Uluslararası ilişkiler uzmanı ve The International Interest dergisinin genel yayın yönetmeni Sami Hamdi, Gazze'de yaşananların "Büyük İsrail" projesinin bir parçası olduğunu ve İslam dünyası liderlerinin bu projeye karşı durmak yerine İsrail'in hedefleriyle aynı hizaya geldiğini savundu. Hamdi, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi ülkelerin Hamas'ın ortadan kaldırılması konusunda İsrail ile "mükemmel bir uyum içinde" olduğunu ifade etti.
Uluslararası ilişkiler uzmanı ve The International Interest dergisinin genel yayın yönetmeni Sami Hamdi, Gazze'de yaşananların "Büyük İsrail" projesinin bir parçası olduğunu ve İslam dünyası liderlerinin bu projeye karşı durmak yerine İsrail'in hedefleriyle aynı hizaya geldiğini savundu. Hamdi, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi ülkelerin Hamas'ın ortadan kaldırılması konusunda İsrail ile "mükemmel bir uyum içinde" olduğunu ifade etti.
The Thinking Muslim Podcast'in YouTube kanalında yayınlanan ve Chicago'da gerçekleştirilen röportajda Hamdi, Orta Doğu'daki son gelişmeleri, ABD'nin bölgedeki politikasını ve Müslüman liderlerin tutumunu analiz etti. Hamdi, İsrail'in artan saldırganlığının bir güç göstergesi değil, küresel kamuoyunu kaybetmekten kaynaklanan bir "çaresizlik ve panik" hali olduğunu belirtti.
"İSLAM DÜNYASI LİDERLERİ İSRAİL'İN HEDEFLERİNİ PAYLAŞIYOR"
Sami Hamdi, Gazze'deki soykırım karşısında İslam dünyası liderlerinin takındığı tutumu sert bir dille eleştirdi. Özellikle Suudi Arabistan ve BAE'nin İsrail'in Gazze'deki hedeflerini paylaştığını öne süren Hamdi, şu ifadeleri kullandı:
"BAE ve İsrail, Gazze'de Hamas'ın ortadan kaldırılmasını istiyor. Suudi Arabistan ve İsrail, Gazze konusunda mükemmel bir şekilde aynı hizadalar. Onlar da Hamas'ın yok edilmesini ve Gazze'de silahsızlandırılmış bir Filistin ile farklı bir otorite görmek istiyorlar."
Hamdi, Suudi Arabistan'ın İsrail'e karşıymış gibi bir duruş sergilerken, medya organlarının tam tersi bir yayın politikası izlediğine dikkat çekti. "Eğer şu an Al Arabiya'yı açarsanız, Tel Aviv'den yayın yapıldığını düşünürsünüz. Tamamen Filistin karşıtı propaganda yapıyorlar" diyen Hamdi, Muhammed bin Selman'ın İsrail'e gösterdiği "iyi niyetin" kendisini koruyacağına inandığını, ancak bunun büyük bir yanılgı olduğunu söyledi. Hamdi, BAE'den İsrail'e uzanan ve Suudi Arabistan üzerinden geçen kara köprüsünün hala aktif olduğunu ve İsrailli havayolu şirketlerinin Suudi hava sahasını kullanmaya devam ettiğini de sözlerine ekledi.
"ABD'NİN TUTARLI BİR GAZZE POLİTİKASI YOK"
ABD'nin Gazze politikasına da değinen Hamdi, özellikle Donald Trump yönetiminin tutarlı bir stratejisi olmadığını savundu. Hamdi'ye göre, Joe Biden'ın politikası "İsrail ne isterse onu yaparım" üzerine kurulu net bir Siyonist duruş sergilerken, Trump'ın tutumu tamamen "Amerika'nın çıkarına en iyi argümanı kim sunarsa" ona göre şekilleniyor.
Hamdi, Trump'ın tavrındaki değişimin zamanlamasına dikkat çekerek, "Epstein dosyalarının ortaya çıkmasıyla Trump'ın İsrail'in Gazze'de görmek istedikleriyle aynı hizaya gelmesi arasında esrarengiz bir paralellik var" yorumunu yaptı. Ancak Hamdi'ye göre Trump, Gazze konusunda kimin lobisi daha güçlüyse o yöne eğiliyor ve Batı Şeria konusunda Müslüman liderlerin ortak lobi faaliyetinin ilk kez sonuç verdiğini, bu yüzden Trump'ın ilhaka karşı çıktığını belirtti.
"İSRAİL, ZAMANININ TÜKENDİĞİNİ BİLDİĞİ İÇİN 'KUDURMUŞ' GİBİ SALDIRIYOR"
Sami Hamdi, İsrail'in Gazze ve çevresindeki benzeri görülmemiş saldırganlığının, sıkça iddia edildiği gibi bir askeri üstünlük veya stratejik özgüven göstergesi olmadığını, tam aksine derin bir panik, çaresizlik ve kontrolü kaybetme korkusunun bir yansıması olduğunu ileri sürdü. Hamdi'ye göre İsrail, 70 yıldır inşa ettiği uluslararası meşruiyet ve propaganda duvarlarının, sosyal medyanın ve küresel vicdanın etkisiyle hızla çatladığını görüyor ve bu çöküşü engellemek için zamana karşı umutsuz bir yarış veriyor.
Bu durumun arkasında yatan temel nedenin, İsrail'in hem askeri hem de diplomatik alanda yaşadığı başarısızlıklar silsilesi olduğunu belirten Hamdi, analizinı şu noktalarla detaylandırdı:
"İsrail'in saldırılarının mevcut yoğunluğu, Donald Trump'ın verdiği bir 'açık çek'ten kaynaklanmıyor. Bu yoğunluk, Siyonistlerin Amerika'daki kamuoyunu ve siyaseti eskisi gibi etkileyemediklerini, Gazze'de belirledikleri hedeflere (Hamas'ı yok etme gibi) iki yıldır ulaşamadıklarını ve küresel desteğin eridiğini acı bir şekilde fark etmelerinden kaynaklanıyor. Kendilerine bu soykırımı sürdürmeleri için verilen 'izin süresinin' kısaldığını, Batılı müttefiklerinin taktığı 'tasma'nın giderek sıkılaştığını görüyorlar."
Hamdi'ye göre bu panik hali, İsrail'i rasyonel olmayan ve kendi müttefiklerini bile karşısına alabilecek pervasız adımlar atmaya itiyor. Katar'ın başkenti Doha'ya yapılan saldırıyı bu "kudurmuşluğun" en somut örneği olarak gösteren Hamdi, "Netanyahu, ateşkes müzakerelerini sabote etmek için, muhtemelen en büyük müttefiki olan ABD'ye bile haber vermeden, pervasızca Doha'yı vurdu. Çünkü zamanın kendi aleyhine işlediğini biliyor. Bu, bir güç gösterisi değil, bir çaresizlik anında masayı devirme hamlesidir," yorumunu yaptı.
İsrail'in bu çaresizliğe kapılmasının altında yatan küresel değişimi de vurgulayan Hamdi, şu örnekleri sıraladı:
Değişen Küresel Duruş: "Netanyahu, BM'de konuşma yaparken salonun büyük bir kısmının boşalması, Çinli bir diplomatın İsrailli bir generale 'Artık yalanlarınıza kimse inanmıyor' demesi, Avrupa'da İspanya, Fransa ve hatta İngiltere gibi ülkelerin Filistin'i devlet olarak tanımayı gündemlerine alması... Bütün bunlar, İsrail'in artık dokunulmaz olmadığını gösteriyor."
Kamuoyu ve Siyasi Bedel: "Batılı liderler, Filistin'e olan sevgilerinden değil, kendi iç kamuoylarındaki baskıdan dolayı bu adımları atıyor. İsrail'e yakın durmak, artık seçim kaybettiren 'siyasi bir yüke' dönüştü. Bu, İsrail için eşi benzeri görülmemiş bir durumdur."
Ekonomik Baskı: "Netanyahu'nun 'kendi kendine yeten bir ekonomi kurmalıyız' çağrısı, aslında küresel boykot hareketlerinin ne kadar etkili olduğunun bir itirafıdır. Dünyanın Filistinlileri, Çinlileri ve Katarlıları dinlediğini söyleyerek, ekonomik olarak yalnızlaşma korkusunu dile getiriyor."
Hamdi, İsrail'in artan şiddetinin, bir zafer yürüyüşü değil, tam tersine kontrolü kaybeden bir gücün son çırpınışları olduğunu savundu. "İsrail, yükselişte olduğuna inandığı için değil, dünyanın çok hızlı değiştiğini ve bu değişim dalgası kendilerini yutmadan önce Gazze'de oldubittiler yaratmak zorunda olduklarını düşündükleri için bu kadar vahşileşiyorlar" diyerek sözlerini tamamladı.
BÖLGESEL ANLAŞMALAR VE SİYASET OKUMASI: "GÖRÜNENİN ARDINDAKİ GİZLİ GÜNDEMLER"
Hamdi, Suudi Arabistan ve Pakistan arasındaki savunma anlaşmasının, medyanın lanse ettiği gibi İsrail'e yönelik bir caydırıcılık amacı taşımadığı konusunda ısrarcı. Anlaşmanın zamanlamasının Doha saldırılarından hemen sonraya denk gelmesinin yanıltıcı olduğunu, zira bu tür askeri anlaşmaların aylar süren müzakereler gerektirdiğini belirtti. Hamdi'ye göre paktın asıl motivasyonu, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın, ABD'yi doğrudan karşısına almadan Çin'in gelişmiş askeri teknolojisine erişme arayışıdır.
Bu stratejinin arka planını açıklayan Hamdi, Suudi Arabistan'ın Husi füzelerine karşı ABD'nin Patriot sistemlerinin yetersiz kaldığını acı bir şekilde tecrübe ettiğini hatırlattı. Bu durumun, Riyad'ı alternatif ve daha etkili savunma sistemleri aramaya ittiğini savunan Hamdi, şu analizi yaptı:
"Suudi Arabistan, ABD silahlarının artık en gelişmiş silahlar olmadığını, Husi dronlarına karşı kendilerini korumada yetersiz kaldığını görüyor. Bu yüzden askeri geçit törenlerinde en son teknolojilerini sergileyen Çin'e yönelmek istiyor. Ancak ABD, BAE'ye yaptığı gibi, müttefiklerinin Çin ile askeri-teknolojik bağlar kurmasını engellemek için ekonomik baskı uyguluyor. İşte bu noktada Pakistan devreye giriyor. Bin Selman, 'Çin silahları istiyorum ama Amerikalıları gücendirmek istemiyorum' diyor. Bu anlaşma, Pakistan'a finansal yardım karşılığında, Pakistan ordusunun envanterinde bulunan Çin askeri donanımına dolaylı yoldan ulaşma girişimidir."
Hamdi, Suudi Arabistan'ın İsrail'den korkmadığını, aksine Gazze'deki soykırım sırasında İsrail'e medya desteği ve lojistik kolaylıklar (hava sahası kullanımı, kara köprüsü) sağlayarak yeterince "iyi niyet" gösterdiğine inandığını vurguladı. Dolayısıyla bu pakt, bir savunma ittifakından çok, riskli bir teknoloji transferi operasyonudur.
Sıkışan Sisi'nin Erdoğan Hamlesi ve "Büyük Strateji"
Türkiye ile Mısır'ın 13 yıl aradan sonra Akdeniz'de ortak deniz tatbikatı düzenlemesini ise Hamdi, Mısır lideri Abdülfettah es-Sisi'nin içine düştüğü "çaresizlik" ve stratejik yalnızlıkla açıkladı. Sisi'nin, hem BAE hem de İsrail tarafından Filistinlileri Sina Yarımadası'na kabul etmesi yönünde yoğun bir baskı altında olduğunu belirten Hamdi, Sisi'nin bu durumu Mısır'ın egemenliğine yönelik bir tehdit olarak algıladığını söyledi.
Hamdi, "Sisi, bu baskı karşısında Suudi Arabistan ve BAE'den destek bulamayınca yalnızlaştığını hissetti ve bir zamanlar hasım olduğu Erdoğan'a yönelmek zorunda kaldı. Sisi, 'Sıkıştım, bana yardım et' diyor. Erdoğan ise İsrail'e karşı devam eden ticareti nedeniyle aldığı eleştirilerden sonra, Akdeniz'de askeri bir güç gösterisi olarak yorumlanacak bu fırsatı memnuniyetle karşıladı" ifadelerini kullandı.
Ancak Hamdi'ye göre bu yakınlaşmanın daha derin bir anlamı var. Bu hamlenin, Erdoğan'ın uzun vadeli stratejik vizyonuna hizmet ettiğini öne sürdü:
"Erdoğan'ın aklında her zaman daha büyük bir resim var. O, tarihi Müslüman liderler gibi düşünüyor. Suriye'de elde ettiği nüfuzdan sonra, 'Sıradaki Mısır' diye düşünüyor. BAE ve Suudi Arabistan'dan giderek uzaklaşan Sisi'yi veya Mısır ordusunu Türkiye-Suriye eksenine çekebilirse, bölgedeki tüm dengelerin değişeceğini biliyor. İsrail'in en çok korktuğu senaryo budur: Tarihsel olarak Filistin'in kapısı olan Suriye'nin yeniden inşası ve Türkiye ile Mısır'ı da yanına alan güçlü bir bölgesel bloğun ortaya çıkması. İsrailliler Sykes-Picot sınırlarını bizim gibi görmezler; onlar ümmeti bir bütün olarak görür ve bu tür bir birleşmenin kendileri için ne anlama geldiğini bilirler."
Hamdi, tatbikatın kapsamının sınırlı olduğuna ve gemilerin Gazze'ye giden yardım filolarına müdahale etmediğine de dikkat çekerek, bunun şimdilik İsrail'e "Sina konusunda fazla ileri gitme" mesajı veren kontrollü bir güç gösterisi olduğunu, ancak potansiyel bir stratejik ittifakın ilk adımı olabileceğini belirtti.
ÖNERİ VE BEKLENTİLER: "GERÇEĞİN GÜCÜ LOBİLERDEN DAHA BÜYÜK"
Röportajın sonunda Hamdi, karamsar tabloya rağmen umutlu olduğunu belirtti ve çözümün halkların harekete geçmesinde yattığını vurguladı. Batılı ülkelerin Filistin'i tanıma kararlarının, Filistin sevgisinden değil, tamamen iç siyasetteki halk baskısından ve İsrail'e yakın durmanın "siyasi bir yük" haline gelmesinden kaynaklandığını söyledi.
Hamdi, sözlerini şöyle tamamladı:
"Bu, yukarıdan aşağıya bir hareket değil. Bu, sıradan insanların, kararlı olduklarında, harekete geçtiklerinde ve sahip oldukları güçleri kullandıklarında en üst düzeyde politika değişikliği yapabildiklerini göstermesidir. Toplum hareket etmeye karar verdiğinde, en yüksek seviyede etki yaratabildiklerini anlıyorlar. İnsanların kalplerinin dönebileceğine, davetin gücüne ve gerçeğin gücüne inanıyorum. Bu, dünyadaki herhangi bir lobiden daha güçlü bir siyasi kuvvettir. Gazze'nin gösterdiği trajedi, gerçeğin ne kadar önemli olduğunu ortaya koydu. Gerçeği ham haliyle dünyaya göstermemiz yeterliydi ve milyon dolarlık hiçbir propaganda artık bu gerçeği gizleyemez."