• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Hasan Karakaya
Hasan Karakaya
TÜM YAZILARI

DHKP-C’yi kim kullandı... Almanya mı, Paralel mi?

05 Nisan 2015
A


Hasan Karakaya İletişim: [email protected]

Önce, “Berkin Elvan’ın ailesi”nden gelen “son açıklama”yı aktaralım...

“Ben Gülsüm Elvan.. Ben Sami Elvan” diyerek, sosyal medya üzerinden, “ailemizin son açıklamasıdır” diyerek sert bir açıklama yapan “anne ve baba” demişler ki;

“Biz yokuz artık. Eğer dava açılırsa ve yargılama yapılırsa, dosyamızı aile olarak sadece kendimiz takip edeceğiz... Hiçbir avukata ve hukuki desteğe ihtiyacımız yok. Bu bir tepki değil. Bu hukukla aramızda artık kimse olmasın diye... 

Kimse bizim acımızı tam anlamıyor, kaldı ki nasıl anlatacaklar bunu mahkemeye... Biz bugüne kadar olduğu gibi orada olacağız ve dâvâmızı takip edeceğiz. 

Ben Gülsüm Elvan, 

Ben Sami Elvan…

Bundan sonra da kimsenin burnu kanamasın, analar ağlamasın diye elimizden geleni yapacağız. Evladını, eşini, babasını, annesini kaybetmiş ailelerle yan yana olacağız. Kan akmasın, silahlar sussun, barış ve adalet olsun, çocuklar öldürülmesin diye hayatımızın sonuna kadar mücadele edeceğiz. (...)

Bugünden sonra sosyal medya hesaplarımızı kullanmayacağız. Bu açıklama son mesajımızdır.”

BERKİN KİMİN ÇOCUĞU?

Peki, niye yapmışlar bu açıklamayı?..

Yapmışlar, çünkü;

“Tehdit”lerden bıkmışlar!..

“Yeter artık” demeleri bundan!.. “Düşün yakamızdan!” demeleri bundan...

Efendim, olay şu:

Berkin Elvan’ın babası Sami Elvan, oğlunu “rehin” alan ve sürekli;

“Berkin Elvan sıradan bir insandı, ama bizim çocuğumuzdu... Berkin’i biz tanıyorduk. Kişisel olarak da mahalleden tanıyorduk. Berkin bizim elimizde büyüyen bir çocuktur. Canımız, kardeşimiz, yoldaşımızdır” şeklinde açıklamalar yapan “DHKP-C’li teröristler”in tavrından çok rahatsızdı!..

Oğlu, resmen ve alenen DHKP-C tarafından “rehin” alınmıştı!..

“Solcu şaşkolozlar”, Berkin Elvan için; “Ekmek almaya giderken öldürüldü” yaygarası koparsa da, DHKP-C’li teröristler, “hayır” diyordu;

“Berkin Elvan, bizim çocuğumuzdu!.. Bizim elimizde büyüdü!.. Canımız, kardeşimiz, yoldaşımızdı!”

Demek oluyordu ki;

“Ekmek almaya giderken...” filan, tam bir palavraydı... Berkin Elvan, bir “DHKP-C elemanı”ydı ve “eylem” esnasında öldürülmüştü!..

BABA’YA TEHDİT!

Ne var ki;

Olay burada bitmiyordu...

“Oğlunu rehin alan DHKP-C ile bir türlü başedemeyen” baba Sami Elvan, yaklaşık bir ay önce “ünlü bir avukat”ın kapısını çalmıştı...

Ünlü avukata demişti ki;

“Örgüt, Berkin’in dâvâsını suiistimal ediyor, onu kullanıyor!.. Bundan rahatsızım!”

Sonuç itibariyle; ünlü avukata; “Berkin’in dâvâsına sen bak” demişti!.. O ünlü avukat da; “diğer avukatların azli”nden sonra dâvâyı üstlenebileceğini söylemişti...

Ne olduysa, bundan sonra olmuştu...

“Dâvâdan azledileceklerini” öğrenen “DHKP-C’li avukatlar” babaya “tehdit” yağdırmaya ve “Berkin artık senin evlâdın  değil, dâvâya biz bakacağız” demeye başlamışlardı!..

DHKP-C’li teröristlerin, 31 Mart Salı günü Çağlayan Adliyesi’ni basıp, Savcı Mehmet Selim Kiraz’ı katletmesinden sonra, baba Sami Elvan, örgüte isyan etmiş ve işte o “son açıklama”yı yayınlamıştı:

“Yeter artık!..

Düşün yakamızdan!”

TAŞERON BİR ÖRGÜT!

Peki, aile “son açıklama”yı yayınladı da, örgüt yakalarından düşecek mi?..

Elbette hayır!..

İstismara devam edecekler!..

Sadece Berkin Elvan’ın değil, “Gezi’de ölen diğer Alevi gençler”in cesetleri üzerinden de “istismar”larını sürdürecekler ve Türkiye’yi bir “Alevi-Sünni çatışması”na sokmaya çalışacaklardır!..

Çünkü DHKP-C, bir “terör örgütü” olmanın çok çok ötesinde; “çeşitli ülkeler” ve “çeşitli istihbarat örgütleri” tarafından “kullanılan” bir “taşeron örgüt”tür!..

Daha açık söyleyelim:

“Bütün terör örgütleri, birer taşerondur!.. Ve hiçbir terör örgütü; arkasında bir devlet desteği, ya da istihbarat örgütü olmadan, kesinlikle yaşayamaz!.. Bırakın 20-30 yıl yaşamalarını; bir dış destek olmadan, bir hafta bile yaşayamazlar!”

DHKP-C de “taşeron” olduğuna ve “dış ülkeler ve onların yerli işbirlikçileri tarafından kullanıldığına” göre sorulması gereken şudur:

“Kim veya kimler kullanıyor?”

ALMANYA VE YERLİ İŞBİRLİKÇİLERİ

Engin Ardıç’a göre;

“Alman istihbaratı” kullanıyor!..

Gerekçesi de şu:

“Almanya, Recep Tayyip Erdoğan’ı devirmek istiyor, bunu durup durup deniyor ama bir türlü tutturamıyor. (...)

Gezi ayaklanmasını “köpürten” Almanya’dır. Alman basını da tutumuyla, yayınıyla, hatta “Türkçe özel sayılarıyla” buna çanak tuttu. Almanya’ya bakıp hizaya gelen Fransız basını da şiddetli bir “Tayyip düşmanlığını” sürdürüyor. 

Türk silahlı Solu”nun arkasında Alman istihbaratı vardır. 

Nereden mi biliyorum? 

Minik bir kuş söyledi. 

“Polisleri halk mahkemesi yargılasın” diye pis pis saçmalayan budalalar ve de birçok basın ahmağı, solculuk ettiklerini sanarak Alman maşalığı yapıyorlar. 

“Fehriye’yi kimin niçin vermediğini” düşünürseniz meseleyi çözersiniz, o kadar çapraşık değildir.” 

Emre Aköz de;

“Kendisini finanse etmek için uyuşturucu kaçıran DHKP-C, bir eylem yaptığında, sorulması gereken soru şudur: Acaba bu aralar kimin tarafından kullanılıyor? Diğer her şey teferruattır” diyor ve ekliyor:

“Dün bir tanıdık, “Bunların yabancı güçlerin maşası olduğuna eminim” diyordu. 

Cümlede önemli bir eksik vardı: Bu tip örgütler doğrudan yurt dışı bağlantılı değildir. Öncelikle yurt içindeki birileri tarafından kullanılırlar. Yani dışarının değil asıl içerinin maşalarıdır.

Örneğin DHKP-C’nin 9 Ocak 1996’daki Sabancı Center eylemi... 

Binada çaycı olarak çalışan Fehriye Erdal’ın yardımıyla 25’inci kata çıkan militanların amacı Sakıp Sabancı’yı öldürmekti.

Ancak girdikleri odada karşılarında buldukları Özdemir Sabancı’yı, Toyotasa Genel Müdürü Haluk Görgün’ü ve yönetici sekreteri Nilgün Hasefe’yi katlettiler. Sonra da gayet sakin binadan çıkıp kayıplara karıştılar. 

Üç militandan durumu en ilginç olanı Fehriye Erdal’dı. Yurt dışına kaçan Erdal, daha sonra Belçika’da ortaya çıktı. (...) 

Yukarıda anlatılanlar sadece özet... Ancak bu kadarı bile DHKP-C’nin solculuğu lafta kalan, tam bir taşeron örgüt olduğunu göstermiyor mu?”

NİYE İADE ETMİYORLAR?

Gerek Engin Ardıç’ın, gerek Emre Aköz’ün yazılarında, “ortak bir isim” vardı:

“Fehriye Erdal.”

Sahi, Fehriye Erdal nerede?..

Hangi ülkede “korunuyor”?..

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Romanya dönüşünde, uçakta biz gazetecilere diyordu ki;

“Avrupa’nın birçok ülkesinde, yani buna Almanya, Fransa, Hollanda, Belçika, İtalya, İngiltere, hepsi dahil... Bunlardan birçok PKK’lı teröristi istedik, belgeleri de göndermek suretiyle, ne yazık ki vermediler... Hep oyaladılar... Onlar oyalayınca o ülkede yargılandı, sonra başka yere kaçtı. Bakın çok basit; Özdemir Sabancı’nın katili, çok ülke dolaştı. Bunlar hep açık, ortada. Temenni ederim ki bunları düzeltiriz.”

Sahi, niye vermiyorlar Fehriye Erdal’ı?.. Yoksa, B.K. adlı bir kadını Türkiye’ye gönderip, “1 Mayıs öncesi eylem yaptıracakları” gibi, bir gün Fehriye Erdal’ı da gönderip, eylem mi yaptıracaklar?..

EYLEM UYARISI

Nevzat Çiçek, öyle diyor;

“Kobani açıklaması nedeniyle PKK ile sorun yaşayan DHKP-C, eylemleriyle Gezi’de sahaya süremedikleri Kürtleri de sahaya sürmek için eylemlerini bu noktaya doğru kaydırabilir. 

 Elif Sultan Kalsen gibi, 19 Aralık Hayata Dönüş Operasyonu’nda yaralanan, çeşitli ameliyatlar geçiren bir bayanın da (B.K) Türkiye’ye getirildiği ve eylem yapacağı iddia ediliyor. 

Bu bakımdan 1 Mayıs öncesi Türkiye’yi ciddi anlamda sokak siyaseti üzerinden şiddetle sıkıştırmak için yeni koalisyonların kurulduğu ve bunların aktifleştirildiği iddiası, çok güçlü olarak ortalıkta dolaşıyor…”

Gördüğünüz gibi, Nevzat Çiçek, bir “koalisyon”dan söz ediyor!.. Peki, bu “koalisyonun adresi” neresi?..

KİM BU FARUK EREREN?

Nevzat Çiçek, “geçen yılki bir olay”ı hatırlatıyor ve diyor ki:

“Geçen yıl Şubat ayında Almanya’nın Düesseldorf şehrinde, Türkiye’yi de ilgilendiren önemli bir gelişme yaşandı. 2007 yılından bu yana hapis yatan Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (DHKP-C) üyesi Faruk Ereren delil yetersizliğinden tahliye edildi. 59 yaşındaki Ereren’in örgüt içerisinde önemli bir ağırlığı bulunuyor. 2008 yılında Hollanda’da ölen DHKP-C lideri Dursun Karataş’ın sağ kolu denebilecek bir kişiydi. Her nasıl olduysa oldu; “14 yıl boyunca Almanya’da polise yakalanmadan”(!) yaşadı. 

Son dönemde Faruk Ereren’in komitede tekrar ağırlık kazanması ve Zerrin Sarı’nın ilişkilerinin askıya alınması DHKP-C ve Türkiye açısından yeni bir dönemin işareti. Özellikle DHKP-C’nin Yunanistan’da sıkıştırılması, son olarak bir örgüt evinin deşifre edilerek 4 DHKP-C’linin mühimmatlarıyla yakalanması ile birlikte örgüt Suriye’ye daha fazla ağırlık vermeye başladı. Örgütün hâlihazırda Suriye’de iki kampının bulunması ve bu kamplarda “Türkiye’den devşirilen militanlar”ın eğitilmesi ve bunların rahatlıkla Türkiye’ye gönderilmesini iyi okumak ve hazırlıklı olmak gerekiyor.”

Bu uyarı, herhalde dikkate alınacaktır.

SAVCI, SONA YAKLAŞMIŞTI

Ama, hâlâ sorulan soru şudur:

“DHKP-C, Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın odasını basıp, onu niye katletti?”

Öyle ya;

Merhum Savcı, “Berkin Elvan’ı öldürenlerin tesbiti”nin yanı sıra, “Gezi Kalkışması’nın ardında kimlerin bulunduğuna” dair çalışmalarında “sona” yaklaşmıştı...

l “Gezi Kalkışması’nda ölenlerin tamamının Alevi kökenli olması bir tesadüf(!) müdür, yoksa bilinçli bir tercih midir?”

l “Gezi’de Kürt vatandaşlar harekete geçirilemedi, acaba Aleviler üzerinden bir toplumsal kalkışma mı inşa edilmek istendi?”

l “Devrimci Alevi Komitesi, (DAK) Alevilerin bazı taleplerini dillendirirken, onları devre dışı bırakan Aleviler Birliği adlı illegal örgütlenme ile; DHKP-C de kullanılarak, Aleviler sokağa dökülmek mi istendi?”

l “Alevi gençler; Alevi vatandaşları kışkırtmak için, birileri(!) tarafından özellikle hedef seçilerek mi öldürüldü?”

Merhum Savcı, “işte bu soruların cevaplarını bulmaya” çok yaklaşmıştı.

Ama, “taşeron” olarak kullanılan DHKP-C, “birilerinin tuzağına” düştü ve bir anlamda “kendi topuğuna sıktı!”

BİR TAŞLA İKİ KUŞ!

Bunlar, “işkembeden atma iddialar” değil!.. Gayet açık söylüyorum; “Savcı’nın katledilmesi”nden sonra, şu günlerde “DHKP-C içinde bir kargaşa” yaşanıyor!..

“Biz ne yaptık?” diyorlar;

“Kimin tuzağına düştük ki; TKP-ML’nin önünü açacak böyle bir eylem yaptık?!?”

Sahi, “kim kullandı” DHKP-C’yi?..

Kim tuzağa düşürdü?..

Almanya mı, Amerika mı?..

MOSSAD mı, CIA mı?..

Ya da;

Onların “Türkiye’deki yerli işbirlikçileri” olan ve “Gezi’deki Paralel Polislerin vukuatlarını örtme” çabasına girişen “Paralel İhanet Çetesi” mi?..

Gördünüz işte;

“Bir taşla, iki kuş” birden vurdular!..  Hem “F.Gülen’in Masonluk belgesi etrafındaki tartışmaların büyümesini”, hem de “Paralelci polislerin Gezi’deki rol ve vukuatlarının deşifre olmasını” engellediler!..

DHKP-C’li teröristler ve örgüt avukatları; “Acaba MİT’in tuzağına mı düştük?” diye, boşuna kafa yoruyorlar!.. Açık ve net; DHKP-C, önce “Almanya”nın, sonra da “Paralel İhanet Çetesi’nin tuzağı”na düşmüştür!..

Bu da, yakında ortaya çıkacaktır!

Kimse, “başka adres” aramasın!..

Okmeydanı’ndaki operasyonda yakalanıp, gözaltına alınan 52 yaşındaki Stephan Shak Kaczynski adlı şahsın, hem “İngiliz pasaportu” taşıması, hem de “Alman İstihbarat Örgütü BND ile bağlantılı bir kurye” olması, hiç de “tesadüf” değildir!..

“Tuzağın adresi” bellidir!..

 *******************************************************************************

Unutmayın Metin Bey; Alparslan Arslan da bir avukattı!..

Dün “4 Nisan”dı...

Bugün ise “5 Nisan!”

Yani, “Avukatlar Günü!”

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu; “5 Nisan, Pazar’a denk geliyor... Pazar günü de, avukatları yataklarından kaldırıp, törene getiremeyiz!” diye düşünmüş olacak ki; Anıtkabir’e gitmeyi “bir gün erkene” almış!..

Anıtkabir’deki törenden sonra da, kameraların karşısına geçip, bol bol “Erdoğan eleştirisi” yapmış!..

“Avukatların hiçbir sorunu yok”(!) ya, varsa-yoksa Erdoğan!..

Be adam, Erdoğan; “Adliyelere girerken, avukatların da üzerleri aranmalı” derken, aynı zamanda “avukatların güvenliği”ni de düşünüyor değil midir?..

Ne yani; avukatlar “AVM’lere” girerken “x-ray” cihazından geçmiyorlar mı?..

Demişsin ki; “Adliyeye girenlerin içinde, avukatlar kadar güvenli giriş yapan başka hiç kimse yoktur!”

Yalancının!.. Bay Metin Feyzioğlu; “Alparslan Arslan’ın da bir avukat olduğunu ve Danıştay binasına Glock marka silahıyla girip, Hakim Mustafa Yücel Özbilgin’i öldürdüğünü” ne çabuk unuttu acaba?..

Her avukat değil ama, “bazı avukatların DHKP-C’li olduğunu” bilmeyen mi var?.. Ya, o avukatlardan birisi, “teröristlere yardım ve yataklık” ederse?!?..

AVM’lere girerken “x-ray”den geçmek zorunuza gitmiyor da, “adliye”lere girerken aranmak mı zorunuza gidiyor?..

Siz, ne biçim “hukukçu”sunuz?..

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23