Tutarsızlığın tutarsızlığı
Tutarsızlığın tutarsızlığı
ALİ OSMAN AYDIN
Prof. Dr. Mustafa Öztürk Almanya’da yaşıyor. Geçmişte Türkiye’de idi. 24 TV’de program yapıyordu. Muhafazakar kesimin kanallarına sık sık çıkıyor, dini görüşlerini paylaşıyordu.
Kur’an hakkında şöyle demişti: “Peygamber de Allah’ın soyut mesajlarını muhatap olduğu insan kitlesine kendi zihin süzgecinden geçirerek aktarıyor olabilir mi?” Bu ifadesi tartışmaların fitilini ateşledi.
Öztürk’ün protest tavrı bunlarla sınırlı değildi. Geleneksel din anlayışını kıyasıya eleştiriyordu. Haliyle bu söylemler Türkiye’de bir kesimin ciddi tepkisini çekti ve Öztürk ilahiyat fakültesindeki görevinden istifa etti, sonra yurt dışına çıktı.
Yayınlarına, daha doğrusu eleştirilerine oradan da devam etti. Özellikle geleneksel Müslümanlığın tüm kabullerini hırpaladığı videoları internette ilgi gördü. Tavrı zamanla fazlasıyla keskinleşti ve dindarlar üzerinde yoğunlaştı. Bundan dolayı bir gün Fatih Altaylı’da bir gün Ruşen Çakır’da görünür oldu. Onların verdiği paslarla eski mahallesine, türlü numaralarla, beklenmedik yerlerden gol atmaya çalıştı.
***
Geçenlerde bir arama yaparken kendisinin son Osmanlı şeyhülislamlarından Mustafa Sabri Efendi hakkındaki bir videosuna denk geldim.
Öztürk, Sabri Efendi’nin düşünce yapısını, birçok argüman öne sürüp, “tutarsızlıkla” itham ederek çürütmeye çalışıyordu.
Yani, “böyle tutarsız birinin söylediklerine itibar edilmemeli” demeye getiriyordu.
Öztürk, Sabri Efendi’nin eserlerini okumuş mu bilmiyorum. O videoyu izleyen pek çok insanın Sabri Efendi’nin herhangi bir kitabını okuma ihtiyacı hissetmeyeceklerine de eminim. Çünkü “böyle tutarsız bir insanın” kitabını okuyarak vakit kaybetmek istemeyeceklerdir(!).
Halbuki Sabri Efendi’nin ne dediğini anlamak için önce eserlerine bakıp, öne sürdüğü delilleri enine boyuna düşünmek gerekiyor. Görülecektir ki, Sabri Efendi, milli mücadeleden neredeyse 10 yıl önce, istibdada meyilli yönetimler karşısındaki eleştirel tavrını çok net ortaya koymuş biri.
Beyanü’l Hak’ta İttihatçıların Milliyetçilik ve Turancılık gibi siyasetlerini kıyasıya eleştiriyor mesela. Şer’i mahkemelerin Meşihat’ı İslamiye’den alınarak Adliye Nezareti’ne bağlanmak istenmesi gibi, “laik” sisteme gidecek yolu açan hamlelerin en önemlisine ilk anda karşı çıkıyor. İttihatçıların orduyu siyasete alet etmesini tenkit ediyor.
Elmalılı Hamdi Yazır ile birlikte İttihat ve Terakki’den ayrılarak Ahali Fırkasını kuruyorlar ve İttihat ve Terakki siyasetine cepheden hücum ediyorlar.
Dolayısıyla Sabri Efendi, İttihat ve Terakki fırkasının siyasi ajandasını, bu fırkanın aktörlerini, gizlemeye çalıştıkları ama pek de başarılı olamadıkları emellerini çok erken fark etmiş biri. Çok zeki ve sağlam muhakeme sahibi. İttihat ve Terakki’nin devletin başına getirdiği büyük felaketi ve sonuçlarını bizzat görmüş, yaşamış biri olarak bu fırkanın içinden doğmuş, kendi deyimiyle “Kemalciler” hareketinin, kendini nasıl lanse ettiğini ama gerçekte ne olduğunu çok açık bir şekilde idrak etmişti.
Mesela diyor ki: “Kemalistleri çok iyi tanıdığımdan onlar daha henüz hilafet makamıyla oynamaya başlamadan önce olacakları görerek, ben bu konudaki hükmümü verdim.”
Nitekim hadiselerin gidişatı Sabri Efendiyi doğrulamıştır. Milli Mücadele önderleri, ilk başta, görünüşte İstanbul’daki Halife’yi ve Halife’nin hukuk ve nüfuzunu kurtarmak davası güttüklerini ilan ederek, kitleleri bu dava ile etraflarına topluyorlar.
Ardından gücü ellerine geçirir geçirmez saltanatı hilafetten ayırarak halifenin hukuk ve nüfuzunu elinden alıp, sembolik duruma düşürüyorlar.
Sonraki adımda ise hilafeti tümden ilga ederek, halifeyi sürgüne gönderiyorlar.
Fakat son aşamaya kadar da niyetlerinde kesinlikle halifeye ve hilafete saygısızlık olmadığı propagandasını yaparak, işkillenen toplum kesimlerine teminat veriyorlar.
Öztürk’ün, “Sabri Efendi’nin yüzüne tükürdüler” dediği Mısırlılar, Kemalistlerin maksatları, hilafetin ilgasıyla ayan beyan açığa çıkınca ancak Kemalistlerin kim olduğunu anlayabiliyorlar. Ondan önce onlar da Kemalistlerin İslam mücahitleri olarak kabul ediyorlar. Halbuki Sabri Efendi feraseti ile işler bu raddeye varmadan çok önce bu ekiple ilgili hükmünü veriyor.
Tutarsızlıktan bahseden Öztürk’ün hilafet ile ilgili yukarıdaki kronolojiyi analiz etmesini ve dürüstlük cetveliyle ölçmesini isterim. Çünkü hilafeti ilga edenler meydana, “Sebebi nizam-ı alem olan Halife-i Müslimün idame’l -lahu hilafetehu ve şevketehu ila yevmi’d-din Hazretleri” diye çıkmışlardı.
***
Aslında Öztürk’ün tutarlılık konusunda hiç yüzyıl öncesine gitmesine de gerek yok. Fikirlerinden dolayı memleketini terk etmiş birinin yine siyasi ve dini düşüncelerinden dolayı, ölüm endişesiyle memleketini terk etmek zorunda kalan birine saldırması, enteresan…
Öztürk kendi hikayesine dikkatli baksa yeter. Bundan muhtemelen on yıl kadar önce kendisi Ülke TV’de Turgay Güler’in programına katılmış. Youtube’da bulabilirsiniz videoyu. Burada kendisine Yaşar Nuri Öztürk sorulmuş. Bakın neler söylüyor Öztürk, Yaşar Nuri’nin duruşuyla ilgili:
“Vurduğu yerler ve durduğu yerler bana hep sıkıntılı geldi. Yani o beyaz tarafa gösterdiği alçak gönüllülüğü, nahifliği, kadirşinaslığı kendi içinde büyüdüğü mahallesine, kendi insanlarına göstermedi. Burayı sürekli kınadı, ilzam edici bir dille azarladı, oraya gelince sürekli böyle yanağında güller açar bir söylemle konuştu, bu beni üzdü. Ben kendi mahallemdeki arkadaşlarımdan dayak da yiyebilirim, ama ben mahallemi hiç satmadım, bundan sonra da satmayacağım!
Yaşar Nuri geleneksel anlamda Müslümanlığı yaşayan kitleleri vurup kırmayı bir adet, bir ritüel haline getirerek Müslüman düşmanlarına keyifli zamanlar yaşatmıştı. Öztürk de bu nedenle onun hep Müslümanlara çatmasını ve bunun için kendini karşı mahallede konuşlandırmasını sorunlu bulduğunu ifade etmiş. Hatta “kendi mahallemdeki arkadaşlarımdan dayak da yiyebilirim, ama ben mahallemi hiç satmadım, bundan sonra da satmayacağım!” diyerek de teminat vermiş.
Yaşar Nuri’nin yaptıklarının neredeyse tümünü, o kadar agresif olmamakla birlikte, bugün bizzat Sabri Efendi’yi “tutarsızlıkla” itham eden Öztürk yapıyor. Kimlerin huzurunda yapıyor? Fatih Altaylı gibi, Ruşen Çakır gibi Garbın yeniçerilerinin huzurunda yapıyor. Onların huzurunda eski mahallesini yerin dibine sokup çıkarıyor. Onlar da, eskileri hatırlatan bu tanıdık zevkin keyfini sürüyorlar.
Fakat aynı Öztürk’ten ve zamanla şedit bir Müslüman karşıtına dönüşen Dücane Cündioğlu ve Mustafa İslamoğlu gibilerden hiç Kemalizm eleştirisi, yahut doğrudan Mustafa Kemal kritiği dinleyemiyoruz. Neden acaba?
Tek adam rejiminin insan hakları ihlalleri ile dolu tarihçesini olumladıkları için mi bu konuda suskunlar, yoksa bir daha Fatih Altaylı’nın huzuruna kabul edilme lütfundan mahrum olma ihtimalinden dolayı mı?
İlki elbette. Maalesef Müslümanlara olan hınçlarından dolayı Kemalizm’e intisap ettiler. İslamoğlu geçenlerde Paşa’nın neden çocuk sahibi olamadığını o mübalağalı üslubuyla hüzünle anlatıyordu.
Sayın Öztürk, Sabri Efendi hakkındaki sözlerinizi hülasa ederken söylediğiniz gibi “ne kadar ilkeli ve ne kadar dürüst olduğunuzu” göstermek için, Müslümanları eleştiriyormuşçasına sert ve gerekiyorsa çok iyi kullandığınız hicvetme yeteneğinizi de sergileyerek bir Kemalizm kritiğine girişebilir misiniz acaba?
Tutarlılık gibi bir derdiniz varsa tabii.