Cihad canlılıktır! (2)
Cihad canlılıktır! (2)
YAŞAR DEĞİRMENCİ
Kaybedilen kaybettirilen cihat ruhunu yaşayalım yaşatalım!
Cihat kavramının düşüncesi de fikri de anlayışı da asli unsurlarından oynatıldı. Ölmek ve öldürmekten ibaret görüldü.
İslâm’ın ilk yıllarında “nefis mücadelesi” ve “hakikati ayakta tutma”, büyük cihad manasına geliyordu. Cihad, Osmanlı’da ise “düzeni muhafaza” ve “adâlet dağıtma” aracıydı.
20. yüzyılda Batılı güçler, cihad kavramını, oluşturdukları radikal grupları sinsi bir şekilde destekleyerek kirletti. Günümüzde de cihad kavramı ya yanlış anlaşılmış, algılanmış ya da gündelik hayattan uzaklaştırılmıştır. Hâlbuki cihad, toplumun adâlet, merhamet, dayanışma direniş ve mücadele ruhunu diri tutan bir değer olarak var olmalıdır.
Cihad düşüncesinin ve cihad ruhunun zayıflaması; Müslüman toplumları edilgen, dağınık, pasifize etmiş ve yönsüz bırakmıştır.
Siyasette liyakat ve adâletin zayıfladığı, kaybolduğu yerde cihad, bir dava ruhu olmaktan çıkarak, yerini çıkar ilişkilerine bırakıyor. Siyasî dil, ümmetin ve milletin ortak davası yerine Batı’nın uşaklığı hesaplarına dayanıyor.
Filistin’de çocuklar öldürülüyor, Doğu Türkistan’da insanlar dinlerinden ve milliyetlerinden ötürü baskı görüyor; ama İslâm dünyasının büyük kısmı sessiz. Bu sessizlik, duyarsızlık ve hareketsizlik, cihad ruhunun zayıfladığının, kaybolduğunun en acı göstergesidir.
Küresel projeler etkisi altında medya, cihad kavramını terörle özdeşleştirdi. Müslümanlar, “cihad” dediğinde terörist muamelesi görmekten korkar oldu. Bugünün gençleri; tüketim kültürü, sosyal medya bağımlılığı ve kolaycı hayat tarzıyla yetişiyor. “Çalışma, mücadele, sabır ve dava bilinci” yerine “hızlı haz” ve “kolay başarı” öne çıkıyor. Böyle olunca cihat kelimesi bile yok hayatlarında. Cihad, yüreği Allah rızası için çarpanların sessiz çığlığıdır. Bugün o çığlık, modern zamanların gürültüsünde kaybolmuş durumda. Ya yeniden umut olacağız. Bir tweet değil, bir adım atacağız. Bir paylaşım değil, dertlerimiz-sevinçlerimiz-meselelerimiz bizi “cihat ruhu”nda toplayacak. “Sadece konuşup seyirci kalanlar” olmayacağız. Anlaşılıyor ki cihad, sadece savaş meydanlarının değil; kalemin, kitabın, hitabetin, adâletin, merhametin, alın terinin, paylaşmanın, yardımlaşmanın, dayanışmanın, vatan-millet-bayrak bekası için siyaset ötesi birlik ve beraberliğin de ismidir.
Bugün ümmete ve millete düşen en büyük vazife, cihadı yeniden anlamaktır: Hak, hukuk, vatan, millet, bayrak ve mazlum için mücadele, adâlet için gayret, nefisle mücadele, zalime karşı direnç ve mücahede…
Türkiye’de siyasi-İslami hareket kendi davasını İslam davası olarak görüyor. Cemaatler kendi davasını İslam davası zannediyor. Tarikatlar da kendi davasını İslam davası zannediyor. Türkiye’de hiçbir İslami grubun; siyasi-İslamî hareketlerin, cemaatlerin, tarikatların, diyanet çevresinin, ilahiyatçıların direniş kavramını, cihadı ve el-emr-i bi-l’maruf kavramını merkeze alan bir Müslümanlık düşüncesi olmadı. İlahiyat Fakültelerinde böyle bir Müslümanlık öğretilmedi. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın vaaz ve hutbelerinde böyle bir Müslümanlık telkin edilmedi. Rejimime rahatsızlık vermeyen, kutsallaştırılan “laiklik ve Kemalizm” ile uyumlu bir din anlayışı yerleştirildi. Cemaatlerin de bir “Dâvâ ve İdeal” tarafları olmadı. Cihat-Mücadele-Mücahede ile küfrü tanıma ve tavır koyma da olmadı. Müslümanlığın davasını gütmek için bir eğitim faaliyeti gösterilmedi. Bu cemaat ve grupların, siyasi partilerin televizyonlarında, sosyal medyasında cihat ruhu taşıyan Müslümanlığın izlerini göremezsiniz. Cihad bizim lügatımızda yok. Emr-i bi’l-maruf, nehyi anil münker semtimize uğramadı. Nemelazımcılık, hiçbir şeye karışmama yerleşti.
Tarihin tüm dönemlerinde şehadet bilinci, cihad ruhu, direniş bilinci ümmet için, ümmetin dirilişi ve direnişi için olmazsa olmaz diyebileceğimiz değerlerdir, dinamiklerdir. Bu hiçbir zaman önemini kaybetmez. Ancak cihadla cinayeti karıştırmamak lazım. Ganimetle talanı karıştırmamak lazım. Bidatle sünneti ayrıştırmak lazım. Şehidlikle, şehitlik adına birtakım yanlışlıkları tefrik etmek lazım. Cihat ve şehitlik adına yanlış yollara sapanlar varsa ondan hareketle de cihat ve şehitlikle ilgili şüpheler oluşturmamak lazım. Birçok kavram gereği gibi anlaşılmadığı, doldurulmadığı ya da zamanla içi boşaltıldığı için farklı anlamlara çağrışım yapıldı ve insanımız farklı mecralara sürüklendi.
Müslümanlara esir düşüp bilahare salıverilen Bizanslı esirler Müslümanları şöyle tarif eder: “Onlar geceleri zâhid, gündüzleri at sırtında mücahidlerdir.”
İnsanlar ölümlü ama insanlık ölümsüzdür. İnsanın vazgeçemeyeceği değer insanlıktır. İnsanlığa götüren her faaliyet cihattır. Cihadı gerçekleştirenler mücahiddir. Çok konulan isim iken konulmaz hâle geldi/getirildi. Her mücahidin bir ideali olur. O ideali taşıyacak iddia ve iradeye sahiptir. Bir davası olur. Öncelikli derdi ve sevdası sadece davasıdır. Bir onuru olur. Silik ve sinik değil saygınlığı ve ağırlığı ile adamdır. Çıkar için onurundan ödün vermez. Ama o mücahidler şimdi müteahhit oldular. Bizim münevverimizin/aydınımızın da beyanı böyle. “Sistemi dönüştürmek için çıktık yola ama sistem bizi dönüştürdü sonunda.
Mücahid olarak yola çıktık. Sonra sırasıyla evvela müteahhit olduk, ardından da her şeye müsait. Sistemi dönüştürmek değil, yıkmamız gerekiyordu. Putları değiştirmek değil, yıkmaya soyunmalıydık.”
Sonuçta kötü örneklerin yüzünden kendi kavramlarımızdan da uzaklaşıyoruz. Özümüze dönmeden, kendi millî manevi değerlerimizi bilmeden hiçbir değerimizle buluşamayız. Buluşmamız, kavuşmamız cihadın tecellisi olur.