Mutlulukta Rekabete Takılanlar
Mutlulukta Rekabete Takılanlar
ALİ OSMAN AYDIN
Emekli bir öğretmen ve eşiyle yapılan röportaj sosyal medyada çokça paylaşıldı. Amcamız emekli sınıf öğretmeni, teyzemiz ev hanımı. Şirin mi şirin bir çift… Röportajda maddenin kaç hali vardır sorusuna teyzemiz cevabı yapıştırıyor. Ardından ekliyor “ Bana bunları hep o öğretti. O beni çok eğitti. Kitap okumaya alıştırdı. Toplum içine o kattı beni. Hayata, etrafıma at gözlükleriyle bakmamayı o öğretti.”
Dile kolay, 59 yıldır evlilermiş… Teyzemiz aslında ilkokul mezunuymuş ama kocasının (burada kocasının isim ve soy ismini söylüyor) üniversitesinden mezun olmuş…
Sohbet içinde mutluluk formüllerinden birini veriyorlar. “Yaşananların kötüsünü attık, iyisini aldık” diyorlar. Halleri o kadar sahici, samimi ve sevgi dolu ki. Bu halleri izleyenleri de çok etkilemiş ki olmalı. Çünkü videoya yorum yağmış…
Tabii bu harika çifte dikkatli bakınca insan olup bitenin nedenini hemen anlıyor. Onlarda olan ama modern evliliklerin çoğunda olmayan ve olmadığı için de ilişkileri kemiren sihirli bir formül var.
Nedir acaba mı diyorsunuz? Şöyle özetleyeyim. Kadının ve erkeğin kendi rolleri ile barışık olması, kibirlenmeden takdir edebilme cesareti ve iyi niyet... Bunlar “onunla” tamamlanmayı kolaylaştıran şeyler.
Erkek ve kadının kendi fıtratları ile kavgalı olması ilişkileri berbat hale getiriyor. İlişki kadın ve erkekten oluşuyor ama ortada yeterince kadın ve erkek olmuyor! Bugün özellikle kadınlıkla, ev hanımlığıyla ilgili pek çok şeyi aşağılayıcı, küçültücü olarak gören, ev hanımlığını yahut kocaya yapılacak herhangi bir şeyi “hizmetçilik” olarak adlandıran bir kesim var.
*
Peki kibirlenmeden takdir edebilmek neden bu kadar zor? Zor çünkü günümüz ilişkilerinde erkek ve kadın birbirini tamamlamıyorlar. Daha doğrusu tamamlayamıyorlar. Çünkü buna uygun değiller. Hatta tamamlamak yerine biri diğerini iten bir yapıya sahipler.
16 yıl boyunca aldıkları yarışmacı kapitalist eğitim, kadın ve erkek kültürünün zehirli telkinleri, popüler kültürün “sen her şeyin en iyisine layıksın” nakaratları, insanın doğasını tamamlanamayacak şekilde eğip büküyor maalesef.
Onun eksiğini ben tamamlayayım anlayışı yerine, “ben onu geçeyim, ondan daha başarılı olayım, ona neden hizmet edeyim, o bana hizmet etsin” gibi bir mantalite ilişkilere hâkim olmaya başlıyor. Bu mantalitenin örneklerini dizi filmlerde görüyorsunuzdur.
Erkeğin rekabetçiliğini anlıyorum. Bunun makul nedenleri var. Çünkü testesteron taşıyor. Rekabetçilik erkek doğasında sırıtmıyor. İyi ama ya kadının rekabetçiliği… Daha doğrusu erkekle olan rekabeti!
Kadının rekabetçiliği, modern zamanların teşvik ettiği bir kendine yabancılaşma biçimi gibi geliyor bana. Çünkü kadının doğası, ilişkisellik üzerine kurulu; ince ince bağ kurmaya, coşkun duyguya, empatiye ve sevdikleri ile var olmaya yönelik bir doğa bu.
Psikolog Carol Gilligan, Farklı Bir Seste adlı kitabında kadınların ahlaki gelişiminin ve dünyayı algılayışının daha çok ilişkiler, duygular ve sorumluluklar etrafında şekillendiğini vurgulamıştı.
Kadının biyolojisi de bu ilişkiselliği destekliyor. Nöropsikolog Louann Brizendine, Kadın Beyni kitabında, kadın beyninin yüksek oranda oksitosin ürettiğini ve bunun da bağ kurma, empati ve duygusallığı artırdığını söylüyor.
Yani kadın, doğası gereği bağ kurarak yaşıyor; varlığını başkalarıyla birlikte olarak derinleştiriyor; anlamını bağ kurarak keşfediyor. İyi de en başta eşini bir rakip olarak görüyorsa bütün bunları yapması mümkün olabilir mi?
Modern kültür, özellikle de son birkaç on yılda kadınlara “sen özelsin, kimsenin hizmetçisi değilsin, kimseye ihtiyacın yok, kendi ayaklarının üzerinde durmak zorundasın” söylemini o kadar yoğun şekilde fısıldadı ki, kadın kendi doğasından uzaklaştı. Doğasından uzaklaşan kadın ötekiyle kurduğu ilişkilerde de sorunlar yaşamaya başladı ve bu onu mutsuzlaştırdı, yalnızlaştırdı.
Erkeğin testosteron kaynaklı doğasında bir anlam taşıyan rekabetçiliğin, kadının doğasında çoğu zaman çatışma yarattığı açık. Çünkü bu duygu, onun ruhsal zeminiyle örtüşmüyor; uzun vadede onu yoruyor, yalnızlaştırıyor. Bağ kurmasını engelliyor. Sevemez, sevilemez hale getiriyor. Hadi o popüler ifadeyle söyleyelim: Onu erilleştiriyor.
Bugün nadir duyulan ama teyzemizin övünerek söylediği: “Bana bunları hep o öğretti. O beni çok eğitti.” sözleri işte bu yüzden çok kıymetli. Bu kınanacak bir teslimiyet değil, varoluşun güzelliğini kabullenme hali... Burada bir küçülme yok aksine yücelme var.
Teyzemizin eşiyle tamamlanması, kendi varoluşuyla barışık olduğu için mümkün olmuş. Bu, tahkir edildiği şekliyle boyun eğmek değil, el ele, birlikte, bir arada büyümek… Onlar rekabet etmeyip, birlikte yürümüşler. Ben değil, “biz” olmuşlar. Kadın, erkeğin ışığıyla aydınlanmış; erkek, kadının sevgisiyle yücelmiş. Ne güzel… Halleri ile gençliğe büyük bir ders vermişler. Allah hayırlı ömürler versin…