• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yaşar Değirmenci
Yaşar Değirmenci
TÜM YAZILARI

Veladet Kandili kandilimiz olsun

19 Kasım 2018
A


Yaşar Değirmenci İletişim: [email protected]

Yetim doğdun, yetimleri unutmadın. Düşkünler senin himayende huzur buldular. Bedeviler sende medeniyet gördü. Kalabalıklara karşı nezaketinle erittin yürekleri. Hiç affedilmez şeyleri affettin. Umudu tükenmişler senin bağrında çiçek açtı.

Zavallıların o kadar yakınındaydın ki onların dövülmeleri, aç bırakılmaları bir yana, hizmetçilere beddua edilmesini bile yasaklamıştın.

Bir defasında, aklından biraz zoru olan bir kadın seninle konuşmak istemişti. Senin yanındakilerden sıkıldığını anlayınca kadına: “Hangi sokağa gitmek istiyorsan oraya geleyim de konuş” demiştin. Kadın seni tuttu, en ücra sokağa götürüp, derdini anlattı. Erinmedin, üşenmedin de onun derdini dinledin. O gün, Enes bile sana şaşırmıştı. 

‘Sizin hayırlınız hanginiz, şerliniz hanginizdir söyleyeyim mi?’ sualinizle “Sizin hayırlınız kendisinden hep hayır umulan ve şerrinden emin olunanızdır. Sizin şerliniz de kendisinden hayır umulmayan ve şerrinden emin olunmayanınızdır” cevabınızla bizleri uyardın Ey Allah’ın Resulü.

Arkadaşlarına merhametliydin; bir yolculukta yakacak odun toplayan dostlarından geri kalmamış, “Ben bir topluluk içinde ayrıcalıklı bir durumda bulunmaktan hoşlanmam!” demiştin. Güçsüzlere merhametliydin; “Hastayı ziyaret edin, açı doyurun esiri kurtarın!” diye seslenmiştin bütün zamanlara. Hayvanlara merhametliydin; aç bir devenin sahibine, “Konuşamayan bu hayvana bakarken Allah’tan kork!” diye gürlemiş, susuz köpeğe su içiren bir günahkârın cennete girdiğini haber vermiştin inananlara. Ağaçlara merhametliydin, bir ağaç dalının kırılmasına bir otun yok yere koparılmasına razı olmamıştı kalbin. Düşmanlarına karşı merhametliydin; Mekke’nin fethinde kendisine yıllarca kötülük yapanlara şöyle seslenmiştin bineğinin üstünden: “Hepiniz serbestsiniz!” 

Peygamberimize gelen koca sahabe “Ya Resûlallah! Kalbim katılaştı, üzülemiyorum, ağlayamıyorum” deyince Resûlullah Efendimiz, “Yetimin sofrasına otur, muhtaçlarla hemhâl ol. İhtiyaç sahiplerinin ihtiyacını gider. Kalbinde yumuşama göreceksin” diyordun.

Peygamberimiz, “İman etmedikçe cennete giremezsiniz” diyor, ayrıca insanı iliklerine kadar sarsan bir şey daha söylüyordu: “Birbirinizi sevmedikçe de gerçekten iman etmiş sayılmazsınız!” Bu güzel söz, imanı yetiştiren toprağın “sevgi” olduğunun açık ifadesiydi. “Mümin; seven ve sevilen, dost olan ve dostluk kurulandır. Sevmeyen ve sevilmeyende, dost olmayan ve dostluk kurulmayanda hayır yoktur!” diyordu En Sevgilimiz… Sadece demekle kalmıyor, bu sözün nasıl hayata dönüştürüleceğinin en güzel örneklerini de veren bir Peygambersin sen.  

Karşılaştığı herkese tebessüm ederek sözle selam veren, selam kelimesindeki “barış, esenlik, güven” temasına işaret edercesine “Selamı yayın” diyen bir Peygamber.  

Uzaktan gelen, nasıl davranacağını ve konuşacağını bilemeyen bir köylü, yakasını tutup çekiştirdiğinde sabreden, tepki gösteren sahabesine müdahale ederek “Bırakın, derdini anlatsın” diyen bir Peygamber.  

Öyle bir hayat yaşadın ki, her bir davranışın bütün anlaşmazlıklarımıza hakem... Hikmet dolu tek bir sözün, bütün çaresizliklerimize çözüm… Nakış nakış faziletle süslü lekesiz hayatının parlaklığı asırlar öncesinden günümüzü aydınlatıyor; incinmeye ve incitmeye asla razı olmayan nurlu kalbinle her dem ışık tutuyorsun yolumuza… Mâzi, hâl ve istikbâlimizi kuşatan değerli sözlerin kardeşliğimizi pekiştiriyor. Sevincimizle sevinen, hüznümüzle hüzünlenen Kutlu Nebî! Kuraklıktan çatlayan topraklar yağmura nasıl hasretse, Sana öyle hasretiz… İnleyen hastalar sabahı nasıl beklerse, Seni öyle bekliyoruz. 

Peki, biz ne yapacağız?

Çarpık bir itaat ahlakının ardına sığınıp insanları iradesizleştirmeyeceğiz. Hatada hikmet aramayacağız. Haddini aşanın zıddına döneceğini unutmayacağız. Kendimizi âlemlere rahmet zannetmeyeceğiz. Partimizi, cemaatımızı, vakfımızı, derneğimizi din gibi, liderimizi mehdi gibi, muhalefeti deccal gibi görme hastalığından kurtulacağız.  

Eskiler, “üslub-u beyan, aynıyla insan” diyerek bize yol göstermişler. Bir davaya en çok zararı, ona düşman olanlardan çok, onu kötü savunanların vereceğini hatırımızdan çıkarmayacağız. İnsanlığın değişmez değerlerini bünyesinde barındıran ve insan mutluluğunun öbür adı olan İslam’dan yüz milyonlarca insan mahrum yaşıyorsa, kendimizi bu durumdan mes’ul hissedeceğiz. Bir “nefs muhasebesi” yaparak kimseyi değil, kimsenin imanını değil, kendimizi yargılasaydık önce. Peygamberimiz ne verdiyse onu alan, neyi yasakladıysa ondan kaçınmanın adımlarını atıp, Din’in “samimiyet” olduğunu idrak edebilseydik. Peygamberimize ulaşmayı kolaylaştırdık mı, zorlaştırdık mı, müjdeledik mi, nefret mi ettirdik? Günah ve isyan kirlerinden yıkanmaya temizlenmeye/arınmaya o kadar ihtiyacımız var ki. Yara bere içindeyiz.

Peygamberimizin şu hadisi bugünümüze ışık tutan bir mucize âdeta… Buyuruyorlar ki:

 “Sizin için bundan böyle yoksulluktan korkmuyorum. Fakat (beni asıl korkutan) sizin, tıpkı sizden öncekiler gibi dünyaya kapanmanızdan, onların mal yarıştırdığı gibi sizin de mal yarıştırmanızdan, onların dünyaya düşkün olduğu gibi sizin de dünyaya üşmenizden korkuyorum.” “…Size beş haslet vasiyet ediyorum ki Allah onlarla sizin için hayır hasletleri kemâle erdirsin: Yiyemeyeceğiniz şeyleri toplamayınız; içlerinde oturamayacağınız binalar yapmayınız. Yarın bırakıp gideceğiniz şeylerde başkalarıyla çekişmeyiniz. O’na kavuşup huzûrunda toplanacağınız Allah’tan korkunuz. Varacağınız ve orada ebedî kalacağınız yer için hazırlıkta bulununuz.” Görünen o ki bolluk çağı ruhun açlığını gidermiyor. Çünkü bolluk “bereket” değil. Tatmin de “şükür” değil. Almak da “kanaat” değil. Sabrın, şükrün, bereketin, kanaatin olmadığı yerde huzur olur mu? Kalabalıklar içinde yalnızlıktan kurtulmak Peygamber Efendimizi sadece belli gün, gece ve haftalarda ‘anmak’la değil, her hal ve şartta O’nun izini sürmek, O’nun sünnetini çağa taşımakla huzur bulur, yalnızlıktan kurtuluruz.  

İnanç sistemimizde “tevbe” gibi, “emr bilmaruf nehy anilmünker” (iyi ve doğru olana teşvik, kötü ve yanlış olanı tenkit) gibi ibadet sayılan birer vecibe olan eleştiri geleneğimize sırt çevirmeyeceğiz. İman-amel-ihlas istikametimizi hayatımıza yansıtacağız. Kafamıza göre din değil, dinimize göre kafa, “Allah ve Resulünün ölçüleri” ölçümüz olacak. İnandığımız gibi yaşayarak, yaşadığımız gibi inanmayacağız. Hayat tarzımızı ‘din’ haline getirmeyeceğiz. 

Ahlâkı Kur’an olan ve “Yürüyen Kur’an” diye anılan Peygamber Efendimizi önce iyi tanımak, söz ve davranışlarını doğru anlamak, O’nun yolunda yürümek, onun izini sürmek. Çare bu! Cahil ve zalimlerin zorbalıkla hükmünü yürüttüğü ve güvensizliğin kuşattığı günümüz dünyasının “cinnet toplumu”, vahyin inşa ettiği Muhammedü’l Emin Efendimizin Peygamberî soluğuyla “cennet toplumu”na dönüştürülebiliriz ancak. Bunu gerçekleştireceğiz.

Din kardeşlerimize yüreğimizde ne kadar yer açabildiğimizin, dünyevileşme hastalığına karşı ne durumda olduğumuzun, ibadetlerden haz alıp almadığımızın, infak edip etmediğimizin, haramlardan ne kadar kaçındığımızın, Kur’an’la alakamızın, sabır ve sebatımızın, tevekkülümüzün, rızık endişemizin, umudumuzun, Allah’a davette görev alabilmemizin, bütün bunların muhasebesini yapacağız. Peygamber Efendimizi sadece kandillerde, TV başında seyrettiğimiz programlarla anmayacağız. Hayat tarzı olan Sünnetini çağa taşıyacağız. Ölçümümüz Eshab-ı Kiram üzerinden olacak elbette.

Öyle bir Peygamber ki: Bir bakmışsınız, açlıktan karnına taş bağlamış ve sonra bir de bakmışsınız ki parmaklarından akan su ile bir ordunun susuzluğunu giderivermiş…  

Ama hep vakur, hep ölçülü, hep kendinden emin… Hep müşfik, hep dengeli, hep mütevazı. Kendisini görüp titreyen bir adama; “Arkadaş, neden titriyorsun? Nedir bu halin? Vallahi ben de senin gibi kurutulmuş et ve kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum” diyerek tevazuda zirveyi gösteren bir Peygamber. Bütün bu ve benzeri cümleler Peygamber Efendimizi anlatmakta elbette kifâyetsiz, deryadan bir katre bile değil. Şairin dediği gibi ‘Vema medahtu Muhammeden bi mekaleti, velakin medehtu mekaleti bi Muammed’in’ (Ben sözlerimle Muhammed’i sena etmedim. Aksine onun ismini mısralarımda anarak sözlerime güzellik, kuvvet ve anlam kazandırdım.) Biz de ancak bunu yapabiliriz işte!  

Peygamber Efendimizin Hayatı’nın örnekliği, bizim hayat tarzımızı etkilemeli, bu vesile ile çeki/düzen vereceğiz hayatımıza. Münakaşayı sevmeyen, imtiyazlı (Ayrıcalıklı) olmayı kabul etmeyen, suizana sebebiyet vermeyen, savaş ahlakını öğreten, vefalı bir Peygamberimiz var bizim. Esirlere dokunmaya, içki içene bile “lânet etmeyin!” diyen bir Peygamber. Tahammül gösteren, aşırı övgüden rahatsız olan, hayatı hayır istikametli, bir Peygamber. Ashabıyla istişare eden (fikir alışverişi yapan) onların görüşlerine değer verip alınan karara uyan bir Peygamber.  

 “(Ey Muhammed!) İslâm’a inanmayanların ardından üzülerek neredeyse kendini helâk edeceksin” hitabına muhatap olacak kadar “İslâm Sevdalısı Peygamberimiz”in izinde olmalıyız öncelikle. İnsanların önüne, onları İslâm’a götürecek cennet bahçeleri açmak gerek. Bir “nefs muhasebesi” yaparak önce kendimizi yargılayabilsek, Peygamber Efendimiz ne verdiyse onu alıp, neyi yasakladıysa da ondan kaçınarak, dinin özünün “İhlâs” olduğunu idrak edebilsek… Peygamberimize ulaşmayı kolaylaştırdık mı, zorlaştırdık mı? Dinimizi müjdeledik mi, nefret mi ettirdik? İnsanların bize bakıp İslâm’la ilgili kararlar verdiğini hatırımızda tuttuk mu? Rasûlullah Efendimizin etrafında el ele vererek halkalanan insanlar gibi biz de kenetlenebildik mi birbirimizle? Mahşerde Yüce Allah’ın huzurunda dizilecek ve bütünüyle şefkat, merhamet ve rahmet dolu bir yüreği yansıtacak insanlar gibi mi, yoksa kervan mallarına yetişebilmek için Resûlullah’ı minberde tek başına bırakanlar gibi miyiz? Bir zorlukla karşılaşıldığında, Huneyn’de Rasûlullah’ın etrafında siper olanlar gibi mi hissediyoruz kendimizi, yoksa darmadağın olanlar gibi mi? 

Belâlar dalga dalga üzerimize geldiğinde inancımız mı arttı, ümitsizliğimiz mi? Birbirimizi sevmenin iman kadar değerli olduğunu söyleyen oldu mu bize? Allah’ın “kardeş” olarak nitelemesini ne kadar önemsedik? Kardeş olmanın bedelinin ne olduğuna ne kadar kafa yorduk? Kim için yola çıkmıştık, hedeflerimizde Allah rızası mı vardı, dünyevi tutkular mı?

Hz. Âmine annemizin şefkatli kucağından Âlemlerin Rabbi Yüce Mevlâmızın Cennet Bahçesi Ravza-i Mutahhara’ya uzanan çileli dünya yolculuğunun her anını cahil ve zalimlerle mücadeleye ve insanlığın irşadına adamış olan Peygamber Efendimizin hayatı, kararan ufuklarımızı aydınlatan birer kandil vazifesi görür inşaallah… 

Kandil simitleriyle, tebrik mailleriyle, telefon kutlamalarıyla, “Kültür Müslümanlığı, merasim Müslümanlığı, şeklî Müslümanlık”larla kandiller lâyıkı veçhile değerlendirilemez.

Bizi kendimize, özümüze, fıtratımıza çağırmanın, ona dönmenin, onunla Rabbimizin huzuruna yükselmenin adıdır. Biz miracımıza sahip çıkalım? Bunu nasıl mı yapalım? Salatı ikame ederek, namazı/duayı/desteği ayaklandırarak, Allah’a karşı esas duruşumuzu/klas duruşumuzu bozmayarak.

Bu duygu ve düşüncelerle hepinizin Veladet Kandilini tebrik ediyorum. Bu gecede Yüce Rabbimize açılan ellerin ve yakaran dillerin, bütün İslâm âleminin birlik, dirlik ve beraberliğine, insanlığın hidayetine, dünyada adalet, huzur ve barışın teminine vesile olmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyorum.

Rabbim! Bana doğru bir muhakeme yeteneği bahşet. Beni iyilerin arasına kat. Beni herkesin diriltilip kaldırılacağı o gün mahcup eyleme! Ahlaki çürümeye yol açan şu topluma karşı bana yardım et! Ey Rabbimiz! Bizi zalimlerle (Cehenneme giren kimselerle) birlikte olmaktan muhafaza buyur. Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işlerimizdeki aşırılıklarımızı affedip bağışla. Hak yolunda ayaklarımızı sabit kıl. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et. Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi saptırma ve bize katından bir rahmet bahşet: çünkü yalnızca Sensin hiç karşılıksız sınırsızca lutfeden.” 

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23