Hayatın özgürlüğüne uçabilmek
Görsel medyanın toplum şekillendirmesindeki rolü tartışılmaz. Algı değişimini en kolay yoldan sinema ve TV yapmaktadır.
Her gün yeni bir cinayet haberiyle uyanırken, her güne yeni taciz iddialarıyla başlarken, bizi bu hale kimin nasıl getirdiğini hiç birimiz sorgulamıyoruz.
Amerikalı bilim adamları “yenidünya düzenine” geçmek için, toprak işgali kadar kültürel istilanın şart olduğunu söylüyorlar. Buna göre uluslararası piyasalardaki hâkimiyet artarken, ideolojik taarruz buna eşlik edecektir.
Son yıllarda onlarca ülkede milyonlarca kişiyi yenidünya düzeninin toplum mühendisliği için formatlamaya çalışan “kurgulanmış” TV programları gelecek çağın duygusuz robotlarını üretmek için önemli ekran denemeleri olarak kurgulanmaktadır.
Milletçe o kadar hoşgörülü olduk ki entrikalarla, gayr-ı ahlâkî sahnelerle dolu programları bile yüzümüz kızarmadan seyredebiliyoruz.
Dini, milli, kültürel ve ahlaki değerlerimizle alakası olmayan ve insanı kazanmaya odaklanmış bir robot olarak gören Survivor gibi programlar reyting ölçümlerinde birinci oluyor.
Akşam sofrasında elinde kumandasıyla Hacı baba, ıssız bir adada kadınlı erkekli gruplar halinde birbirini kırıp dökenlerin öne çıkarıldığı, çirkin kavgaların yapıldığı, ahlaki değerlerin yerle bir edildiği Survivor’ı pür dikkat izlerken tuttuğu taraf için dua etmekten geri durmuyor.
Evin çocukları karşıt tarafları desteklediği için kendi aralarında kırgınlıklar yaşayabiliyorlar. Evin kızı ve gelini ise ellerindeki akıllı cep telefonlarıyla programdan elenmesini istemediği yarışmacıya SMS atmak için yan odaya kendisini kilitlemekte.
Bu programda “kazanmak isteyen her şeyi yapar, herkesi harcar” mantığı insanların beynine enjekte edilirken, dünya Müslümanları için duasını bile esirgeyen benim mütedeyyin ailem Survivor’daki ada azgınları için zamanını, ilgisini, duasını ve SMS’iyle parasını onlara feda edebiliyor.
Bu programlardaki azgın kişiliksiz kişiler, çocuklarımız tarafından model alınabiliyor. Bu durum ise özellikle çocuklarımızı, ahlaki ve kültürel değerlere karşı duyarsızlaştırmaktadır.
Bu programdaki temel şartlar kapitalizmin de ana kuralıdır. Bu programda yarışmacıların başarı için öngördüğü sinsi ayak oyunları kapitalizmde geçerlidir. Bir orman kanunu olan kapitalizmde de güçlü olan diğerlerini yok eder. Ana kural aynıdır.
İdealist amaçlar için çalışmak, hakkını doğru şekilde aramak, başkalarının yaralarına merhem olmayı dert edinmek, kendini insan olarak olgunlaşmayı gaye edinmek gibi olumlu değer yargılarının yok edilmeye çalışıldığı, milli manevi değerlerinin yozlaştırıldığı, toplumun ahlak anlayışının zedelenmemesine yönelik çabalarla toplumda “algı yönetimi”nin oluşturulmaya çalışıldığı bu ve benzeri programlarla toplumun dengesi bozulmaktadır.
Toplumumuzun ilim, iman, irfan ve edep değerlerine aykırı olan, ahlâkımızı zedeleyici bu programlar toplum yapısına kan kaybettiriyor. Aile yapısı bozulup Türk toplumunun Müslüman kimliği üzerinde tahribat yapılmaya çalışılmaktadır.
Bu ve benzeri programlarla toplumun kültürel dinamiklerine dinamit konulduğu gibi geleceğimizi emanet edeceğimiz gençlerimiz yanlış yönlendirilmekte, düne kadar kutsal gördüğümüz değerler ayaklar altına alınmaktadır.
Toplum kitlesel çapta, ahlaki yozlaşma ile karşı karşıya. En derin içgüdülerimiz gıdıklanıp, aynı zamanda manipüle edilip, uyutuluyoruz.
Mevcut programların pek çoğundaki karakter okumalarına bakılırsa, Türk kültürünün genetik kodlarıyla oynanmakta, adeta genler değiştirilmeye çalışılmaktadır.
Çarpık ilişkileri “seviyeli birliktelik”, nikâhsız yaşayanları kahraman gibi gösteren diziler, çıplak vücutlar üzerinden eşya pazarlayan reklâmlar maneviyatımızı çökertiyor.
Nikâhsız hayat, zina, çarpık ilişkiler, aldatma, lüks yaşam, emeksiz kazanç gibi mefhumların alenen teşvik edildiği TV programları yaptığı yozlaşmayla toplumumuzu tükenme noktasına getirdi.
Beraberliğin, sevginin, fedakârlığın ve paylaşımın zirvesi olan aile kavramı fonksiyonunu yitirirken arkadaşlarımızdan, dostlarımızdan koparıp, bizi robota dönüştürürken hayatımızı dilediği gibi şekillendiriyor.
İzlenenlerin beyninde yaptığı tahribat bir yana, insanı içine kapanık, iletişim kuramayan, maneviyatı çökük, güçsüz bir varlık haline getiriyor.
Ahlaki değerlerin hiçe sayıldığı programlar insanları belli bir hayat tarzını seçmeye, belli markalara yönelmeye icbar ediyor. Böylece içerikten çok biçime, şekle önem atfediliyor. Dış görünüşün önemli olduğu bir dünya oluşturuluyor. Böylece marka hastalığı var edilip, çağdaş idoller oluşturuluyor.
Akıl putlaştırıldığında doğru ile yanlış arasındaki temyiz kabiliyeti ortadan kalkar, niye olmasın bu benim hayatım, benim bedenim anlayışı ortaya çıkar. Bu narsist tutum ise ailenin temel dinamikleri olan, karşılıklı sevgi, saygı, fedakârlık, diğergamlık, sabır, tahammül gibi hasletleri ortadan kaldırır.
Medyada şu an yayında olan, halkın örf, adet, gelenek ve inançlarıyla uyuşmayan, aile birliğini tehdit eden, bazı dizi, yarışma ve evlilik programlarının denetim altına alınması ya da yayından kaldırılması mutlak şarttır.
Televizyonun hayatımızdaki yeri ne kadar büyürse aile içi muhabbetimiz de o kadar küçülüyor. Karşılıklı iletişim etkileşim yerine ekrana bağımlılığıyla eşler birbirleriyle, çocuklar anne babalarıyla sohbet edemez oluyor. Giderek konuşamayan, uyum sağlayamayan, yalnızlaşan bireylere dönüşüyoruz.
Maddi ve manevi sağlığımız bozuluyor.
Televizyon esaretine karşı kendinizi ve ailenizi koruyabilmek için artık televizyonun düğmesini kapatıp, hayatın düğmesini açma zamanı çoktan gelmiş durumda.
Vakit televizyon esaretinden korunup, hayatın özgürlüğüne uçma vaktidir…