• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Şevki Yılmaz
Şevki Yılmaz
TÜM YAZILARI

“İslam Sözleşmesinin İbadi İlkeleri!” (1)

29 Kasım 2019
A


Şevki Yılmaz İletişim: [email protected]

 

Bismillahirrahmanirrahiim

Doğumuyla şereflendiğimiz Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) Efendimize Bizi Ümmet kılan Yaratıcımız, Yaşatıcımız ve Yöneticimiz Allahımıza hamd; Başöğretmenimiz, Önderimiz, sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a) Efendimize, tüm Peygamberlerimize, izinden gidenlere, Ehl-î Beyti’ne, Ashabına, canımız Ana ve Babamıza, Mümin kardeşlerimize, Allah (c.c)’ın ilke ve inkılabı İslam’a tabi olanlara, Din ve Vatan muhafızı Gazi ve Şehidlerimize salat ve selam olsun!

Geçen haftaki Cuma Yazımızdaİmani İlkelerden bahsetmiştik! Allah’ın Varlığına, Birliğine, Yaratıcı, Yaşatıcı ve Yöneticiliğine İman edenler yani İnananlar, O’nun emir ve Yasaklarına boyun eğerek “Kesin hakikatlerle yüz yüze kalacağın Ölüm gerçeğini tadıncaya kadara Rabbin olan Allah’a kulluk et!”(Hicr S. 99) emri ilahisine boyun eğerler!

İman; inanmak yani güvenmek, Mü’min ise Allah’a güvenen (Teğabun S.13) ve kendisine güvenilen kul manasınadır!

Başöğretmenlerimiz Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a) Efendimizi ve diğer Peygamber (s.a ) Efendilerimizi tanımak ve Onların Kulluk Planındaki yaşayarak gösterdiği İbadi (Kulluk) görevlerini yerine getirmek Allah’a imanın, İnancın yani güvenin gereğidir!

Allah’a İmanının sevginin ve saygının ispatı ibadettir! Abd (Kul) kökünden gelen İbadet, Kulların Allah’a karşı, Kulların Kullara karşı ve hatta Kulların canlı cansız tüm yaratılanlara karşı sorumlulukları, hakları, ödevleri, dersleri ve vazifeleri manasınadır! Ve İbadet hayatımızın her safhasını kaplar! Ve İbadetler;

Bedeni İbadetler!

Mali İbadetler!

Hem Beden hem Mali İbadetler!

Sadece Cihad İbadetine mahsus hem beden hem mal hem de Can ile yapılan İbadet diye dört bölümdür!

Ve bu ibadetlerinde özeti;  

“Halıkı ta’zım, mahlûka şefkat ve güzel ahlak!”tır! (Manası; Yaratıcımız Allah’a saygı, hürmet ve kulluk!, Yaratılanlara şefkat ve merhamet! Ve tüm siyasi, sosyal ve ticari ilkelerde güzel ahlak!)

Barış Manasına gelen İslam; Tüm İnsanların Akıllarının, Canlarının, Namuslarının, Mallarının ve İnançlarının dokunulmazlıklarını sağlayan Dini ilkelerin adıdır! Müslüman Allah ile barışan, fert aşle toplum barışının tesisi için Çalışan ve İslam’ın İbadet İlkelerini yaşamak, yaymak ve korumak için mücadele eden kişidir!

Kulun Allah’a karşı sorumluluklarına Ameli Kulluk ilkeleri, Kulun Kullara ve diğer Varlıklara ait sorumluluklarına da Ahlaki ve sosyal Ameli İlkeleri diyoruz! Ve hepsi de sevgi, saygı, şefkat ve merhametin gereğidir!

İslam Sözleşmemizin yazmakla bitirilemeyecek Ameli Kulluk ilkelerin en önemlisi Cihad, Namaz, Zekât, Hac ve Oruç gibi emredilen İbadetleridir! Ve İslam Binasının temel ana direkleridir!

Uygulanması Devlet eliyle her Müslümana farz olan Medeni Aile Hukuku, Miras Hukuku, Ceza Hukuku, Ticaret Hukuku, Borçlar Hukuku, Muamelat vs. diğer İslami Hukuk İlkeleri bu beş temel ana direkler üzerine kurulur ve ancak bu beş temel ilke ile korunur! Ve uygulanır!

Ve Allah ve Resulüyle savaşmak olan Faiz, İhtikar, karaborsa vs.. gibi Ticarette sahtekarlık, Zina, Fuhuş, Kumar, Alkol, Esrar Eroin Kıtal vs. gibi kaçınılması emredilen yasaklara itirazsız uymamızda İslam Sözleşmemizin Ameli kulluk ilkelerimizin ana prensipleridir!

Namaz, akıl sahibi İnsan ve Müslüman olma nimetinin, Zekât ve Hac; mal makam nimetinin, Oruç; sağlık, sıhhat nimetinin, Cihad Dinimiz İslam’a ve Vatanımıza sahib olma nimetlerinin Sahibi olan Allahımıza karşı şükür yani teşekkürüdür! “Hepiniz kulluk görevlerinizi yaparak Allah’a yönelin. Kulluk bilinci ve sorumluluğu gereği Emir ve Yasaklarına karşı gelmekten sakının! Namazınızı dost doğru kılın! Müşriklerden olmayın…”( Rum S.31)

Tüm İbadetlerin ana hedefi;

Salat (Namaz)’ın Türkçe manasında olduğu gibi Allah’a karşı aşırı Sevgi ve Saygıdır! Saygı duruşudur! Sadakattir! Azabından Korunmadır! Günahlarımızdan Arınmadır! Duadır! Yakarış ve Yalvarıştır! Şeytanlara uzak sadece Allah’a yakın (Mukarreb) kul olabilmeyi başarabilmektir! Her emrine ve Yasağına Secde ederek boyun eğmektir! Dünya, Kabir ve Ahiret’teki Hayatımızı Cennete çevirmektir!

Üstadımız Necib Fazıl (r.a)’ın “Dünyayı verseler iki gözünü vermezsin! Sana bu iki gözü bedava verene niçin secde etmezsin” dediği gibi tüm ‘’ibadetleri yapmak ve emir ve yasaklarına uymak Kulun Allah’a secdesidir!’’ (Hac S.77)

“Allah’ın sana verdiği nimetlere şükürle Ahiret yurduna hazırlan! Dünyadan da nasibini unutma’ Allah sana nasıl iyilik yaptıysa sende zekâtla sadakayla, infakla yani ihsanla İnsanlara iyilik yap! Zekâtı, Sadakayı, İnfakı, Hayrı ve ihsanı terk ederek bozgunculuk yapma. Terörist olma! Zira Allah teröristleri ve bozguncuları sevmez!” Kasas S.77)

Hz. Âdem (a.s)’in yaratılışını kabul manasına Secdeyi reddeden Şeytan pişman olmayıp isyanını savununca İblisleşti. Yani Rahmeti ilahiden Ümidini ebedi kaybetti!

İsyan edip tövbe etmeyen ve günahını savunan Şeytan kuluna torpil yapmayan Allah (c.c), isyan ettikten sonra tövbe ederek pişman olmazsak İnsan Kulları olan bizlere mi torpil yapacak!

Akıllı İnsan; işini şansa, tesadüfe ve af umuduna bırakmadan Dünya Hayatında yaşarken Allah’a ve Kullarına ait hak ve görevlerini yerine getirmek için gayret edendir!

İslami Sözleşmenin aile ve topluma karşı davranış ölçülerimizi belirleyen Ahlaki İlkelere gelince Haftaya İnşallah!

“Allahım! Seni anmak, Sana teşekkür etmek ve sadece Sana Kulluk görevlerimizi en güzel şekilde yapmak için Bize yardım eyle!” Amiin!

Salı Akşam saat 20.30’da, Akit TV ve Kanal 68 TV’den canlı olarak yayınlanan “MİLLİ DİRİLİŞ” programında buluşmak ve daha kapsamlı konuşmak duasıyla Allah’a emanet olunuz.

Selam, sevgi ve duayla...

 

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

turgut ertav

Nisa suresi,34.ayet hakkında bir tefsir duyuruyorum:“Koruyucu ve yönetici” olarak çevrilen kelime, اَلْقَوَّامُ (kavvâm)dır. Kavvâm; bir işe bakan ve onu gereği gibi yapıp sonuçlandırmaya önem veren mânasını taşır. Buna göre erkekler kadınların genel anlamda hâkimi olmakla birlikte, bu hâkimiyet mutlak ve keyfî değil, “Bir kavmin efendisi, ona hizmet edendir” (Deylemî, Müsned, II, 324) hadisindeki mânaya uygun olarak, hizmet etme anlamını da içinde barındıran bir hâkimiyettir. Böylelikle, Kur’ân’ın belirlediği aile ve toplum içindeki iş bölümünde, kadınla erkek arasında mutlak bir eşitlikten bahsetmek doğru değildir. Ancak her iki cinsin fıtratlarına uygun düşecek bir işbölümünden ve dayanışmadan söz etmek mümkündür. Âyette kocaların eşleri üzerindeki değil de, genel olarak erkeklerin kadınlar üzerindeki koruyuculuk ve yöneticiliğinden bahsedilir. Erkeklerin bu özelliği de, biri fıtrî, diğeri ise kesbî ve içtimâî nitelikte olan şu iki sebebe bağlanır: Birincisi; Allah insanların bir kısmını diğerlerinden daha üstün özelliklerle yaratmıştır. Burada genel olarak erkeklerin kadınlara nispetle fıtraten bir üstünlüğe sahip oldukları anlaşılır. Ancak söz konusu edilen ve erkeğin yaratılıştan sahip olduğu üstünlük her bakımdan değil, “kavvâm”lık vazifesinin gerekleri olan bazı hususiyetlerdir. Fizikî güç, aklî olgunluk, idarî kabiliyet gibi özellikler bunlar arasında sayılabilir. Bununla birlikte, âyet-i kerîme, bu üstünlüğü mutlak mânada erkeklere hasretmemiş, bazı insanları diğer bazılarına üstün kıldığını ifade eden bir üslupla nâzil olmuştur. Buradaki söz gelişinden, erkeklerde bulunup kadınlarda olmayan bazı hususiyetler öncelikle anlaşılması lazımdır. Şunu da belirtmek gerekir ki, her erkeğin her kadından bu noktada üstün olduğunu söylemek doğru değildir. Fert fert karşılaştırmak yerine, cins olarak genel mânada erkeğin kadından yöneticilik bakımından üstün olduğu söylenebilir. Ancak bazı kadınların bazı erkeklerden bu hususta daha ileri olduğu da müşâhede edilen bir durumdur. Ayrıca kadın cinsi de erkek cinsinde bulunmayan bazı fıtrî özelliklerle mücehhez kılınmıştır. Bu sebeple her iki cinsin birbirine çeşitli yönlerden muhtaç ve bağımlı olduğu unutulmamalıdır. Yine bu ifade tarzından, erkeğin “kavvâm” olabilmesi için sözü edilen üstünlüklere sahip olması gerektiği anlaşılır. İkincisi; erkekler mallarından harcama yapmaktadırlar. Yani aile geçimini ve diğer mâlî yükümlülükleri üstlenen cins erkektir. İnsanlık tarihinin ilk dönemlerinden itibaren genellikle ailenin geçimini sağlayan taraf erkek olmuştur. Nitekim mirasta kadının erkeğe göre yarım hisse alması da bu noktayla alakalıdır. Günümüzde kadınlar iktisâdî hayata önemli ölçüde dâhil olmakla beraber, büyük çoğunluk itibariyle aynı durum devam etmektedir. Ailenin teşekkülünü sağlayan temel esaslar olan karı-koca, aile hayatını Allah’ın rızâsına uygun bir şekilde yürütebilmek için bazı dînî, hukukî, ahlâkî kâidelere uymak mecburiyetindedirler. Bu kâidelere uyulduğu müddetçe ciddi bir problem çıkmayacaktır. Ancak taraflar bu kâidelere uymazsa çeşitli yaptırımlar devreye girecektir. Bu sebepledir ki, bu âyet-i kerîmede kadının, 128. âyette ise kocanın hukuku çiğnemesi söz konusu edilerek, problemin çözümü için bazı tedbirler konulmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’e göre kadınlar, aile hukukuna riayet edip etmemelerine göre iki sıfatla vasıflanır: “Sâliha” ve “nâşize”. Sâliha kadınlar itaatkârdır. Onların mümeyyiz vasıfları hem Allah’a hem de eşlerine itaatkâr olmalarıdır. Bunlar ilâhî kanunlara uygun davranır, ailenin namus ve şerefine leke sürmezler. Resulullah (s.a.s.), böyle sâliha ve dindar kadınları överek şöyle buyurmuştur: “Kadınların en hayırlısı, yüzüne baktığında seni mutlu eden, bir şey yapmasını istediğinde itaat eden, yanında bulunmadığın sırada gerek nefsi ve gerekse malın açısından seni korumaya çalışan kadındır.” (Ebû Dâvûd, Zekât 32; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 251, 432) “Dünya geçici bir faydalanmadan ibarettir. Onun fayda sağlayan en hayırlı varlığı dindar kadındır.” (Müslim, Radâ‘ 64) “Bir kadın beş vakit namazını kılar, orucunu tutar, namusunu korur ve kocasına itaat ederse; ona «Cennete istediğin kapıdan gir» denilir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 191) Bir kadın, şayet “kavvâm”lık vazifesini layıkıyla yerine getiren bir kocaya karşı itaatsizlik, bahsedilen kâidelere karşı çıkma ve başkaldırma alâmetleri gösterirse, âyet-i kerîme kocanın alması gereken bazı tedbirleri bildirir. Bu tedbirler sırasıyla şöyledir: › Nasihat etmek, › Yatakta yalnız bırakmak, › Yüze vurmamak ve yara bere bırakacak tarzda olmamak şartıyla hafifçe dövmek. Dövmekle alakalı unutulmaması gereken şu üç noktaya dikkat etmek gerekir. Birinci olarak, erkek ailevî vazifelerini yerine getirmiş ve kavvâmlık çerçevesine giren mesuliyetlerini ifa etmiş olmalıdır. İkinci olarak, burada dövülmesi söz konusu edilen kişi, ailenin şeref ve haysiyetine aykırı hareket eden, itaatsizliği ve baş kaldırması söz konusu olan ve diğer tedbirler kâr etmeyen bir kadındır. Dövme işi, boşanmaya gidilen bir yolda, ailenin bozulmaya yüz tutan bir yönünün ıslahı için son çarelerden biri olarak zikredilmektedir. Üçüncü olarak da, hiçbir âlim ve müfessir kadının feci bir surette dövülebileceğine cevaz vermemiş, bilakis dövmenin hafif, iz bırakmayacak, zarar vermeyecek, yüze gelmeyecek şekilde olması gerektiği ısrarla belirtilmiştir. Bütün bunlardan sonra, ibaresi apaçık olan bir hususu farklı amaçlarla, farklı zihniyetlerle tevil yoluna gitmek caiz değildir. Şunu da göz ardı etmemek lazımdır ki, ayet-i celilede son çare olarak sunulan dövme fiili, hiçbir zaman istenen bir durum olmamakla ve bütün kadınlara şamil bulunmamakla beraber toplum kapsamlı olarak incelendiğinde bazı kadınların hafif de olsa şiddet kullanmaktan başka bir dilden anlamayacakları gerçeğidir. Kadınla ilgili konulara kadın duygusallığı içinde yaklaşan bazı dar görüşlü kimseler sanki Allah kelamında bir yanlış varmış gibi bir gayret içine girip anlamı gayet açık ve net bulunan bir kelimeyi, bir tabiri, bir gerçeği tersine çevirip gerçek dışı bir yoruma zorlamaktadırlar. Kocasına daimi itaatsizlik halinde olan, ailenin itibarını hiçe sayarak davranan, sözden anlamayan, yerine göre kocasına şiddet kullanmayı düşünen bir kadını te’dib edip yuvayı yıkılmaktan kurtarmaya çalışmak ve bu formülü başka hiç çare kalmamışsa son çare olarak uygulamakta bir mahzur yoktur. Şimdilerde karısı tarafından şiddete maruz kalan erkeklerin sayısı artmasına rağmen birçok kimse görmezlikten gelirken, böyle bir konuda feminist yaklaşımların kendilerini nerelere götüreceğini hesaplamayan basîretsiz kişiler düşünmeden ve toplumu tanımadan konuşmaya devam etmektedirler. Bu açıklananların yanında, dinimizin hukukî kâidelerden başka ahlâkî tavsiyeleri olduğu da unutulmamalıdır. Bazı durumlarda uygulanabilecek ihtimaller, fetva ve takvâ yolları olarak iki şekilde mülahaza olunabilir. Bu bakımdan, âyet-i kerîmede gerekli durumlarda ve şartlarına uygun biçimde dövme izni yer almakla birlikte, Peygamber Efendimiz (s.a.s.) erkeklerin eşlerini dövmelerini menetmiş (Buhârî, Nikah 93), kendisi de hayatı boyunca hiç kimseye elini kaldırmamıştır. Resulullah (s.a.s.), hanımlarıyla zaman zaman sıkıntılı günler yaşamış, aralarındaki kıskançlık neticesi mübârek gönlünü huzursuz eden durumlarla karşılaşmış, hatta dünyalık isteklerinden bunaldığı için bir ay boyunca bütün eşlerinden ayrılıp tek başına inzivaya çekildiği bir dönem dahi olmuş, buna rağmen asla hiçbir hanımına değil el kaldırmak, kırıcı bir söz dahi söylememiştir. Böyle bir Peygamberin ümmeti olan müslümanlara da kadınlara karşı onunki gibi bir inceliğe sahip olmaya çalışmak yaraşır. Gönül ehli bir âlim şöyle der: “Kadının bir eziyetine katlanmak, aslında yirmi eziyetinden kurtulmak demektir. Bir eziyete katlanınca çocuğunuzu tokattan, tencerenizi kırılmaktan, buzağınızı dayaktan, kedinizi itilip kakılmaktan, elbisenizi yanmaktan, misafirlerinizi de bırakılıp gitmekten kurtarmış olursunuz.” Resûlullah (s.a.s.), erkekleri hanımların eziyetlerine karşı daha müsamahakâr olmaya teşvik için şöyle buyurur: “Dünyada hiçbir kadın eşine eziyet etmez ki hûrilerden olan eşi ona şöyle çıkışmasın: «Allah canını alsın. Ona eziyet etme. O senin yanında misâfirdir. Yakında seni bırakıp bize gelecek!»” (Tirmizî, Radâ‘ 19). Bütün bu tedbirler faydalı olduğu ve serkeşlik yapıp başkaldıran kadın bu davranışından vazgeçtiği takdirde, artık ona haksızlık yapmak için kocanın herhangi bir bahane araması, sözlü veya fiilî olarak eza etmesi zulümdür, caiz değildir. Aksi takdirde karşısında çok yüce olan Allah’ı bulur ki, Allah’ın zulmeden erkeğe karşı olan kudreti, erkeğin kadına karşı olan kuvvetinden çok daha büyüktür. Bütün bu aile içi önlemler fayda vermez ve aile dağılma noktasına gelirse Yüce Allah son çare olarak şöyle bir çözüm yoluna gidilmesini tavsiye buyuruyor: Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Arsen

Sn: Sefgi Yilmaz, toplumun ne hale geldiğıni anla, yazdiğın köşeyi okuyan yok. 
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23