• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Kenan Alpay
Kenan Alpay
TÜM YAZILARI

Körfez’in yeni esintisi Türkiye’ye ne getirecek?

30 Kasım 2021
A


Kenan Alpay İletişim: [email protected]

 

Kestirmeden ve net konuşma adına ortaya konulan söylemlerin hemen hepsi durumu izah etmek bir tarafa üçer beşer ıskartaya çıkan, geriye dönük hatırlamaya bile layık görülmeyen siyasi polemiklere dönüşüyor sadece. Yaklaşık on yıldır açıktan ve en yetkili mercilerin beyanlarıyla yıkıcı bir rekabet yaşayan Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri arasında geçen hafta zirve yapan görüşme trafiği için de pek yakında ıskartaya çıkmaya aday söylemleri bir kenara bırakarak nasıl bir çözümlemeye yönelebiliriz acaba? BAE Veliahd Prensi Muhammed bin Zayed El Nahyan’ın Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan tarafından Ankara’da askeri törenle karşılanması ve akabinde dokuz farklı alanda doğrudan yatırım ve işbirliği içeren anlaşmalara imza koyulması bölgenin geleceğine dair hangi gelişmeleri işaretliyor acaba? Bu ziyareti doğuran gelişmeleri, yapılan anlaşmaları ve bundan sonra izlenecek muhtemel yol haritasını Türkiye’nin iç gündemine hapsetmeden, siyasi polemiklere ve tozpembe hayallere kurban etmeden tartışmakta fayda olacaktır.

Körfez’in de Açmazlarını Hatırlayalım mı?

Türkiye ve BAE arasındaki buzlar nasıl erimeye başladı, yakınlaşmaya sebep olan faktörler neler ve Ankara’da imzalanan anlaşmalar iki ülke ve bölge için nelerin habercisi olabilir? Öncelikle bu ziyaretin TL’nin hızlı değer kaybı yaşadığı, enflasyon ve işsizlik gibi sıkıntıların atak yaptığı bir vasata denk gelmiş olsa de gelişmekte olan süreçte bu meselenin daha küçük bir pay sahibi olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü iki ülke arasındaki ilişkileri sadece Türkiye merkezli okumak, BAE’nin içine düştüğü açmazları görmezden gelmek ve dahası Biden yönetimindeki Amerika’nın Afganistan’dan çekilirken Taliban’ın mutlak bir zafere yürümesi, İran’la nükleer müzakerelerin yeniden gündeme gelmesi, Katar’a uygulanan ambargo ve kuşatmanın iki yılda çökmesi, BAE ve Suudi Arabistan arasında Yemen başta olmak üzere yıpratıcı bir gerilimin zuhur etmesi ve nihayet Trump’ın öncülüğünde Riyad’ta şeytani küre etrafında kotarılmak istenen projenin bir muammaya dönüşmesi gibi stratejik gerilemeleri görmezden gelerek meseleyi 10 milyar dolarlık yatırımlara hapsetmek hiçbir şey değilse körlüktür.

Burada aralarına sadece virgül koyarak geçtiğimiz her bir husus BAE ve beraber hareket ettiği ülkeler hesabına gittikçe derinleşen bir krizi işaretlemektedir. Bu gibi stratejik kırılmalara hemen hiç değinmeksizin “10 milyar dolarlık yatırım için hazır ola geçtiler” gibi sığ ve çirkin bir söylemle siyasal analizin kenarından dahi geçilemez.

Evet, Türkiye’nin BAE ile de Suudi Arabistan’la da daha genel manada Körfez ülkeleriyle de ilişkileri tazelemeye, geliştirmeye ihtiyaç duyduğu sır değil. Ancak bu ihtiyacın karşılıklı cereyan ettiğini, Körfez monarşilerinin Suriye, Tunus, Mısır ve Yemen’deki halk isyanlarını bastırmak üzere örgütlediği askeri darbe ve terör örgütleriyle Amerika ve İsrail’e daha fazlasıyla mecbur kaldığını fakat bir o kadar da İran’ın saldırılarına daha açık hale geldiğini miyop olmayan her göz, ahmak olmayan her kişi gayet net olarak teşhis edecektir. Peki, Suudi Arabistan ve BAE hakikaten çok mu zayıf, Türkiye’ye veya bölgeye dikte etmek istedikleri şartlar kolayca elimine edilebilir mi? Elbette değil, hâlâ askeri cuntaları besleyecek, terör örgütleri üzerinden bölgeyi destabilize edecek imkânlarını koruyorlar. Ancak şunu da görelim: Esed rejimini ayakta tutmak ve ona uluslararası arenada itibar devşirmek üzere Arap Birliği’ne katma yönündeki gayretleri sürse bile Afganistan’da diplomatik-siyasi ve askeri ilişkilerini geliştirmekten başkaca çıkar yol bulamıyorlar. 

Yatırımın Yaptırım ve İpoteğe Dönüşmesine İzin Verilmemeli

Hevesle girdiği Yemen’den BAE nasıl çıkacağını şaşırdı ve bataklığa dönüştürdüğü Yemen’den hızla kaçarken Suudi Arabistan’ı yalnız ve itibarsız bir ülke olarak geride bıraktı. Aynı süreçte Suudi Arabistan bırakın Yemen’deki Fars-Şii İran etkisini kırmayı bizzat kendi içindeki Şii toplumun ayaklanmasını bastıramaz duruma düştü. Katar’a yönelik ambargo ilan edildiğinde ne kadar da kendilerinden emin gururlu pozlar veriyorlardı oysa. Şimdi Körfez ülkeleri ve Mısır olarak rezilce çöküşe geçen ambargoyu hatırlamak bile istemiyorlar.

BAE’nin desteklediği Libya’daki darbe süreci, Somali’deki terör eylemleri, Suriye’de hem Esed rejimine müzahir hem de PKK-PYD’yi finanse eden tutuma rağmen epeyce yıpratmış, fazlaca zarar vermiş olsa bile Türkiye’ye diş geçiremedi. Bilakis Afganistan’da Taliban’ın zaferiyle sonuçlanan direniş, Dağlık Karabağ’ın Ermenistan işgalinden kurtarılması, PKK veya FETÖ gibi örgütlere karşı elde edilen ezici üstünlük değişen küresel dengelerle birleşince Körfez’den Türkiye’ye doğru meltem esintileri için iklim şartları uygun oluverdi. 

Ancak BAE ve Suud kadar Türkiye’yi ve İslam dünyasını terörize etme hususunda yarış yapan İran’ın son haftalarda sergilediği sırıtışlara da dikkat etmek icap ediyor. Körfez ülkeleriyle gerilim bitme yönünde sinyaller verince İran her zamanki kadim ve profesyonel riyakârlığını devreye sokmaya başladı derhal.

Birleşik Arap Emirlikleri Veliahd Prensi Muhammed bin Zayed hidayete ermiş, adalet duyguları şaha kalkmış filan değil tabii ki. İsrail’le safları sıklaştırma, Amerika’nın bölgedeki nüfuzunu artırma yönünde adım atarken Türkiye engelini, Hamas ve İhvanı Müslimin bariyerini, Müslüman toplumların içten içe kaynayan isyan duygularını daha değişik yol, yöntem ve üsluplarla tasfiye etmenin imkânlarını zorluyor hâlâ. İslami hareketlere nefret ve düşmanlık, İslami direniş ve Müslüman ulemaya karşı besledikleri bitimsiz öfke hususunda BAE, Suudi Arabistan, Mısır ve İran gibi ülkelerin Mekke Müşriklerini de günümüz emperyalist devletlerini de aratmayacak kadar köklü olduğunu yine de unutmamak, akıldan çıkarmamak lazımdır.

İngiltere’nin henüz geçen hafta Hamas’ı terör örgütü listesine aldığını hatırlatalım. Mısır’la beraber Körfez ülkelerinin Türkiye’den İhvanı Müslimin’e yönelik sınır dışı etme veya yayınlarını engelleme yönünde taleplerde bulunması hiç kimseyi şaşırtmasın. Düşmanlık tırmandırılmasın, kontrollü bir biçimde ikili ve çok taraflı anlaşmalar geliştirilsin, Körfez yatırım fonları Türkiye’ye çekilsin elbette. Ancak bunların hiç birisi despotik rejimlerin İslami hareketlere yönelik baskı, tecrit, sınır dışı etme gibi taleplerine karşılık bir bedel olmasın. Türkiye izlediği bölgesel politikaların da etkisiyle her ne kadar ekonomik darboğaza girmiş olsa da kendi içinde daha adil, daha katılımcı ve üretimi de paylaşımı da makul ölçülere çektiği oranda bu süreci sağ salim atlatır. Muhalefetin ahlaksız ve ilkesiz siyasi polemiklerine cevap yetiştirmek, meseleyi pragmatik bir yönelişle izah etmek yerine ahlaki, hukuki ve İslami ilkelere vurgular yaparak ilerlenebileceği, kazanılabileceği hiçbir surette akıldan çıkarılmamalıdır.

 

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

AHMED

Kaleminize sağlık Kenan Bey. Gerçekten önemli ve farklı bir açıdan bakıyorsunuz bu ilişkilere . Umarız hükümet ilkelerinden taviz vermez..

Bir okur

Allah razı olsun çok güzel bir yazı ve analiz olmuş
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23