• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Latif Erdoğan
Latif Erdoğan
TÜM YAZILARI

FETÖ’nün arka bahçesi…

06 Şubat 2021
A


Latif Erdoğan İletişim: [email protected]

Sanırım 1991 yılıydı. Dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, Güneydoğu illerimizden birinde, yolda oynamakta olan küçük bir Kürt çocuğuna “vara vara” diye seslendi. Günümüz açısından bakıldığında gayet normal, sıradan bir olay gibi görünse de o gün için bu jest çok önemliydi. Çünkü bu davranış Kürtlerin kendi anadillerini konuşabilmelerine konan resmi yasağın zamanaşımına uğramaya başladığının ilk işaretiydi. Ve bu olay günlerce gazete manşetlerinden düşmedi, hemen hemen bütün köşe yazarlarının konusu oldu, televizyon kanallarında tartışıldı.

Bu vesileyle benden de “Güneydoğu sorunu ve çözüm yolları” başlığını taşıyan bir konferans talep edildi. Kabul ettim. Bir sene kadar Tatvan’da vaizlik yapmış, Doğu ve Güneydoğunun problemlerini yakından görmüştüm. Orda edindiğim tecrübelerle birlikte asıl problemin neler olduğunu ve bu problemlerin çözümü gerçekten isteniyorsa neler yapılması gerektiğini kendi düşüncelerim olarak muhatabım olan üniversiteli gençlere aktarmıştım. Konferans, ciddi alaka uyandırdı, sözüm alkışlar sebebiyle sık sık kesildi. Konferans sonunda katılımcı gençler uzun süre daha çevremden ayrılmadı. Hususi diyebileceğimiz sohbetimiz, konferanstan daha uzun sürdü…

Beni davet eden talebe kulübünün gençleriyle baş başa kalınca “Abi, iki hafta önce Yusuf İslam’ı davet etmiştik ancak bu kadar kalabalık olmuştu. Eğer imam abiler, kesinlikle üst sınıftakiler katılmasın, öğretim üyeleri asla iştirak etmesin, diye talimat vermeseydiler bu kalabalığın iki- üç misli daha olurduk. Yine de katılım çok iyiydi. Hatta kalabalığı görünce Rektör yardımcısı hocamız bile hayret etmiş, burada neler oluyor, diye gelmiş. Dinleyenler arasında o da vardı” dediler.

Bir sene sonra aynı üniversiteye yine konuşmacı olarak davet edildim. Konumuz “Bilgi Toplumu” başlığını taşıyordu. Üniversiteye yeni bir konferans salonu yapılmıştı ve ilk konuşmacı da bendim.  Salon gayet genişti ve tamamen de doluydu. Soru-cevap bölümü de gayet coşkulu oldu. Beni davet eden gençler, aynen bir önceki senenin mazeretini ileri sürdüler ve “Eğer abiler katılım adına sınırlama getirmeseydiler, kalabalık birkaç misli çok olurdu” dediler.

İşte Boğaziçi Üniversitesi, otuz sene önce FETÖ tarafından böylesine kuşatılmıştı. Oradaki faaliyetler, aynen askeriye, emniyet, yargı gibi mahrem tutuluyor, gizlilik üzerine sürdürülüyordu. Büyümeler geometrikti. Otuz sene önceki FETÖ büyümesinin otuz sene sonra hangi seviyeye gelmiş bulunabileceğine dikkat çekmek için bu iki anekdotu sizlere aktarmış oldum.

 Cumhurbaşkanımız  Recep Tayyip Erdoğan,  Prof. Dr. Melih Bulu’yu Boğaziçi Üniversitesine rektör atamakla, FETÖ ile mücadele adına çok önemli bir hamle yapmıştır. Boğaziçi Üniversitesi, FETÖ için dershanelerden çok çok daha önemli stratejik bir alandır. Onun için de buradaki direnme, dershanelerin kapatılması sürecindeki direnişten çok daha şiddetli ve stratejik olacaktır. Diğer terör gruplarını öne geçirip kendileri biraz daha geri planda durmaları ondandır. Fakat hiç kuşkunuz olmasın, Boğaziçi Üniversitesindeki gösteri ve protestolar, yaşamaları muhtemel tasfiyeleri önlemek adına birinci elden FETÖ tarafından organize edilmektedir.

Boğaziçi Üniversitesinin FETÖ için neden bu kadar önemli olduğu meselesini de isterseniz biraz açayım.

Boğaziçi Üniversitesini kazanıp orada okuyan gençler, çoğu itibariyle akıllı, zeki gençlerdir. Bu gençler, akıl ve bilgi yönüyle kendilerine yetecek donanıma da sahiptirler. Onların aç olan ve açıkta kalan yanları duygusal  yanlarıdır. FETÖ, bu gençlere onların en zayıf olan bu yanlarıyla yaklaşır, beyin yıkama ameliyesini onlarda bu alanda gerçekleştirir. Duygusal alanda beyin yıkama ameliyesi için gerekli malzeme FETÖ’nün elinde gayet boldur ve her zaman güncellenme imkanına da sahiptir. Aynı zamanda duygusal beyin yıkamanın muhataptaki tesiri, aklı ve mantığı ikna yoluyla yapılan beyin yıkamadan hem daha tesirli hem daha kalıcıdır. Bu özelliği sebebiyledir ki, FETÖ’nün mahrem imamlar kadrosunu oluşturan en güvenilir elemanların çoğu Boğaziçilidir. Duygusal bağlılıkları sebebiyle en kolay idare edilen, sorunsuz elemanlar da yine onlardır.   

Boğaziçi Üniversitesini FETÖ için önemli kılan bir başka  unsur da oradaki  FETÖ’cü akademisyen  kadronun  işin başında, ortasında, sonunda hep kripto olarak kalabilmeleridir. Bunlar Amerikancı ve Atatürkçü kimliklerini hep öne çıkarırlar. İçlerinde mason olmayan yoktur. Kesinlikle namaz kılmazlar, oruç tutmazlar. Bütün dini argümanlarla aralarına mesafe koyarlar. Siyasi tercihleri daima CHP’den yanadır. Bayan elemanlar,  laikçiliği ve başörtüsü karşıtlığını kimseye bırakmazlar.

Eğer FETÖ yapılanmasından arındırılabilirse, hem FETÖ’ye çok önemli bir darbe daha vurulmuş hem de bu seçkin üniversitemiz FETÖ’nün arka bahçesi olma gibi bir batak zeminden ebedi kurtarılmış olacaktır.  

 

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

emre

Allahın izni ile Sn.Erdoğan gösterdi bize bu güzel günleri.O olmasaydı belki bugün siz hala Feto nün izinden gidiyor olacaktınız.Birde hep eskilerle alakalı şeyler anlatıp çözüm önerisi sunmak yerine hep ben hep ben diyorsunuz.Bize esas türkiye nasıl daha da büyüyecek onun yollarını gösterin Latif hocam.Yoksa biz hikaye dinlemek istemiyoruz.Hikayeden sonra çözüm istiyoruz.Lütfen çözümede odaklanın.İyi yazılar dilerim şimdiden.

Mehmet Kutlula

Biz, Fethullah Hoca’nın sıkıntı çıkaracağını sezdiğimiz için - 1973 olabilir- Hocayı İstanbul’a çağırdık. Bu sezgimiz delillere dayanıyordu. Fethullah Hoca’nın etrafında bir takım insanlar toplanmış, hocaya bazı makamlar izafe ediyorlardı. Kimisi ‘Hz. İsa,’ kimisi ‘Mehdi,’ kimisi de ‘Kahtani’ diyordu. Hocaya aşırı iltifatlar yapılıyordu. Bundan dolayı da bazı yerlerde, ‘Fethullah Hoca namına,’ ona bağlı olduğunu söyleyen insanlar tarafından dershaneler açılıyordu: Edremit, Çanakkale gibi. Biz sür’atle bunun üzerine gidilmesi lâzım geldiğini, aksi takdirde parçalanmaya, bölünmeye gidileceğini ortaya koyduk. İstanbul’da, Hizmet Vakfı’nda, Fethullah Hoca’nın da bulunduğu bir toplantı düzenledik. Bütün arkadaşlar, ağabeyler vardı. Fethullah Hoca’ya şunları söyledim: ‘Bak böyle böyle bir hadise var. Biz aynı Üstadın talebeleriyiz. Nur Talebesiyiz. Böyle ayrı bir hareket, ‘size bağlı, bize bağlı’ diye bir durum olamaz. Kim bunu yapıyorsa, bize istinaden yapıyorsa bunun haddini bildirelim. Size bağlı görünüyorsa siz onun haddini bildirin, bu mesele bitsin.’ Hoca şu cevabı verdi: ‘Ben sizin gibi düşünmüyorum. Bunlar olabilir. Hatta bunlar Asr-ı Saadet’te de olmuş. Hatta biliyorsunuz Sahabeler kemiklerle birbirlerinin üzerine yürümüşler. Ben de böyle farklı oluşumların olabileceğine inanıyorum. Böyle oluşumların üzerine, sizin anladığınız tarzda, şiddetle gidilmesi taraftarı da değilim.’ Konuşmamız karşılıklı olarak şöyle devam etti: ‘Onlar Sahabeydi. Hepsi içtihada yetkiliydiler. Fakat biz böyle değiliz. Biz aynı Üstadın talebeleriyiz. Bizim böyle içtihat yetkimiz yok. İçimizde böyle bir meselenin olmaması lâzım.’ Hoca kabullenmedi. Ben yine şunu söyledim: ‘Siz böyle devam ederseniz, biz size tavır koyarız. İçimizde böyle bir oluşuma imkân ve fırsat vermeyiz.’ Hoca, ‘Sizin bileceğiniz iş’ dedi. Sonuçta Fethullah Hoca kendi yolunu çizdi, ama bizim cemaatimizden fazla adam alamadı. İzmir’deki bazı arkadaşlar hariç. Eğer alınan kararlar gereği ağabeyler de meselenin üzerine ciddiyetle gitseydi, Fethullah Hoca noktasında böyle bir duruma gelinmezdi.” (Mehmet Kutlular / İşte Hayatım isimli kitabı)
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23