Gazetemiz okurlarından Abdülhalik Kara 'Çin’in Sessiz Casusluğu: Siyasi Sızma Stratejisi' başlıklı yazısını bizimle paylaştı.
Son yıllarda, Çin’in dünya çapında hassas siyasi çevrelere sızma yönündeki artan gizli çabaları üzerine raporlar çoğalırken, Pekin’in bu yöntemleri ve demokrasiler üzerindeki etkileri hakkında endişeler de giderek artıyor. Çin’in istihbarat stratejisi, demokratik ülkelerdeki etkisini güçlendirmeyi ve sistemlerini içeriden zayıflatmayı amaçlayan karmaşık bir yapı sergiliyor.
Çin’in siyasi sızma stratejisi, yumuşak güç, stratejik yatırımlar ve gizli operasyonları bir araya getiren sistematik bir yaklaşıma dayanıyor. Geleneksel casusluk yöntemlerinin ötesine geçen yaklaşım, politika yapıcılar, yasa koyucular ve onların yardımcıları ile danışmanlarına odaklanıyor.
Çin’in Kanun Yapıcıları Etkileme Çabaları
Birleşik Krallık’ta, Prens Andrew ile yakın bağlar kurmayı başaran bir Çinli, ÇKP adına politikacılarla ilişki geliştirmekle suçlanmış ve ülkeye giriş yasağı almıştır. Ayrıca, İngiltere parlamentosunda bir araştırmacı, Çin lehine casusluk yaptığı iddiasıyla tutuklanmıştır. Bu kişi, parlamento ilişkileri geliştirerek, gizli brifinglere erişim sağlayarak ve önemli politik tartışmaları izleyerek Çin’in çıkarlarını sessiz ancak etkili bir şekilde ilerletmeye çalışmıştır.
Bu olaylar, İngiltere’nin Çin’i ulusal güvenliğe tehdit olarak tanımlaması için yeni çağrılara yol açtı. Eleştirmenler, Birleşik Krallık’ın Çin ile olan ilişkilerindeki yaklaşımının zayıf kaldığını ve Çin’e karşı daha sert bir duruşun gerekliliğini savunuyor.
Demokrasinin Zayıflıklarından Yararlanma
Çin etki faaliyetlerinde, demokratik ülkelerin şeffaflık, kapsayıcılık ve halk katılımı gibi güçlü yanlarından, zayıf noktalar olarak yararlanmaktadır. Kanada’da yayınlanan istihbarat raporları, Çin’in federal seçimlere müdahale ederek kampanyalara finansman sağladığını ortaya koymuştur. Bu müdahaleler yalnızca seçim sonuçlarını etkilemeyi değil, aynı zamanda demokratik kurumlara olan güveni de baltalamayı hedeflemiştir.
Pekin’in ajanlarının, toplum örgütleri, kültürel değişim programları ve iş ağları gibi yasal gri bölgeleri kullanarak siyasi sistemlere sızdığı bilinmektedir. Bu yöntemler, Çin’in diğer ülkeler üzerindeki etkisini tespit edilmesi zor bir şekilde artırmasını sağlamaktadır.
Çin’in Gelişmekte Olan Ülkelerde Etkisi
Batı ülkelerinde geniş yankı bulan Çin’in siyasi sızma faaliyetlerinin, gelişmekte olan ülkeler üzerindeki etkisinin çok daha vahim durumda olduğu tahmin edilebilir. Afrika ve Latin Amerika’da, Çin siyasi elitlere sızarak kritik doğal kaynaklara erişim sağlamış ve bu kaynakları çoğu zaman şeffaf olmayan yöntemlerle elde etmiştir.
Çin’in casusluk stratejileri, özellikle demokratik yapısı kırılgan, ekonomik ve siyasi istikrarsızlıkla mücadele eden ülkelerde daha kolay etkili olmakta ve bu ülkelerin demokratik büyümesini tehdit etmektedir. Çin’in borç diplomasisi ve stratejik sektörlere yatırımları, siyasi elitlere olan erişimiyle paralel olarak ülkelerin egemenliğini zayıflatırken, Çin’e olan ekonomi ve politik bağımlılığını artırmaktadır.
Çin’in siyasi elitlere erişimi, ülkeleri ekonomik bakımdan boyun eğdirmekle kalmayıp, yerel liderlerin demokratik hesap verebilirliğini aşındırmakta ve onları politik ve ekonomik kararlarda kendi vatandaşlarının ihtiyaçlarından ziyade Çin’in çıkarlarına daha yakın durmaya zorlamaktadır.
Küresel Güç Dengesini Değiştirme Çabaları
Çin’in sızma stratejisi, yalnızca bazı ülkeler üzerindeki casusluk faaliyetleri, seçimlere müdahale ve ekonomik ya da politik çıkarlarla sınırlı değildir. Aynı zamanda küresel güç dengesini yeniden şekillendirme amacını da taşır. Pekin, uluslararası normları ve kurumları etkileme kabiliyeti kazanmak için kendisini politika yapım süreçlerine entegre etmekte, uluslararası kuruluşların önemli kademelerine Çinli veya Çin’e yakın kişilerin getirilmesine çabalamaktadır. Ayrıca kendisine bağımlı üçüncü dünya ülkelerinin desteğini kullanarak uluslararası kararlara yön vermeye çalışmaktadır.
Çin’in Birleşmiş Milletler’de Uygurlarla ilgili oylamalarda gösterdiği etkisi, Çin’in bu yöndeki başarısını net bir şekilde ortaya koymaktadır. Pekin, gelişmekte olan ülkelerle kurduğu ekonomik ve siyasi bağları kullanarak, bu ülkelerin Çin lehine oy kullanmasını sağlamış ve uluslararası toplumun Uygurlar konusundaki insan hakları ihlallerine karşı güçlü bir duruş sergilemesini engellemiştir.
Sonuç olarak, Çin’in siyasi sızma çabaları, demokratik toplumların zayıflıklarını istismar ederek yalnızca bu ülkeleri değil, küresel düzeni de şekillendirme potansiyeline sahiptir. Uluslararası toplumun, demokrasiyi ve egemenliği korumak için Çin’e karşı daha dirençli ve bütüncül bir strateji geliştirmesi hayati önemdedir.