Yıkıntılar arasında kalbini arayan bir toprak: Suriye
Yıkıntılar arasında kalbini arayan bir toprak: Suriye
Ahmet Can Karahasanoğlu
Suriye’de neler olduğunu uzaktan yazmak veya okumak değil, bizzat yerinde görmek istedim. İstanbul’dan uçakla önce Kilis’e geçtim.
Oradan İHH Kilis Koordinasyon ve Depo Merkezi’nin desteğiyle önce Halep’e, ardından da Hama, Humus ve Şam şehirlerine gittim. Bol bol fotoğraf çektim; çıplak ayaklar, yürek burkan kayıp şehirler, savaşın toprağın ruhunu delen çığlıkları, karnı aç bir çocuğun gözyaşları…
Silah sesleri halen devam ediyordu Hama ve Humus’ta; ama ufak çaplı bir çatışma mıdır, nedir anlayamadım. Hiç kimsenin de anladığını sanmıyorum.
Yanmış, yıkılmış, neşesi kaçmış sokakların arasından bazen ufak bir çocuğun ağlayış sesleri... Kim ister bilmediği birçok silahlı grubun arasında, acımasız bir savaşın içinde çocuk olmayı?
Zamanın, tarihteki en derin yaraları açtığı bu toprakların geleceği hakkında belirsizlik halen sürüyor.
Yıkımın yaşandığı, halkın acılarla yoğrulduğu, umutların göçtüğü bu topraklarda yeni bir liderin işbaşına gelmesi, belki de bütün bir ulusun kaderini değiştirecek. Suriye halkının yeniden dirilme arzusu ancak bu şekilde gerçekleşebilir. Fakat her yeni başlangıç, beraberinde bir dizi soruyu da getiriyor. Ve belki de bu sorulardan en önemlisi: Suriye’nin yaraları nasıl sarılacak?
Yıkıntıların ardında yazı yazabilmek için bir umut mu arıyordum? Kendimi kandırmak mı, yoksa sadece zamanın ruhunu hissetmek için mi halen dumanlar tüten bu sokaklarda geziniyordum? Zihnimde hiç susmayan o sorular dilimi adeta kilitlemişti. Konuşmadan, adeta acı dolu bir filmi izler gibi sokakların arasından geçiyordum. Bunca acının ortasında sadece sükût edilebilirdi.
Savaşın, gözle görülür bir şekilde, sadece binaları, sokakları ve köyleri değil, aynı zamanda insan ruhunun derinliklerini de tahrip ettiği gerçeğiyle yüzleşmek hiç de kolay değildi.
En son 20 yıl önce geldiğim Şam’da, İbn-i Arabi Hazretleri’nin kabristanının etrafında gördüğüm Nurettin Baba geldi aklıma. O zamanlar 80’li yaşlardaydı Nurettin Baba. Yaşıyorsa Allah uzun ömür versin. Onun melami meşrep sözleri, anlattığı mistik müşahade olayları bir bir canlanmaya başladı Kasiyun dağında.
Nurettin Baba’ya gitmeye ayaklarım izin vermedi ‘öldü’ denilmesinden korktum çünkü bellekte bilinmeyen bir yerde yaşıyordu. Gerçekle yüzleşmekten kaçtım.
Gerçek, muammanın fitiliydi bense o fitilin mumuna dönüşen esrik yalvaç.
Hayalin gerçeği aştığı bir boyutta Şam sokaklarına aktım. Ara suların birleştiği bir denizdi içimde Şam. İçinde yüzmek isteyen herkesin âşık olduğu bir şehir.
Şam, bir zamanlar medeniyetin merkezlerinden biri olan bu büyük başkent, şimdi, zedelenmiş yapılarıyla, ruhani bir boşlukta derin bir hüzünle karşıladı beni. Merkezindeki bazı yapılar hâlâ dimdik ayakta, belki birkaç çatlakla; ama etrafındaki bölgeler ise birer hayalet kasabaya dönmüş.
O yıkık binaların önünde resim çekerken, her an belki bu yıkıntının altında kalmış birinin molozların altından ruhu muzdarip olur diye düşünüyorum. Binalar, bu toprakların hafızası; her biri tarihin izlerini taşıyor.
Savaşın tetiklediği derin psikolojik yaraların sarılması, görünen o ki, fiziksel iyileşmeden daha fazla zaman alacak. Zira savaşın en büyük etkisi, ruhların yüzeyine yansıyan korku... Korku, nefretten daha hızlı büyür.
Gelelim halkın anlattıklarına…
Konuştuğum birçok kişi, son duruma dair olumlu öngörülerde bulundu.
Birçok ülkenin savaş sonrası inşa sürecinde tek beklentisi binaların yeniden yapılmasıdır; fakat burada, ruhani bir inşa süreci, binalardan çok daha önemli.
Suriye halkının kendisini yeniden bulabilmesi için, psikolojik destek ağı, sağlık hizmetleri ve eğitim yeniden oluşturulmalı. Gördüğüm kadarıyla eğitim kalitesi, nitelikli insan göçüyle birlikte yerlerde sürünüyor.
Halkın, yaşadığı travmalarla yüzleşebileceği, ruhsal iyileşmelerine katkı sağlayacak terapi merkezleri, destek grupları ve toplumsal dayanışma yapıları büyük önem taşıyor. Bu yüzden Türkiye’den gönüllü bu alanlarda uzman insanlar, özellikle savaşın yaralarını sarmada çok önemli bir rol üstlenebilir.
Bu süreç, sadece konutların ve altyapının yeniden kurulmasından ibaret değil. Suriye savaşın tahribatından önce de kalkınmış ve güçlü bir ülke değildi. Birçok bölge zaten yoksulluk ve işsizlikle boğuşuyordu. Bu nedenle, yeni bir yapıyı inşa etmek için sadece binaların değil, insan sermayesinin de yeniden şekillendirilmesi gerekiyor. Ekonomik olarak, yeniden yapılanma sürecinin en acil ihtiyaçlarından biri, tarım sektörünün yeniden canlandırılması olacak. Zira Suriye, yıllarca buğday ve diğer tarımsal ürünlerde oldukça güçlü bir üretici konumundaydı. Ancak savaş, bu sektörü çökertti. Şimdi, tarım arazilerinin yeniden işlenmesi, çiftçilerin yeniden üretim yapabilmeleri için gerekli kaynakların sağlanması şart. Aynı şekilde, küçük ve orta ölçekli sanayilerin teşvik edilmesi, dışa bağımlılığı azaltmak, yerli üretimi teşvik etmek için acil önlemler alınmalı.
İnşaat sektörü ise uzun vadeli bir hedef olarak, şehirlerin yeniden kurulumunda temel bir rol oynuyor. Halkın güvenliğini sağlamak, altyapı sorunlarını çözmek ve bölgesel eşitsizlikleri gidermeden şehirlerin yeniden kurulması imkânsız gibi görünüyor. Şam’ın etrafındaki alanlarda büyük bir yeniden yapılanma hareketi başlatılmalı, bölgesel kalkınma projeleri desteklenmeli ve yerel yönetimler güçlendirilmeli.
Suriye’deki yeni yönetimin lideri Ahmed Şara’nın önünde, büyük bir fırsat ve aynı zamanda çok büyük bir sorumluluk var: Geçmişin karanlık mirasını silmek ve geleceğe umutla bakan bir halkı bütünleştirmek…
Ancak burada en önemli husus, dış müdahalelerden bağımsız, halkın taleplerine dayalı bir yeniden yapılanma sürecinin temellerinin atılması. Bakalım zamanın sahibi, geleceğin tayin edicisi Allah, ne gösterecek?
Bölgeyi adeta bir ruh doktoru edasıyla teşhis etmeme vesile olan İHH İnsani Yardım Vakfı Kilis Lojistik Merkezi Basın Birimi Sorumlusu Yakup Alaca, bölgedeki İHH gönüllüsü Mustafa İnce ve Musa Koparan’a teşekkür etmek boynumuzun borcudur. Hepsi de çakı gibi delikanlı maşallah.