Halep Milletvekili Tarık Sülo Cevizci Akit’e konuştu! Suriye küllerinden doğacak
54 yıllık Baas rejiminin devrilmesinin ardından hayat yavaş yavaş normale dönerken, geçen hafta yapılan seçimlerde Meclis’e giren Halep Milletvekili Tarık Sülo Cevizci, yaşanan son gelişmeleri Akit’e değerlendirdi.
Sebahattin Ayan İstanbul
Suriye, on beş yılı aşkın süredir süren iç savaşın etkileriyle hâlâ istikrara kavuşmuş değil. Ülkeyi son 54 yıldır yöneten Baas rejimi uzun yıllar sürdürdüğü iç savaşta on milyonlarca insan yerinden edilirken, milyonlarca kişi hayatını kaybetti. Bu zorlu koşullar, yeni anayasa sürecini ve parlamentonun işleyişini kritik hale getiriyor. Geçtiğimiz günlerde Suriye’de gerçekleştirilen seçimlerde etnik ve dini grupların temsili, kadınların parlamentodaki varlığı ve dezavantajlı grupların korunması, Suriye’nin yeniden inşa sürecinde belirleyici olacak.
54 yıllık Baas rejiminin devrilmesinin ardından Suriye’de hayat yavaş yavaş normale dönerken, pazar günü gerçekleştirilen seçimlerde Meclis’e giren Halep Milletvekili Tarık Sülo Cevizci, yaşanan son gelişmeleri gazetemize değerlendirdi. Esed’in ülkeden kaçışıyla sonuçlanan devrimin ardından atılan tarihi reform adımlarını ve emperyalist güçlerin bölgedeki kışkırtmalarını ele alan Milletvekili Cevizci, “Yeni Suriye, müreffeh ve barışçıl bir ortama doğru emin adımlarla ilerliyor” dedi. Suriye’deki iç meselelerden Gazze’deki ateşkese kadar bölgedeki gelişmeleri de yorumlayan Cevizci, ülkesinin mevcut durumu, yeni anayasa çalışmaları, seçim süreci, güvenlik tehditleri ve mülteci politikalarına ilişkin sorularımızı cevapladı.
Herkes İçin Eşit Hak, Eşit Anayasa
Seçimlerin ardından Mecliste farklı grupların temsil edileceği konuşuluyor. Yeni anayasa süreci devam ederken, özellikle Türkmenler ve diğer etnik grupların bu süreçte temsili nasıl güvence altına alınacak? Yeni anayasa, Suriye’deki etnik grupların haklarını ve temsillerini nasıl koruyacak?
Bizim yeni Anayasa’dan beklentimiz, vatandaşlığı esas alan bir anayasa olmasıdır. Yani hiçbir kişinin etnik, dini, mezhepsel, bölgesel veya kültürel kökenine bakılmaksızın, herkesin Suriye kimliği ve vatandaşlığı temelinde eşit haklara sahip olması gerekiyor. Anayasa, kendi vatandaşlarına eşit mesafede olmalı ve hiçbir gruba ayrıcalık tanımamalıdır ne Türkmen’e ne Kürt’e ne de başka bir gruba. Ancak şunu da göz ardı etmemek gerekir: Suriye coğrafyası etnik, dini, mezhepsel, kültürel ve dilsel açıdan son derece çeşitlidir. Bu çeşitlilik, ülkemizin en büyük zenginliklerinden biridir ve korunması gerekir. Örneğin bölgede Türkçe, Kürtçe ve Arapçanın yanı sıra Aramice ve Çerkezce de konuşulmaktadır. Bu diller, kültürel mirasımızın önemli bir parçasıdır ve korunmalıdır.
Tek tip bir vatandaşlık üretmek, Suriye’nin faydasına olmayacaktır. Elbette Arapça resmi dil ve ortak dil olabilir; ancak diğer diller ve kültürel özellikler de yaşatılmalıdır. İnsanlar kendi dillerinde şiirler yazabilmeli, kendi folklorik özelliklerine göre düğünlerini ve türkülerini icra edebilmelidir. Bu farklılıklar, toplumun zenginleşmesine ve ufkunun genişlemesine katkı sağlayan unsurlardır; bölücü veya ayrımcı unsurlar değildir.
Dolayısıyla yeni anayasanın, vatandaşların hukuk karşısında eşitliğini garanti altına alırken, kültürel ve dilsel farklılıkları da koruyan bir yapıda olması gerekir. Bunu sağlamanın en doğrudan yolu, anayasada bu hususlara açıkça işaret edilmesidir. Suriye’nin çok çeşitli bir ülke olduğu ve bu çeşitliliğin bir zenginlik olarak görülmesi gerektiği ancak bu şekilde mümkün olabilir.
ELİMİZDEKİ İMKANLARLA DAHİLİNDEN GAYET DEMOKRATİK BİR SEÇİM YAPTIK
Geçtiğimiz günlerde Suriye’de gerçekleştirilen seçimler, birçok gözlemci tarafından demokratik olmadığı yönünde eleştirildi. Ayrıca Cumhurbaşkanı Ahmet Şara’ya tanınan kota uygulaması tartışmalara sebebiyet verdi. Siz bu seçimleri ve uygulanan kota sistemini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Suriye’de hâlâ devletin tüm ülke sahasında kontrolü sağladığını söylemek mümkün değil. Bazı bölgeler hâlen terör örgütlerinin işgali altında bulunuyor. Örneğin Süveyda gibi bazı bölgelerde devlet dışı aktörler devlet otoritesine karşı hareket ediyor ve devletin o bölgelerde varlık göstermesine izin vermiyor.
Suriye’nin son 15 yıllık savaş geçmişi göz önüne alındığında, yaklaşık bir milyon insan hayatını kaybetti ve on milyon civarında insan yerinden yurdundan edildi. Bu süreç içinde hem ülke içinde hem de yurt dışında mülteci durumuna düşen çok sayıda insan oldu. Dolayısıyla stabil ve herkesin evinde olduğu bir Suriye’den söz etmek mümkün değil. Ülkenin üçte biri hâlen terör tehdidi altında ve bazı bölgeler İsrail’in saldırılarına maruz kalıyor.
Bunun yanında isyancı gruplar da bazı alanlarda kontrol sağlıyor. Tüm bu koşullar, bahsedildiği gibi demokratik bir seçim yapılmasını oldukça zorlaştırıyor. Buna rağmen demokratik yollar tamamen imkânsız değil. Mevcut seçim, delege sistemi üzerinden gerçekleştirildi. Seçici bir kurul oluşturuldu; başvurular belli kriterlere göre değerlendirildi ve süreç her türlü hukuki başvuruya açık şekilde yürütüldü. Yaklaşık üç ay süren bu süreçte sandıklar kuruldu, delegeler belirlendi ve her adım canlı yayınlarla izlenebilir hâle getirildi.
Dünyanın birçok yerinden gözlemciler de sürece katıldı ve sayımlar herkesin gözü önünde yapıldı. İtiraz oranı oldukça düşüktü ve çoğunlukla küçük teknik aksaklıklardan kaynaklandı. Seçimle gelen milletvekilleri ile cumhurbaşkanının kotasıyla atanan vekiller arasında bir denge sağlandı. Cumhurbaşkanının kotası, kadınların ve nüfus olarak küçük, dağınık etnik ve dini grupların temsil edilmesi amacıyla oluşturuldu. Örneğin Hristiyanlar, Çerkezler, Arnavutlar, Boşnaklar gibi grupların parlamentoda temsil edilmesi sağlandı. Kadınların parlamentodaki temsil oranı da kotayla desteklendi. Bu önlemler, yeni Suriye’nin kurulacak parlamenter yapısında tüm etnik, dini ve mezhepsel grupların temsili açısından önemliydi.
Bu kota uygulaması tek seferlik bir düzenleme olup, 2028’de normale dönülmesi ve genel seçimlerin partiler ve farklı mekanizmalarla yapılması planlanıyor. Dolayısıyla kotanın amacı, mevcut özel koşullar altında dezavantajlı grupların ve kadınların parlamentoda temsil edilmesini sağlamak ve Suriye’deki çeşitliliğin korunmasını güvence altına almaktır.
HUZUR VE BARIŞA KAVUŞACAK
Son soru olarak 15 yıldır iç savaşta olan ve uzun yıllardır diktatör Esed ve ailesi tarafından baskıyla yönetilen Suriye’yi önümüzdeki günler ne bekliyor?
Suriye gerçekten çok zorlu günlerden geçti. Yıllardır savaşın içinde olan bir ülke olarak, altmış yıl boyunca anti-demokratik yollarla, darbelerle yönetilmiş ve halkının çoğu ajanlaştırılmış, araçsallaştırılmış bir Suriye ile karşı karşıyayız. Buna ek olarak, ekonomisi çökmüş ve terör örgütlerinin dört bir yanında cirit attığı bir ortamda, devletin bu zorluklara rağmen kendini yeniden inşa etmeye ve kurumsallaşmaya çalıştığını görüyoruz. Bu nedenle Suriye’yi önümüzde zorlu bir süreç beklediğini söylemek mümkün. Ancak son on aya baktığımızda, Suriye’nin ciddi aşamalar kaydettiğini ve önemli meselelerde çözümler ürettiğini de görebiliyoruz. Özellikle yaptırımların kaldırılması ve insanların ülkelerine huzur içinde dönmesi konusunda önemli adımlar atıldı. Bu çözümler, Suriye’nin yeniden toparlanması için güçlü bir iradeye, enerjiye, imkâna ve kadroya sahip olduğunu gösteriyor. İnşallah Suriye halkı, el ele vererek bu zorlu günlerin üstesinden gelecektir. Türkiye’nin desteği de tartışılmaz ve aşikârdır. Dolayısıyla Suriye’yi yeniden inşa edeceğimiz bir dönem bizi bekliyor.
İSRAİL BÖLGEYİ ATEŞE ATIYOR
Gazze’deki ateşkes anlaşmasına rağmen İsrail’in saldırıları devam ediyor. İsrail’in ‘Arz-ı Mevut’ planı çerçevesinde Suriye ve Türkiye’nin bazı bölgelerini hedef alması, bölgedeki etnik ve dini grupları kışkırtması nasıl değerlendiriliyor? İsrail’in bu tutumunun yakın gelecekte değişeceğine dair bir beklenti var mı?
Ben İsrail’in davranışlarını, terör örgütlerinin ahlak ve tutumlarına çok yakın buluyorum. Sahil bölgelerinde ve 1948’den beri yürüttüğü savaş ve saldırılara bakıldığında, İsrail’in barış yanlısı bir tutum sergilemediği görülüyor. İsrail sürekli kaos üreterek, savaş çıkararak bölgedeki nüfuzunu artırmayı ve bölgeyi insansızlaştırmayı hedefliyor. Bunu bazen doğrudan kendisi, bazen de vekilleri üzerinden, yani terör örgütleri aracılığıyla gerçekleştiriyor. Suriye’de önce PKK’yı destekledi ve örgütün alan kazanmasına hizmet etti. Ardından Dürzileri kışkırtarak Şam yönetimine karşı isyan etmelerini sağladı. Daha da ileri giderek Şam’ı bombaladı hem cumhurbaşkanlığı sarayını hem Genelkurmay Başkanlığı ve Savunma Bakanlığı binalarını hedef aldı. Bu saldırılar Suriye’nin itibarına ciddi zararlar verdi. Gazze’de uyguladığı saldırıların bir benzerini Suriye’de de yapma ihtimali hâlâ mevcut. İsrail, Suriye’yi sürekli bombalıyor ve vuruyor; aynı zamanda isyancı grupları destekleyerek, Suveyda’dan kuzeydoğu Suriye’deki PKK bölgelerine bir koridor açmaya çalışıyor. Buna “Davut Koridoru” deniyor. Hermon Dağı’nı da işgal ederek Şam’a yaklaşık 20 kilometre yaklaşmış durumda. Güneyden ve doğudan Suriye’yi çevrelemeye ve buradan Türkiye’ye uzanmaya çalışıyor. Bu durum, bölge için ciddi bir tehdit ve tehlike oluşturuyor
SURİYE’NİN BÜTÜNLÜĞÜ İÇİN SDG’NİN SİLAH BIRAKMASI ŞART
Suriye’nin kuzeyindeki terör örgütü hâlen silah bırakmamış durumda ve 10 Mart mutabakatına rağmen Halep’e saldırılar devam ediyor. Bu topluluğa güvenilebilir mi? Silah bırakmalarını sağlamak için hangi önlemler alınmalı ve arkasındaki güçler hakkında neler söylenebilir?
PKK terör örgütünün tarih boyunca şiddet ve kaostan beslenen bir yapısı olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, bu tür örgütlerle müzakere yoluyla anlaşmaya varmak çok sık rastlanan bir durum değildir. Buna rağmen Şam yönetimi, sorunun çözümü için müzakere yolunu önermiştir. 10 Mart mutabakatı, her ne kadar ideal olmasa da, bugüne kadar sunulmuş en iyi önerilerden biridir. Mutabakata Şam yönetimi ve SDG imza atarken, Türkiye ve Amerika da garantör olmuştur. Bu mutabakatın uygulanmasını biz de bekliyor ve arzu ediyorduk.
Ancak PKK/YPG, 10 Mart’tan bu yana mutabakatı yürürlüğe koymamak için ısrarla direnmiş ve sürekli olarak sabote etmeye ve provoke etmeye çalışmıştır. Halep’e yapılan son saldırılar, önceki olaylardan farklı olarak sivillerin de hedef alınmasına yol açmış ve halkın güvenliğini ciddi şekilde tehdit etmiştir. Halep, Şam ile birlikte Suriye’nin en büyük iki kentinden biri olmasının yanı sıra ekonomik ve ticaret merkezi olarak ülkenin kalkınması açısından kritik bir öneme sahiptir. Terör eylemleri ve örgütün varlığı, ekonomik ve sanayi faaliyetlerine ciddi şekilde zarar vermektedir.
Bu nedenle 10 Mart mutabakatının hızlı bir şekilde uygulanması büyük önem taşımaktadır. PKK, Suriye’nin kuzeydoğusunda geniş bir alanı kontrol etmektedir. Bu bölge, zengin petrol ve gaz yataklarına, Fırat ve Dicle nehirlerine, ayrıca tarım ve hayvansal üretim açısından güçlü kaynaklara sahiptir. Örgütün bu alanları kontrol altında tutması, Suriye’nin toparlanması ve kalkınması önünde ciddi bir engel teşkil etmektedir.
PKK, İsrail ve Amerika’nın desteğini alarak güçlenmeye devam etmekte ve Suriye halkını temel kaynaklardan mahrum bırakmaktadır. Özellikle kış aylarında mazota erişimin engellenmesi, halkın zor bir dönem geçirmesine yol açmaktadır. Bu nedenle 10 Mart mutabakatının zaman kaybetmeden yürürlüğe konması gerekmektedir. Aksi takdirde, sürenin yılbaşına doğru dolmasıyla birlikte askeri seçenek kaçınılmaz hale gelecektir. Bu durumda Şam yönetimi Kamışlı bölgesinde operasyon yapacak ve Türkiye de bu operasyona destek verecektir. Ancak Amerika ve İsrail’in engellemeleri, süreci mutabakata bağlı kılmaktadır. Sonuç olarak ya mutabakat uygulanacak ya da askeri seçenek zaruret hâline gelerek operasyon yapılacaktır.
YURT DIŞINDA SURİYE DİASPORASI OLUŞTURACAĞIZ
Son 15 yıldır süren savaş nedeniyle milyonlarca Suriyeli Türkiye, Lübnan ve Avrupa’ya göç etti. Bu göçmenlerin çoğu kalifiye ve eğitimli bireylerden oluşuyor. Suriye hükümeti ve yeni meclis, diasporadaki bu yetenekli insanları geri çağırmak için bir politika geliştirecek mi? Onlar için nasıl bir çalışma ve yaşam ortamı hazırlanması planlanıyor?
Bu mesele aslında iki ayaklı bir konudur. İnsanların geri dönmesi elbette önemlidir; ancak gittikleri ülkelerle ilişkilerinin de devam etmesi bir o kadar kritiktir. Sadece “dönmek” çözüm değildir; bu süreci iyi yönetmek gerekir. Biz her zaman söylüyoruz: mülteci konusu bir sorun değil, doğru yönetildiğinde bir fırsattır. Bu durum hem Türkiye hem de Suriye için fırsat yaratabilir. Türkiye’de bulunan Suriyeliler bir tehdit değil, aksine bir potansiyeldir. Suriye açısından da durum aynıdır. İnsanlar doğru şekilde değerlendirildiğinde, Suriye ile Türkiye arasında gönül köprüleri, ekonomik ve kültürel bağlar oluşturabilir. Bu kişiler, iki ülkenin dış dünyayla ilişkilerini geliştirmesinde de önemli bir rol oynayabilir. Suriye’de elbette insan kaynağına ihtiyaç vardır; fakat “sadece dön” demek çözüm değildir. İnsanların dönmesi için altyapı hazırlanmalı ve gerekli ortam sağlanmalıdır. Bunun yanı sıra, dönmek istemeyen Suriyelilerin bulundukları ülkelerde varlıklarını güçlendirmeleri ve faydalı bir unsur hâline gelmeleri için de çalışmalar yapılmalıdır. Bu konu bir sorun olarak değil, bir fırsat olarak görülmelidir. Bu yaklaşım, sadece Türkiye için değil, Almanya, Amerika veya Avrupa’nın diğer ülkelerinde yaşayan Suriyeliler için de geçerlidir. Dönmek isteyenler için altyapı ve ortam hazırlanmalı, kalmak isteyenler içinse bulundukları ülkelerde faydalı olmalarını sağlayacak çalışmalar yürütülmelidir. İnşallah parlamentoda düzenlemeler ve çalışma grupları oluşturarak, bu meseleye bir tehdit olarak değil, fırsat ve fayda olarak bakmayı sağlayacağız.
Yeniakit gazetesinin 12.10.2025 tarihli nüshasında yayınlanmıştır
Kaynak: YENİAKİT




