Uzay çağında mum ışığına mahkûmiyet! “Anlıyoruz” dediler, karanlıkta bıraktılar!
Uzay çağında mum ışığına mahkûmiyet!
“Anlıyoruz” dediler, karanlıkta bıraktılar!
ONUR YILMAZ
Takvimler 2025’i gösteriyor. Uzaya turistik seyahatlerin konuşulduğu, “dijital çağ” ifadesinin artık klişe sayıldığı bir dönemdeyiz. Ama İstanbul’un Avcılar gibi büyük ve yerleşik bir ilçesinde, yaklaşık iki gün boyunca elektriksiz kaldık. Ne ileri teknoloji, ne akıllı şehir söylemleri, ne de büyük laflar... Sadece karanlık vardı.
*
Geçtiğimiz hafta perşembe günü öğle saatlerinde başladı her şey. Ben işimin başındaydım. Hanım aradı; evde elektrik yoktu. Kendisi de gazeteci ve evden çalışıyor. Bilgisayar, internet, telefon... Hepsi mesainin olmazsa olmazı. “Bir saat içinde gelir” diye düşündük. Çünkü 2025 yılında, bir metropolde, elektrik kesintisinin bu kadar uzun sürmesi insanın aklına gelmiyor. Ama gelmedi.
Boğaziçi Elektrik Dağıtım A.Ş.’nin 186 numaralı hattını aradım. Karşımdaki görevli, tahmini bir saat verdi. “Bu saatten önce de sonra da gelebilir” dedi. Bekledik. Gelmedi. Tekrar aradım. Bu sefer verilen saat ileri alındı. Sonra bir kez daha... Her aramada saat değişti, ama karanlık değişmedi.
*
Perşembe geçti, cuma geldi. Elektrik hâlâ yoktu. Cuma günü saat 16.00’da nihayet elektrik verildi. “Oh” dedik. Fakat sevinç kısa sürdü. Saat 18.00’de tekrar kesildi. Akşam 22.20’de yeniden geldi. Toplamda 30 saati aşan bir kesintiden söz ediyorum. İstanbul’da. 2025 yılında.
Bu süre zarfında yaşadıklarımız, klasik bir elektrik kesintisi hikâyesinin çok ötesindeydi. Telefonlarımızın şarjı bitti. Dış dünyayla bağlantımız koptu. Bir ihtiyaç anında elimizi uzatacağımız bir cihaz bile kalmadı. Buzdolabındaki gıdalar bir bir bozuldu. Yiyeceklerimizi, “Rabbim günah yazmaz inşallah” diyerek çöpe atmak durumunda bırakıldık. İsraf sadece ekonomik değil, vicdani bir yük olarak da kaldı.
*
Mesleki tarafı ise ayrı bir mesele. Gazetecilik, iletişimle yapılan bir iştir. Telefon, bilgisayar, internet olmadan iş yapamazsınız. Eşimin bilgisayarı, şarjı yettiği kadar çalışabildi. Benim telefonum, mesleki anlamda elim ayağım olan cihaz, işlevsiz hale geldi. Karanlık sadece evin içinde değildi; işimizde de karanlıktaydık.
Bu süreçte 186’yı kaç defa aradım bilmiyorum. Siz deyin 20, ben diyeyim 30.
Her seferinde aynı cümlelerle karşılaştım;
“Çok haklısınız.”
“Sizi çok iyi anlıyoruz.”
“Mağduriyetinizi üst mercilere ilettik.”
“Size dönüş yapılacak.”
Ama o dönüş bu zamana kadar hiç gelmedi. Ne bir yetkili aradı, ne bir açıklama yapıldı, ne de “kusura bakmayın” denildi.
Anlaşılan o ki, vatandaşın mağduriyetini anlamakla, bu mağduriyeti ciddiye almak arasında büyük bir uçurum var.
*
Sorunun “kablo arızası” olduğu söylendi. Mahalleye enerji sağlayan üç fazdan birinin arızalı olduğu, bu nedenle kesintinin yalnızca birkaç binayla sınırlı kalmayıp tüm mahalleyi etkilediği ifade edildi. Elbette arıza olur. Kimse buna itiraz etmiyor. Ama asıl mesele arızanın kendisi değil; sürecin yönetilememesi.
Bir şehirde, bir ilçede, 30 saatten fazla süren elektrik kesintisi yaşanıyorsa, vatandaşın doğru, net ve dürüst bilgi alma hakkı vardır. Saat verip o saati sürekli ötelemek, beklentiyle oynamaktır. Elektrik temel bir ihtiyaç. Su gibi, hava gibi... Sağlık, güvenlik, iletişim, gıda, çalışma hayatı... Hepsi elektriğe bağlı. Bu kadar hayati bir hizmette yaşanan aksaklıkların, “anlıyoruz” cümleleriyle geçiştirilmesi kabul edilemez.
Bütün bunlar olurken, böyle bir durumun yaşanması ilk değildi. Daha bir önceki hafta da yaklaşık 15 saat süren bir kesinti olmuştu. Bizler yaşadıklarımızla tanık olanlarız; kim bilir, sesini duyuramayan binlerce insan BEDAŞ’ın yetersizliğinden neler çekiyordur. Bu kesintiler, yalnızca elektrik eksikliği değil; güven, emek ve yaşam hakkının kesintiye uğramasıdır.
*
Bu yazıyı bir şikâyet dilekçesi olarak kaleme almıyorum. Çünkü yaşadıklarımız, bir dilekçeyle geçiştirilecek kadar basit değildir. Bu bir bağırış da değil; sesini yükseltmek zorunda bırakılan bir vatandaşın not düşmesidir. Bugün kesilen sadece elektrik değildir. Güven duygusu kesilmiştir. Hesap verilebilirlik kesilmiştir. “Vatandaş bilgilendirilmeli” ilkesinin elektriği de çoktan gitmiştir.
Elektrik geldiğinde mesele bitmiş sayılmamalıdır. Çünkü bozulan sadece gıdalar değil, aksayan sadece işler değildir. Evinden çalışan, emeğiyle geçinen, sorumluluğunu yerine getirmeye çalışan insanların hakkı da ziyan olmuştur. Bunun adı mağduriyettir ve bu mağduriyetin bir muhatabı olmak zorundadır.
*
Buradan açıkça soruyorum; 30 saati aşan bir kesintide, tek bir yetkilinin dahi geri dönüş yapmaması normal midir? Saatlerce yanlış ya da sürekli değişen bilgiler vermek hizmet anlayışı mıdır? Elektriğin olmadığı bir evde hayatın durduğunu bilmemek mümkün müdür? Yoksa biliniyor da, önemsenmiyor mu? Bu soruların cevabı verilmedikçe, yaşanan her kesinti sadece bir arıza değil, bir ihmaldir. Ve ihmal, süreklilik kazandığında adı sistemsizlik olur. Vatandaşın beklentisi mucize değildir. Net bilgi, makul süre ve sorumluluk sahibi muhataplar istemek, bu ülkenin insanı için fazla bir talep olmamalıdır.
*
Peki, “Bu kadar uzun bir elektrik kesintisi sonrası tazminat alınabilir mi?” diye soracak olursanız, cevap net... Evet, alınabiliyor. 23 Ekim 2025’te Resmi Gazete’de yayımlanan Elektrik Kalite Yönetmeliği’ndeki değişiklikle birlikte, uzun süreli kesintilere karşı tazminat ödemeleri daha net bir çerçeveye oturtulmuş durumda. 1 Ocak 2026’dan itibaren, tazminat hesaplama formülü belirli bir düzenle yapılacak ve ödemeler, dağıtım şirketlerinin faturalarından direkt olarak düşürülecek. Ayrıca, bu ödemelerin 20 gün içinde yapılması zorunlu olacak. Eğer ödeme yapılmazsa, şirketin gelirlerinden kesinti yapılacak. Yani, bu tür kesintiler sonucu mağduriyet yaşayanlar artık haklarını daha hızlı ve doğrudan alabilecek. Bu düzenleme, haklı mağduriyetlerin bir nebze de olsa karşılanması adına önemli bir adım olsa da, asıl çözüm, kesintilerin yaşanmaması için gereken altyapının sağlanması ve şirketlerin sorumluluklarını yerine getirmesidir.
Muhabbetle.