Gönül dünyamıza dönme vakti!
Gönül dünyamıza dönme vakti!
Yaşar Değirmenci
Rahmet ve mağfiret iklimi olan üç aylara girdik. Bizleri bu mübarek günlere ulaştıran Allah Teala’ya hamd-ü senâlar olsun. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimize salât ve selam olsun.
Tertib-i İlahi elimizden tutmuş, bizi, hidayet ve istikamet üzere rahmet mecralarının bir kenarına götürmüş. Şükürden aciziz, ama bu halin şuurunda olmaya, mazhar kılındığımız nimetleri veren Rabbimizi unutmayalım. Bunca himaye ve lütuf sonrasında gafletten büyük bela olmaz. Mazeretimiz yoktur. Gafletten kurtulmanın, Allah’a kullukta şuurlanmanın gün ve gecelerinde bulunuyoruz. Girdiğimiz üç aylar ve kandiller bu gafletten kurtulmanın vesileleridir. Hususiyle Recep ayı, kendimize çeki-düzen vermenin, muhasebe yapmanın, tevbeye koşmanın, gün ve geceleridir. Rasûlullah Efendimizin şu hadisini hiç unutmayalım. Bu günler için de çok önemli.
Allah Rasulu Sallallahu Aleyhi ve Sellem, “Hatanın, günahın, kusurun, itirazın, hâyasızlığın küçüklüğüne bakmayın. Hata, günah, kusur, itiraz veya hâyasızlık işlediğinizde, kime isyan ettiğinize bakın” buyurdu. Günümüzde yaygınlaşan seküler hayat anlayışı toplumdaki eski dayanışma ve kaynaşmayı son derece etkiledi. Akrabalık, komşuluk arkadaşlık ilişkilerimiz, çok zayıfladı. Sabır, şükür, kanaat gerektiren bir imtihan/sınav dünyasındayız.
Ölçüleri terk etmek yahut delmeye çalışmak ne kadar kötü ise, zahirine, kabuğuna takılıp kalmak da o derece kötüdür. Filtresi olmayan, sulandırılmış, karışık-kuruşuk bir din anlayışı, insanımızı bozdu. Vahye ve onun getirdiklerine değil de dini kendine uyduran bir din anlayışı yerleştirilmeye çalışıldı. Hümanistlikti, evrensellikti, ‘halklar’dı, cem evleriydi, sema gösterileriydi, ‘ibadetsiz din’, folklorik, garnitürlük din anlayışıydı vs. Dijital zihin işgali, internet teknolojisinin hâkimiyeti de bizleri sabit değerlerden uzaklaştırdı.
Günümüzde “örnek Müslüman” olma şartlarını taşıyan şahsiyetler oluşturmaya bu toplumun o kadar ihtiyacı var ki! İnsanımız ümitsiz, tedirgin, bunalımlı, yorgun, yalnız, gâyesiz. ‘Güven Toplumu’nun üyesi olmak istiyor. Bu talebi bir tek kişi karşılayabilir: Müslüman! Haliyle, kaaliyle, ahlakıyla, itikadıyla, ameliyle, muamelâtıyla “üsve-i hasene” olmasıyla. Dillerin susup hallerin İslam’ı konuştuğu “Ahlak-ı Muhammediye”yi sosyal hayata hâkim kılan örnek insan! Örnek Müslüman! İslâmî hayat tarzı ve o güzelim kaynaklara uymayan, kafalarına göre yorumlar yaparak zihin karışıklığına sebebiyet verenler de ayrıca dert!
Sıhhatli düşüncenin yegâne yolu, nefsi bir tarafa bırakıp, akıl ve kalp ile düşünmektir. Öğüt vermek kolay, örnek olmak zordur. Asıl problem, yön verici kapasiteye sahip olanların patinaja kapılmasında. Âlimlerin ‘ilim kılıcı’nı nereye sallayacağını şaşırmasında. Elbette ki inandığım gibi düşüneceğim. Düşünceye yön veremeyen inanç, zaten ciddiye alınmaya layık değildir. ‘İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi, inanmaya başlarsınız’ sözü boşuna mı söylenmiş.
Bu milletin sosyal dokusu. Kendi fıtrat ve asliyetinin dışında başka hiçbir bünye ile bağdaşmaz; ‘Laiklik’ ve Kemalizm dayatması bu milletin ‘iman yüreği’ni hançerlemektir. ‘Laikliğe en çok dindarlar sahip çıkmalıdır. Seküler anlayıştakiler de daha fazla dindarları korur.’ Bu cümleleri utanmadan kullananlar gazeteci, yazar, entel/dantel takılanlar. Bunlara önce kavramları öğretmek gerekiyor. İSLÂM’ın ruhuna uymayan yanlış metotlardan biri de dini dünyaya uydurmaya çalışmaktır. Din dünyaya ve insanlara uydurulmaz; tam aksine dünya ve insanlar dine uyacaklardır. Müslümanlar öncelikle bu hassasiyete sahiptirler. Başkalarından da aynı hassasiyeti beklemektedirler. Dinlerini ciddiye almayanlarla dostluk ilişkisi kurulmaz; aksi halde Allah’tan korkup sakınılmamış olurlar. Dine toplumsal hayatın kapılarını (laiklik, demokrasi, vs. toplumsal hangi isim altında olursa olsun) kapatırsanız dinin zayıflaması devlet için tehlikedir. Devletin sahibi millettir. Milletin dini, milletin manevi yapısı, devletin himayesi altındadır. Siyaset bir araçtır. Onu amaç edinmemek şartıyla, insanın kendi amacının/ideallerinin gerçekleşmesi yolunda kullanabilir. Biz kullanmazsak başkaları kullanır ve biz de göz göre olumsuz gelişmelere sadece seyirci kalırız. Statükoya razı olmak, her şeyi olduğu gibi kabul etmek, ‘olan’a kendini uydurmanın mazereti olmaz/olamaz. Ülkeye, milletimize ve insanımıza sahip çıkmak birinci görevimiz olmalıdır. Halkta iman şuuru uyandırılmalı. Halk dindar olmazsa ne ilim ne de teknik insanları koruyamaz/himaye edemez. Halkın dinen zayıflaması, devlet için tehlikedir.
Bu mübarek gün ve gecelerde ‘imanla gitme’mize mâni olan her türlü ‘sekülerleşme faaliyetleri’ne karşı dikkatli olalım. İmanlı insanların istikameti mutlaka “Kur’an ve Sünnet”tir. Bu zedelenemez. Yaşadığı hayat tarzı din haline getirilemez.
Rabbim bizleri, düşmana karşı celalli, Mü’minlere karşı müşfik, vefalı ve fedakâr kullarından eylesin...