Türk edebiyatının unutulan Kemal'iydi... Kemal Bilbaşar, 36 yıl önce bugün hayatını kaybetti
Edebiyatımızın toplumcu gerçekçi yazarlarından Kemal Bilbaşar, 36 yıl önce bugün hayatını kaybetti. Türk edebiyatının 'Üç Kemaller' olarak isimlendirilen romancıları; Kemal Tahir, Orhan Kemal ve Yaşar Kemal'den sonra edebiyatımızın dördüncü Kemal'i olan Kemal Bilbaşar, eserlerinde ağalık düzenine eleştiriler getirdi, ezilenlerin yaşadıklarını gözler önüne serdi.
Romancı ve hikayeci Kemal Bilbaşar, 36 yıl önce bugün hayatını kaybetti.
Memleket hikayeciliğinin önemli ismiBilbaşar, 1910'da Çanakkale'de doğdu. 1929'da Edirne Öğretmen Okulu'nu, 1935'te Gazi Eğitim Enstitüsü Tarih Bölümü'nü bitirdi.
1937-1961 arasında İzmir Karataş Ortaokulu'nda tarih öğretmenliği yaptı. İlk öyküsü Cahit Tanyol ile birlikte 1939-1940 arasında çıkardığı Aramak dergisinde yayımlandı.
Önceleri Batı Anadolu'daki küçük şehir ve kasaba insanlarının ilişkilerini, hayatlarını ele alıyordu. Tek parti döneminin sorunları, eşraf, tüccar, memur arasındaki catışmalar bu ilk öykülerinin ana temasını oluşturdu. 1960'tan sonra roman yazmaya ağırlık verdi.
Ekonomik ve teknolojik gelişmelerden payını alamayan, çağa ayak uyduramayan köylülerin sorunlarını işledi. Doğu Anadolu'daki feodal toplum yapısına eğildi.
ÖNE ÇIKAN VİDEO
18'inci Yüzyıl sonlarında Osmanlılar'la birlikte Ruslara karşı mücadele eden Abhaz ve Adige çerkezlerinin sert yaşam koşullarını geleneksel renklerini ortaya çıkararak anlattı.
Yazarın en bilinen eseri ise Cemo adlı romanıdır.
Memleket hikayeciliğini büyük bir ustalıkla işleyen Kemal Bilbaşar, 21 Ocak 1983'te İstanbul'da hayatını kaybetti.
Toplumcu gerçekçi edebiyatçılardandı
Kemal Bilbaşar, roman ve hikayelerinde toplumcu gerçekçi akımını izledi.
Bilbaşar edebi yönünü anlatırken şu ifadeleri kullanmıştı:
"Fikirde toplumcu, sanatta gerçekçi görüşe bağlı idim. Memleketimiz insanlarının dertlerini, toplum gerçeklerini ancak bu edebiyat tekniğiyle gün ışığına çıkarmak, onlara çözüm yolunu göstermek mümkün olacağına inanıyordum. Eserlerimde meddah taklitlerine, halk masal ve hikaye deyişlerine de yer veriyordum. Bununla eserimi halkıma daha rahat okutacağım, sanatımda geleneksel bağlantıyı sağlayacağım kanısındaydım. Batı mükemmelliğine ulaşabilmek için eski sanat değerlerimizin tümünü inkar etmek, geleneksel bağlardan arınmak gereğini savunanlara katılmıyorum. Bizim halk edebiyatımız zengin bir dil ve sanat hazinesine dayanır, ölü değil, yaşayan bir dil hazinesidir bu. Olanakları geniştir. Halk için yazan bir sanatçı, bu hazineyi görmezlikten gelir, ondan faydalanmazsa, ister istemez halkla arasına mesafe koyar. Bu hazineden faydalandıkça yapıtın milli yanının güçleneceğini ve halklara daha rahat ulaşacağını Cemo ispatlamıştır. Cemo'nun Dil Kurumu 1967 Roman ödülü'ne layık görülmesinin önemli nedeni bu olsa gerek. Dil Kurumu ödülünü bana Cemo'nun kazandırmasına bu nedenle pek sevindim.
Cemo'nun gördüğü ilgiyi, ağa zulmü altında inleyenlerin uyanışına bir işaret sayarak daha da seviniyorum. En büyük sevinci, halkımın anayasal haklarına sahip çıktığını, yurdumuzda köklü reformların yapıldığını, Cemo'ların, Memo'ların, Fadik'lerin, Üsen'lerin layık oldukları özgür yaşayışa kavuştuklarını gördüğüm zaman duyacağım."