FETÖ’nün arka bahçesi…
Sanırım 1991 yılıydı. Dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, Güneydoğu illerimizden birinde, yolda oynamakta olan küçük bir Kürt çocuğuna “vara vara” diye seslendi. Günümüz açısından bakıldığında gayet normal, sıradan bir olay gibi görünse de o gün için bu jest çok önemliydi. Çünkü bu davranış Kürtlerin kendi anadillerini konuşabilmelerine konan resmi yasağın zamanaşımına uğramaya başladığının ilk işaretiydi. Ve bu olay günlerce gazete manşetlerinden düşmedi, hemen hemen bütün köşe yazarlarının konusu oldu, televizyon kanallarında tartışıldı.
Bu vesileyle benden de “Güneydoğu sorunu ve çözüm yolları” başlığını taşıyan bir konferans talep edildi. Kabul ettim. Bir sene kadar Tatvan’da vaizlik yapmış, Doğu ve Güneydoğunun problemlerini yakından görmüştüm. Orda edindiğim tecrübelerle birlikte asıl problemin neler olduğunu ve bu problemlerin çözümü gerçekten isteniyorsa neler yapılması gerektiğini kendi düşüncelerim olarak muhatabım olan üniversiteli gençlere aktarmıştım. Konferans, ciddi alaka uyandırdı, sözüm alkışlar sebebiyle sık sık kesildi. Konferans sonunda katılımcı gençler uzun süre daha çevremden ayrılmadı. Hususi diyebileceğimiz sohbetimiz, konferanstan daha uzun sürdü…
Beni davet eden talebe kulübünün gençleriyle baş başa kalınca “Abi, iki hafta önce Yusuf İslam’ı davet etmiştik ancak bu kadar kalabalık olmuştu. Eğer imam abiler, kesinlikle üst sınıftakiler katılmasın, öğretim üyeleri asla iştirak etmesin, diye talimat vermeseydiler bu kalabalığın iki- üç misli daha olurduk. Yine de katılım çok iyiydi. Hatta kalabalığı görünce Rektör yardımcısı hocamız bile hayret etmiş, burada neler oluyor, diye gelmiş. Dinleyenler arasında o da vardı” dediler.
Bir sene sonra aynı üniversiteye yine konuşmacı olarak davet edildim. Konumuz “Bilgi Toplumu” başlığını taşıyordu. Üniversiteye yeni bir konferans salonu yapılmıştı ve ilk konuşmacı da bendim. Salon gayet genişti ve tamamen de doluydu. Soru-cevap bölümü de gayet coşkulu oldu. Beni davet eden gençler, aynen bir önceki senenin mazeretini ileri sürdüler ve “Eğer abiler katılım adına sınırlama getirmeseydiler, kalabalık birkaç misli çok olurdu” dediler.
İşte Boğaziçi Üniversitesi, otuz sene önce FETÖ tarafından böylesine kuşatılmıştı. Oradaki faaliyetler, aynen askeriye, emniyet, yargı gibi mahrem tutuluyor, gizlilik üzerine sürdürülüyordu. Büyümeler geometrikti. Otuz sene önceki FETÖ büyümesinin otuz sene sonra hangi seviyeye gelmiş bulunabileceğine dikkat çekmek için bu iki anekdotu sizlere aktarmış oldum.
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, Prof. Dr. Melih Bulu’yu Boğaziçi Üniversitesine rektör atamakla, FETÖ ile mücadele adına çok önemli bir hamle yapmıştır. Boğaziçi Üniversitesi, FETÖ için dershanelerden çok çok daha önemli stratejik bir alandır. Onun için de buradaki direnme, dershanelerin kapatılması sürecindeki direnişten çok daha şiddetli ve stratejik olacaktır. Diğer terör gruplarını öne geçirip kendileri biraz daha geri planda durmaları ondandır. Fakat hiç kuşkunuz olmasın, Boğaziçi Üniversitesindeki gösteri ve protestolar, yaşamaları muhtemel tasfiyeleri önlemek adına birinci elden FETÖ tarafından organize edilmektedir.
Boğaziçi Üniversitesinin FETÖ için neden bu kadar önemli olduğu meselesini de isterseniz biraz açayım.
Boğaziçi Üniversitesini kazanıp orada okuyan gençler, çoğu itibariyle akıllı, zeki gençlerdir. Bu gençler, akıl ve bilgi yönüyle kendilerine yetecek donanıma da sahiptirler. Onların aç olan ve açıkta kalan yanları duygusal yanlarıdır. FETÖ, bu gençlere onların en zayıf olan bu yanlarıyla yaklaşır, beyin yıkama ameliyesini onlarda bu alanda gerçekleştirir. Duygusal alanda beyin yıkama ameliyesi için gerekli malzeme FETÖ’nün elinde gayet boldur ve her zaman güncellenme imkanına da sahiptir. Aynı zamanda duygusal beyin yıkamanın muhataptaki tesiri, aklı ve mantığı ikna yoluyla yapılan beyin yıkamadan hem daha tesirli hem daha kalıcıdır. Bu özelliği sebebiyledir ki, FETÖ’nün mahrem imamlar kadrosunu oluşturan en güvenilir elemanların çoğu Boğaziçilidir. Duygusal bağlılıkları sebebiyle en kolay idare edilen, sorunsuz elemanlar da yine onlardır.
Boğaziçi Üniversitesini FETÖ için önemli kılan bir başka unsur da oradaki FETÖ’cü akademisyen kadronun işin başında, ortasında, sonunda hep kripto olarak kalabilmeleridir. Bunlar Amerikancı ve Atatürkçü kimliklerini hep öne çıkarırlar. İçlerinde mason olmayan yoktur. Kesinlikle namaz kılmazlar, oruç tutmazlar. Bütün dini argümanlarla aralarına mesafe koyarlar. Siyasi tercihleri daima CHP’den yanadır. Bayan elemanlar, laikçiliği ve başörtüsü karşıtlığını kimseye bırakmazlar.
Eğer FETÖ yapılanmasından arındırılabilirse, hem FETÖ’ye çok önemli bir darbe daha vurulmuş hem de bu seçkin üniversitemiz FETÖ’nün arka bahçesi olma gibi bir batak zeminden ebedi kurtarılmış olacaktır.