Toplumsal Şuuraltı
Toplumsal Şuuraltı
ALİ OSMAN AYDIN
Birkaç gün önce Halep kalesine Türk bayrağı çekildi. “Bunun arkasında şu var bu var”, orası başka mesele. Neresinden bakarsanız bakın, bu tarihi bir fotoğraftır! Bu fotoğrafın ardından medyadaki tartışmalara özellikle bakma ihtiyacı hissettim.
Şurası açık ki, fotoğrafın kendisinde rahatsızlık uyandırdığı bir kesim var. Bir de fotoğrafın kendisinde coşku uyandırdığı bir başka kesim var. Bu iki kesim iki farklı ve hasım tarih tezinden hareket ediyorlar.
Rahatsızlık duyanlarda biraz öfke göze çarpıyor.
Bir başka ülkenin şehrine bayraklarının asılması onlarda bazı eski travmaları uyandırmış olabilir.
Kemal Tahir, "Osmanlı bozgunu bitmedi, içimizde yaşıyor." demişti.
Osmanlı kökenleri ile bağını koparan, eğile eğile Batı medeniyet dairesinin kapısından girerek sığışmaya çalışanlar için bu fotoğraf unutulmak istenen geçmişi anımsatıyor olmalı.
Bunlardan biri olan ve her gün ana haber bülteninde politika yapan Selçuk Tepeli, "Ben Osmanlı torunu değilim. Ben; Osmanlı'nın sömürdüğü yoksul Türk köylünün torunuyum.” demiş.
Osmanlı ile bağını böyle cahilane tespitlerle kesenlerin Halep Kalesindeki bayraktan rahatsız olması gayet doğal.
Osmanlı sömürgeci olsa, Tepeli gibiler eminim ona küfretmez, ondan sitayişle bahsederlerdi. Kendilerinin sömürgeci hayranı oldukları bir hezeyan değil, bir vakadır. Kitaplarımız onların sömürgecilere ram olmuş idarecilerinin, sömürgecilere düzdükleri methiyelerle dolu. Aynı methiyeleri haber sundukları ekranlardan Türkiye’yi her fırsatta aşağılamaya çalıştıktan sonra kendileri de düzüyorlar.
Osmanlı sömürgeci olsa idi, bunu anlardık, tıpkı kırığı anladığımız gibi. Sömürgeciler gibi yönettiği her yere kendi dinini, kendi dilini, kendi alfabesini, kendi kültürünü, kılık kıyafetini dayatıp asimilasyona girişmiş olsa, bugün ne Yunan kalırdı, ne Bulgar, ne de Macar.
***
Kemal Tahir’in dediği gibi “Osmanlı bozgununu” hâlâ içlerinde duyanlar bu fotoğrafı gecikmiş bir rövanşın ilk adımı olarak değerlendirdiler. Çünkü onlar Türkleri Osmanlı sömürgesi bir halk olarak değil, Osmanlı’nın yönetici elit sınıfı olarak görüyorlar. Dolayısıyla Osmanlı’dan zorla alınmış toprakların acı hatırasını tâ içlerinde duyuyorlar! Tarihe, bugüne ve coğrafyamızda yaşanan korkunç gerçeklere bu gözle bakıyorlar; ve dedelerinin ve coğrafyamızın mazlumlarının hesabını soracakları günü iple çekiyorlar.
Fotoğraftan rahatsızlık duyanlar aynı zamanda Batı karşısında felç edici bir aşağılık kompleksine kapılan ve “bizden bir şey olmaz” algısı hücrelerine dek sinmiş olanlar. Bunlara göre “Osmanlılık” algısı yok edilmesi gereken bir maraz. Batı’nın efendi olduğu “gerçeğine” teslim olmayan, onunla hesaplaşmak arzusuyla yanıp tutuşan, başa bela bir tasavvur.
Fotoğraftan rahatsız olan Tepeli gibiler Osmanlı’nın “yoksul köylüsü” diyerek, cumhuriyet dönemini tarımda modernleşme diyerek övüyorlar ya, işte o övülen dönemde, yani 1950 yılına kadar Türkiye’deki 40 bin köyün sadece binde 2.5’unda elektrik bağlantısı vardı.
Tek parti döneminin sonuna kadar Türkiye’de kayda değer sayıda traktör yoktu. İlk traktörler Marshall planı dahilinde Mayıs 1949’da gelmişti.
1952’de, 22.5 milyon hektarlık ekilebilir alana sahip Türkiye’de bunu işleyecek sadece 1750 tane traktör vardı. “Köylü milletin efendisidir”in köylünün günlük gerçeğiyle bağı bu kadardı.
İlginçtir ki, bu tabloyu göklere çıkaranlar, son 15 yılda özellikle savunma sanayiinde, üst düzey teknoloji ürünü savaş araç gereçlerini ve onları evladını bağrına basar gibi sahiplenen insanları, bu insanlara ilham ve şevk veren tarihsel gerçekleri tezyif ederken son derece keyifli gülücükler saçıyorlar.
İki milletten oluşan Türkiye’de bu iki hissiyat, bu iki tarih yorumu, bu iki şuuraltı ve bu iki dünya tasavvuru kıyasıya çekişiyor. Kimin fedakar taraftarı çoksa galip o olacak.