bu süreç Kafka’da da Virginia Woolf’ta da böyledir. Önce kitaplarla, okumayla geçirilen yoğun zaman, sonra yazma isteğini tetikler. Benim çocukluğumda oyuncaklarım kitaplardı; kitaplardan bir tünel yapar, arabalarımı oradan geçirirdim. Böyle olunca ister istemez yazarlık hayali kurmaya başladım. Sonrasında ise yazarlık, biraz emekleme, biraz çalakalem ama nihayetinde disiplin gerektiren bir süreçtir. Orhan Pamuk’un dediği gibi, “Ben on-on iki saat okurum, yarım saat yazarım.” Bu da yazarlığın özünde disiplin ve sabır gerektirdiğini gösteriyor.
Görünmeyeni duyurmaya çalışmayı tercih ediyorum
Toplumun çelişkilerini, sosyo-politik suskunluklarını ve zaman zaman vicdanını kaleme almak sizin için zor bir süreç olmuyor mu?
Zor tabii. Aslında bu, karanlıkta çığlık atmaya benziyor; duyulmayacağını bilerek haykırmak… Ben ise tam da bu karanlıkta çığlık atmayı, görünmeyeni duyurmaya çalışmayı tercih ediyorum. Çünkü bazen sessizlik, en derin gerçekleri saklar; o gerçekleri açığa çıkarmak ise yazarın sorumluluğudur.
Biraz da yeni çıkan romanınız üzerine konuşmak istiyorum. Matbaadan yeni çıkan “Güngörmüşler Çıkmazı” romanınızda okuyucuya hangi duyguyu aktarmayı hedeflediniz? Bu eserde temel olarak neyi amaçladınız?
Elbette, her sanat eserinin ister edebiyat ister tiyatro ister sinema olsun, bir amacı vardır. Örneğin “Baba” filminde Mario Puzo’nun vermek istediği mesaj açıktır: şiddet kötüdür. Sonuçta her sanat eseri bir şeyi anlatmak zorundadır. “Güngörmüşler Çıkmazı”nda benim hedefim de farklı değildi. Bu romanda, Anadolu halkının karşılaştığı zorlukları, yaşadıkları badireleri ve hayatta kendine yer edinebilme kaygılarını aktarmayı amaçladım. Aynı zamanda, insanın kendinden olanı nasıl yanıltabileceğini, bazen kendi iç çelişkileriyle nasıl yüzleştiğini göstermek istedim. Roman hem bireysel hem de toplumsal bir bakışla, insanın ve toplumun yaşam mücadelelerini yansıtmaya çalışıyor.
Karakterlerim toplumun farklı yüzlerinin aynasıdır
Karakterlerinizi oluştururken gerçek hayattan mı ilham alıyorsunuz, yoksa tamamen kurgu dünyasından mı besleniyorsunuz? Özellikle yeni romanınız “Güngörmüşler Çıkmazı”ndaki karakterler söz konusu olduğunda, onları şekillendirirken hangi kaynaklardan faydalandınız?
Elbette, karakterlerim kurmacadır. Örneğin İshak tamamen hayal ürünüdür; ama inanıyorum ki toplumda mutlaka bir İshak vardır, hatta birçok İshak. Aynı şekilde Selma da kurmacadır, ancak onun gibi insanlar geçmişte yaşamış, deneyimler edinmiş ve toplumun bir parçası olmuştur. Önemli olan, bu karakterlerin gerçek hayattan bire bir alınmış kişiler olmamalarıdır. Yani ötemde ya da sağımda, solumdaki insanlar değiller; onlar tamamen kurgusal varlıklardır. Fakat bu kurmacılık, onları toplumsal gerçekliğe ve insanın evrensel deneyimlerine yakın kılar. Karakterlerimin yaşamı, okuyucuya toplumun farklı yüzlerini ve insanın iç dünyasını gösteren bir ayna işlevi görür.
“Güngörmüşler Çıkmazı”nı özetlemeniz gerekse, okuyucuya nasıl aktarır ve ondan ne anlamasını hedeflersiniz?
Şöyle söyleyebilirim: Mücadele eden, haksızlıklara karşı her zaman direnebilmenin asaleti… Bu asaleti, insan ruhunun direncinin ve onurunun bir simgesi olarak görmek gerekir.
KAYNAK: YENİ AKİT GAZETESİ
