• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0

Bir kıyamet silahı: GDO

Yeniakit Publisher
2017-09-21 20:40:00 - 2019-09-19 21:51:31
Bir kıyamet silahı: GDO

Editörümüz Nurullah Alpay, Gıda Hareketi Başkanı Kemal Özer ile son yılların en tartışmalı konularından biri olan GDO’yu konuştu.

 Röportaj: Nurullah Alpay 

Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi Başkanı ve aynı zamanda Yeni Söz Genel Yayın Yönetmeni Kemal Özer ile son yılların en tartışmalı konularından biri olan GDO’yu konuştuk. Kemal Özer ile sohbet tadında gerçekleştirdiğimiz Röportajımızda GDO’nun insanlığa ne tür zararlar verdiğini, aşıların neslimiz açısından nasıl büyük tehlikeler saçtığını, modern hayatın getirdiği hastalıklara, Modern Tıp olarak bilinen Rockefeller Tıbbı’nın neler getirdiğine,  tohum konusunun önemine, Dünya nüfusunu azaltma planı uygulayan “Şeytani Akıl”ın ne tür tuzaklar kurduğunu ve Türkiye’de Gıda ve Tarım alanının ne durumda olduğunu ele aldık. 


ÖNE ÇIKAN VİDEO

Öncelikle  Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi’ni tanıyabilir miyiz? Bu hareketin misyonu nedir?

- Gıda Hareketi 2008 yılında kurulan, gıda meselesini bir stratejik alan olarak, küresel savaş alanı olarak gören bir grup arkadaşın kurduğu bir dernektir. Ve dindar çevrelerin kurduğu bu alandaki yegane oluşumdur. Ve diğer yandan da toplumu bilinçlendirmeye çalışan, geride kalan 9 yıl içerisinde çok ciddi ses getiren faaliyetler yapan bir sivil toplum kuruluşudur.

Peki bu GDO nedir? Bu genetiği değiştirilmiş ürünlerin insan sağlığına zararları nelerdir?

- GDO Türkçe’ye genetiği değiştirilmiş organizmalar olarak yerleştirilen, yaratılışa müdahale, Allahu Teala'nın yaratma biçimini değiştirmeye yönelik bir faaliyetin kısa adıdır. Modern dünyada 1996'dan itibaren var olduğu iddia edilse de, aslında GDO’nun tarihi bir 100 yıl geriye gider. 1930’larda hızla çalışmalar belirli bir aşamaya geldikten sonra Meksika'da ziraati yapılmaya başlanır. İlk ziraatı yapılan bitki buğdaydır. Buna müteakiben çeşitli bitkiler hayvanlara uygulaması yapılmıştır. Bugün itibariyle çok geniş bir alana yayılmış durumda. Bu alanla ilgili konuşanların pek çoğu bu işin 1996’da başladığını, sadece soya, kanola, pamuk ve mısırda olduğunu iddia ederler, külliyen yalandır. 1995 yılında Dünya Ticaret Örgütü kurulmuş ve 1996 yılından itibaren GDO’nun istatistiklerini yayınlamaya başlamıştır. Ve bunu hukuki bir zemine kavuşturduğu için 1996 yılı baz alınır. Halbuki bunun evveliyâtı 1900’lülerin başlarına kadar gider. 1996’nın baz alınmasının ikinci bir nedeni ise, evvelki kirli defterleri temizleme operasyonu olmasıdır. Akademik çevreler bu detaylara vakıf değildir. Onlar sadece önlerine konan akademik yayınları okuyan ve okudukları her şeyi gerçek zanneden bir kitledir. O yüzden onların ne söylediğinin bir kıymeti harbiyesi yok.



GDO ALLAH İLE SAVAŞTIR!

Bu mesele bir “Allah ile savaş”tır. Kur'an'ı Kerim'de Nisa Suresi’nde şeytanın “insanlara emredeceğini ve yaratılışı değiştireceklerinin” beyanı vardır. Bakara Suresi 11. ayet-i kerimesinde, bunu yapanların kendilerinin “ıslah edici olduğunu” söylerler, devamında ise Allah-u Teala, “Halbuki onlar ifsat edicilerdir” buyurur. Yine Bakara 205’te, bu ifsadın “hars-ı ve nesli ifsat” şeklinde olacağını belirtir.

Hars, Arap lugatinde bütün canlıların tohumuna verilen ortak addır. Yani canlıların varlık sebebidir. Aynı zamanda sperm ve yumurta da bu kapsamdadır. Bu harsın değiştirilmesi sonucunda da nesil değişir zaten. Yani Allahu Teala'nın tanımlamasıyla, bu şeytani bir eylemdir. Allahu Teala'nın yaratma biçimiyle savaştır, dolayısıyla Allah ile savaştır. Bu savaşın kaybedeni ise insan olacaktır.

İSLAM DÜNYASININ SUSKUNLUĞU MÜSLÜMANLAR AÇISINDAN ZULDÜR

Bunun dışındaki tevillerin, tefsirlerin, yorumların, fikirlerin tamamı batıldır. Çünkü bu alanla ilgili Müslüman dünyada doğru-dürüst düşünce üretilmektedir. İslam dünyasındaki akademisyenlerin ürettikleri de tümüyle batılıların okuma biçimlerinin tekrarından ibarettir. Küçük küçük aykırı sesler çıksa bile onlar da akademik mahkumiyetin sınırlarından çıkamadıkları için gelecek hayalleri yüzünden gerçeği yeterince ciddiyetle haykıramamaktadır. Dolayısıyla bu da bizim gibi gazetecilere kalıyor. Müslümanların istisnasız tamamı bu husustaki suskunlukları, acziyetleri ve hatta bu alana verdikleri destekleri dolayısıyla küffar ile işbirliği içindedirler. Sessizlikleri de destekleri de bir zulümdür. Ve bu küfürle işbirliği yaparak bilim maskesine sığınarak “Bunu Batılılar yapıyor biz de yapmalıyız, bu önemli bir gelişmeden geri mi kalalım” gibi bir sürü terane üretip meşruiyet kazandırmaya çalışmaları ve hatta uygulamaları Müslümanlar açısından bir zuldür. Başka bir ifadeyle şeytanla işbirliği yapmaktır.

TÜRKİYE’DE HER ALANDA GDO VAR

GDO, bugün bize iddia edildiği sadece Türkiye'de hayvan yemlerinde kullanılmaz. Gıda katkı maddelerinin içerisinde GDO'lu olanların oranı çok yüksektir. İlaçların istisnasız tamamı GDO'ludur. Rekombinant teknolojisinin girdiği bir şeyde GDO’nun olmaması sözkonusu olamaz. Rekombinant DNA teknolojisi zaten GDO’nun bir başka  uygulama biçiminin adıdır. Kimya endüstrisinin tamamına yakını böyledir, kozmetik endüstrisi tamamen böyledir. Temizlik endüstrisinde deterjan denilen ürünlerin içerisindeki enzimler ‘genetiği değiştirilmiş organizmalar’dır. Kullandığınız zaman bunlar atık sularla denizlere, bitkilere ve yer altı kaynaklarınıza ulaşır. Dolayısıyla “Ben kullanmıyorum”, “Ben kullanıyorum ama benim vebalim yok” gibi kimse bu masallara sığınmamalı. Geleneksel sabuna dönülmeli. Ve kozmetik ürünlerden, deterjanlardan mutlaka uzak durulmalı. İlaçlar, aşılar, hayvanların üretilme biçimleri, tavuklar, süt makinalarına çevrilen hayvanlar, onların yemleri, onların içerisine katılan katkı maddeleri vs. diye sayfalarca uzatabileceğimiz bir zincir var karşımızda. Bu bağlamda meseleye baktığımızda, büyük bir felaketin eşiğindeyiz. Ne yazık ki, bu felakete Müslümanlar da büyük destek veriyor. En azından umursamıyorlar.



GDO BİR SOYKIRIMDIR

İnsanoğlunun kendi kendiyle savaşması, kendi nesli ve diğer canlılar üzerinde soykırım uygulamasının bir başka adı GDO’dur. Ama şunu da ilave etmek lazım, bugün bazıları hibritin GDO olmadığını iddia ederler. Bal gibi GDO’dur. Bir canlının fıtratına müdahale edilmesinin her şeklinin adı GDO’dur, her şeklinin adı Allah ile savaştır. Buğdayı çavdarı, yulafı ve arpayı birbiriyle evlendirerek tuhaf varlıklar ortaya çıkarıyorlar. Bunların enzimleri, besinleri, fıtratları farklıdır. Eğer birbirleriyle birleşseydi, Allahu Teala o şekilde yaratırdı. Bunlar farklı unsurlar, farklı amaçlar ve farklı nedenlerle yaratılmış bitkilerdir. Islah denilen şey de bir maskaradır, yalandır. Modern dünyada Nerede bir ıslah kelimesi görüyorsanız oranın üzerini kapatın, ifsat yazın en doğru şeklini yapmış olursunuz. Dolayısıyla tohum denilen mefhum maalesef büyük oran da ifsat edilmiş ve edilmeye devam ediyor.

GDO İLE HİBRİT ARASINDA FARK YOK

- GDO ile hibrit arasındaki fark nedir?

- Bir fark yok. Bize bilim adı altında bir sürü fark sayabilirler. Özü itibariyle ikisi de müdahaledir. Fakat yapılma biçimi farklıdır. Hibrit tür içi evliliklerden oluşur, biraz önce söylediğim arpa, buğday, yulaf ve çavdarın evlendirilmesi gibi… Onlardan gen kesip, gen aktarılması gibi… Laboratuvar ortamında baskın uygulamalarla yapılır. Yine mesela buğdayın başağını küçültme, tanesini büyültme, sapını kısaltma, yaprağının şeklini değiştirme, ‘gluteni’ni artırma gibi pek çok sonuçlar ortaya çıkaran bir fiildir. GDO ise bunun bir adım daha ötesidir. Mesela buğdaya arpa, yulaf, çavdar gibi kendi türlerinin dışındaki diğer canlılardan, insandan, hayvandan, bakteriden, virüsten vs. gen transfer edebilme uygulamasıdır. Yani birinde tür içi müdahale var, birinde tür dışı müdahale var. Ama sonuç itibariyle ikisinde de müdahaleye maruz bırakılıyor, fıtratı ve yapısı bozuluyor. Sonuçta müdahale müdahaledir.

“GDO’LU ÜRÜNLERLE AÇLIĞI BİTİRECEĞİZ” YALANI

- GDO’lu ile GDO’suz ürünlerin arasında nasıl bir verim farkı var? Bir GDO'lu ve GDO’suz ürünlere takılan verimli maskesiyle açlığı bitireceklerini iddia ediyorlar.

- Hiç bir verim farkı yok. Açlık da işin masalıdır, kılıfıdır. Aksine GDO'lu olanların zararları var. İnsana, su kaynaklarına, böceklere zararları var. Diğer türleri kendilerine dönüştürdüğü için türlerin yok olmasına yol açar. Arıların ve diğer kuşların ölümüne yol açar. Besin değeri düşüktür. Engelli doğumlara yol açar. Kanser, diyabet, organ yetmezliği gibi hastalıklara yol açar. İlaç, tarım ve ziraat kimyasallarına bağımlı kılar. Şirket mülkü olduğu için küresel egemen yapılara bağımlı kılar. Yani sayılabilecek bir faydası yok. Ancak insanlığınızı kaybetmiş ve vicdanlarınızı çöpe atmışsanız faydadan söz edebilirsiniz. Birisi faydasından söz ediyorsa kesinlikle insanlığını yitirmiştir.

BİYOGÜVENLİK DEĞİL BİYOGÜVENSİZLİK KURULU

- Peki bu GDO’lara izin veren  Biyogüvenlik Kurulu ne işe yarar? Amacı nedir?

- Biyogüvenlik Kurulu maskaralıktır. Üst düzey bürokratların bir araya gelip GDO'lu ürünlerin Türkiye'ye girişine izin verme günahının altına imza attırılan kişilerden oluşur. Bunlar emir kuludur. Yukarıdan “İmzalayacaksınız” derler,  imzalarlar. Hiç bir kıymeti Harbiyesi olmayan bir kuruldur. Biz ona zaten “Biyogüvensizlik Kurulu” diyoruz zaten. Acınacak haldeki insanların buluştuğu bir yerdir. Oradaki şahısların bir önemi yok. Kim olduklarının bir önemi yok. Zaten kurul kurulduktan sonra üç beş kez isimler değişti. Kurulda yazılan isimleri önemsemiyoruz. Kurulun varlık nedeni toplumsal tepkileri azaltmaya yönelik bir operasyondur. Hukuki olabilir ama ahlaki olmadığı gibi adil de değildir.

- GDO’yu hukuka uydurmanın bir yoludur yani.

- Evet, GDO’yu kılıfına uyduran kurumun adıdır Biyogüvenlik Kurulu.

DÖRT PARTİNİN KOMİSYON ÜYELERİ AMERİKA’YA GÖTÜRÜLÜP EĞİTİLDİ

- Hükümet GDO’yu engellediğini söylüyor.

- Yani “Biz serbest bıraktık mı” diyecekti. Zaten serbestti. Tepkileri azaltmanın bir adımıydı. 4 siyasi partinin oy birliğiyle çıkmıştır. Yani tek başına iktidar partisinin oyuyla çıkmadı. TBMM’de HDP, CHP, MHP, AK Parti de oy verdi. Dördünün oy birliğiyle geçti. Dört partinin komisyon üyesi milletvekilleri Amerika'ya götürülüp bir ay eğitimden geçirildi. Dördü de savundu.

- Ne tür bir eğitimden geçirildiler?

- Arşivlere girerseniz görürsünüz. “GDO komisyonu Amerika'da” diye aratırsanız arama motorlarında 2011’li yıllara ait haberleri ve manşetleri görürsünüz. Tabii bunun daha öncesinde ise 2004 yılında çıkan ‘bitki ıslahı kanunu’ çıkarıldı. Sonra ‘tohumculuk’ ve ‘biyogüvenlik kanunu’… Üçünün de bugün sabah çöpe atılması gereken kanunlardır. Bu üçü de zaten felaket kanunlarıdır. Bunlardan meşruiyet alarak bu faaliyetler Türkiye'de yapılıyor. Yapılması gereken şey, kanunları kaldırıp şu tek madde getirilmesi gerekiyor: Bu ülkede fıtrata ve yaratılışa müdahale faaliyetleri, müdahale edilmiş ürünlerin üretimi ve kullanımı yasaktır.

ÜRETİM İÇİN DEĞİL MÜCADELE İÇİN EĞİTİMİ YAPILMALI

Bunun eğitimini GDO ile mücadele için yapacaksınız. Bunun ne olduğunu bilmezseniz, ne yapıldığını da bilmezseniz. Ne yapıldığını öğreneceksiniz ki, engelleyeceksiniz. Öğrenmezsek bunların ne halt yaptığını nereden bileceğiz. Tabii ki öğreneceğiz, tabii ki ne yapıldığını nasıl yapıldığını bileceğiz ama yapmayacağız. Yapana engel olmak için, yapanla mücadele etmek için öğreneceğiz.

GDO’YU SAVUNANLAR AKILLARINI KİRAYA VERMİŞ İNSANLARDIR

- GDO'yu savunanlar bunu neye göre hangi amaçla savunuyorlar?

- Şeytana kendilerini sattıkları için savunuyorlar. Bunlar vicdanlarını satmış, akıllarını başkalarına kiraya vermiş, bedenleri kendinde ruhları başkasına ait olan insanlardır. Allah'ın nehyettiği bir şeyi savunan biri Müslüman olamaz. Bunu Müslüman savunmaz. Elbette birisi aksini savunabilir. Ancak yalan söylemeden yapacak bu işi. Doğru söyleyecekler. Fakat doğru da söylemiyorlar. Hiçbir sözleri doğru değil. Bu alanla ilgili savunma anlamında konuşanların istisnasız her kelimesi yalandır.

GDO’NUN FAYDASI NEDİR” SORUSUNA CEVAP VEREMİYORLAR

- Katıldığınız bir TV programında karşıt görüşlere “GDO’nun faydası nedir?” diye sorduğunuzda, ne yazık ki cevap veremediklerini de gördük.

- Cevap veremezler. Onlarca yüzlerce tartışma yaptık onlarla. Cevapları yok, üretemezler. Var olan cevaplar, Batılıların tekrarından ibarettir. O yüzden onların ne söyleyeceklerini daha onlar konuşmadan söyleyebiliriz. Yani, tek taraflı olarak hem onların tezini söyleyebiliriz, hem de kendi karşı tezimizi söyleyebiliriz. Çünkü onların söyleyecekleri papağan gibi ezber şeylerdir. Dünyanın her yerinde aynı şeylerdir. Hangi ülkeye ve nereye giderseniz gidin, bunu savunanların hepsinin tezleri, cümleleri birebir aynıdır. Lisanları farklıdır sadece. Ama itiraz edenlerin argümanları da oldukça zengindir. Öbür taraf için öyle değildir. Yüz tane cümleleri vardır, yüzü de birbiriyle aynıdır. Biz de o yüz cümlenin aynısını ezbere biliyoruz zaten.

GDO LOBİSİ AKTİF BİR ŞEKİLDE ÇALIŞIYOR

- “GDO lobisi Türkiye'de aktif bir şekilde çalışıyor” diyebilir miyiz?

Dünyanın her yerinde… Akademinin, siyasetin, bürokrasinin, ticaretin içinde… Her yerde çok etkin, çok güçlü bir şekilde çalışıyorlar. Bunların arkasında şeytan ve şeytaniler var. Şeytanlar da batıdaki gâvurları kullanıyor. Bunların en çok kullandıkları kişiler ise akademisyenler, bürokratlar ve siyasetçilerdir.

TOHUMLARI YOK EDEREK İNSANLIĞI KENDİLERİNE BAĞIMLI HALE GETİRİYORLAR

- Kısır GDO'lu tohumların bir diğer amacı da insanları kendilerine bağımlı kılmak mı ?

- Amaçlarından birisi de bağımlı yapmaktır. Bağımlılık sadece birisinden bir şey satın alma, bir ürüne sürekli bağımlı kalma, vücudun bağımlı kalması değildir. İnsanlığın da bağımlı kalması söz konusu. Sizin elinizdeki tabii tohumların hepsini tohum bankası masallarıyla ele geçirecekler. Onlar gerçek tohumları bankada çürümeye bırakırken sonra da hibritleştirdikleri, GDO'lu hale getirdikleri ürünleri piyasaya verecekler. Tabii tohumları bir 50-100 yıl sonra tümüyle ortadan kalktıktan sonra ne anlayacaksınız? İnsan kalmak isteyen, bunların ürünlerini kullanmak yerine ölmeyi tercih eder.

- Zaten alternatifsiz değiliz bu konuda. Alternatifi yok etmemeleri için mücadele etmemiz gerekiyor.

- Gıda Hareketi de bunun mücadelesini veriyor.

YERLİ VE MİLLİ AYNI ŞEY DEĞİL

- Peki bu yerli tohuma yeterli özen gösteriliyor mu Türkiye'de?

- Hayır, hiç gösterilmiyor. “Yerli ve milli tohum” diye bir şey olmaz zaten. Öncelikle ‘yerli’ ve ‘milli’ başka bir şeylerdir. Türkiye'de yerli üretilen bir sürü otomobil var, ama hiç biri milli değildir. Bir şeyin yerli üretim olması milli olduğu anlamına gelmez. Bunu çok karıştırıyorlar. Tayyip Erdoğan “yerli ve milli” dedi diye herkes ona saldırıyor. Halbuki kardeşim, ‘milli olanı yerli üretmektir’ orada kastedilen şey.

Milli ve yerli aynı şey ise, yani birbirinin mütemmimi ise, o zaman Türkiye'de üretilen 6-7 tane otomobil markası var. İhraç da ediliyor bunlar. Neden ‘milli otomobil’ diye çırpınıyorsun? Çünkü bunlar milli değil ama yerli üretimler.

TOHUM İNSANLIĞIN ORTAK MALIDIR

- Bize istatistiklerle yalan söylüyorlar, aldatıyorlar. Biz de çok meyyaliz bunlara. “Bizim adamlarımız şöyle dedi”, hemen yelkenleri indiriyoruz. Kardeşim, sizin adamlarınızı da satın alıyorlar! Sizin adamlarınızı da kontrol ediyorlar! Sizinkiler vahiyle mi yaşıyorlar? Sizinkilerin hepsi dürüst mü? Hepsi Mü’min mi?

Bu masallardan bir kere kurtulalım. Milli tohum diye bir tohum olmaz. Tohum insanlığın ortak malıdır. Yahudinindir, Müslümanındır, ateistindir, Hristiyanındır, Hindunundur, Zerdüştündür… Kısacası insanındır. Biz tohumun insanın elinden alınmasına itiraz ediyoruz.

BATI’NIN HER ŞEYİNİ KABUL ETMEYECEĞİZ

İnsan mükerrem bir varlıktır. Allah'ın rızık verdiği, hayat hakkı verdiği bütün varlıklar mükerremdir. Ama bu varlıkların içerisinde şerli hale gelmiş, Kur'an-ı Kerim’in tabiriyle “hannâs”laşmış alçaklar vardır. Belki de çoğunluktadır bunlar. Bunlar tohumu kendi amaçlarına hizmet etmek için, kendi kirli düzenlerini ayakta tutmak için bir araç olarak kullanıyorlar. Bizim de büyük çoğunluğumuz onlara hizmet ediyor. Burada üzerinde durulması gereken en temel mesele şu: Bir Batılı gibi düşünmeyeceğiz, Batılı'nın bilgisine itibar etmeyeceğiz. Batılı'nın bu konulardaki önümüze koyduğu araçları kullanmayacağız. Onun algı yönetimine teslim olmayacağız. Kendi vahiy kaynaklarımıza müracaat edeceğiz. Yeni bilgi üreteceğiz, yeni karşı duruş ortaya koyacağız.

Tohumun yerlisi de millisi de olmaz. Tohumu kimin ürettiği önemli değil. Nasıl üretildiği önemlidir. Müdahale edilip edilmediği önemlidir.

TOHUMU ÜRETMEK İÇİN ÖZEL BİR ÇABAYA GEREK YOK

- Tohum üretimi için özel bir gayret göstermenize dünyada hiç gerek yok. Ziraatinizi yaparsınız, zirai faaliyetinizdeki ürünlerinizin bir bölümünü alır yeniden tohum olarak kullanırsınız. İnsanlık Hz. Adem’den bu yana böyle yaptı bu işi. 1940’lardan bu yana böyle değil artık. 1940’larda sistemi değiştirdiler.

TÜRKİYE’YE İLK GDO’LU TOHUMLARI KAÇAK OLARAK GETİREN VE EKTİREN KİŞİ KASIM GÜLEK’TİR

- Türkiye'deki bu sistemin değişikliğini sağlayan kişi de Kasım Gülek denilen Rockefeller’in Türkiye koludur. Rockefeller'in 1940’larda Meksika’da yetiştirdiği sanora adlı buğday tohumunu Adana'ya kaçak olarak ektiren kişidir. TBMM arşivinde bütün belgeleri mevcuttur bunların. İkincisi greyfurt denilen hibrit bitkiyi ektiren kişidir.

GREYFURT ORGANİK BİR BİTKİ DEĞİL

- Greyfurt organik bir bitki değil mi?

- Evet gerçek bir bitki değildir o. Yenilmemesi gereken bir meyvedir. Bu gibi şeyleri Türkiye'ye getiren kişi Kasım Gülek’tir. Bunları hukuka aykırı olarak Menderes Hükümeti zamanında getiren kişi Tarım Bakanı Bahri Dağdaş’tır. Sonra bunların kanunu ilk çıkaran 1962’de İsmet İnönü'dür.

2006 YILINDA GETİRİLEN TOHUMCULUK KANUNU ESKİSİNE RAHMET OKUTUYOR

- 1962’den 2006 yılına kadar tohumculuk kanunu aynıydı. Şimdiki tohumculuk kanunu eskiye rahmet okutuyor. Eskiyi arıyoruz keşke eskisi kalsaydı diyoruz. Bundan daha kötü bir kanun yapılamaz.

TOHUMUN YERİ BANKA DEĞİL

- Tohumculuk bankaları, tohum genetik materyal bankaları bunların hepsi masaldır. Bizi uyutma masallarıdır. Tohumun yeri banka değildir. O zaman spermleri, yumurtaları da toplayın bankaya koyun. Zaten hayvanların spermlerini yumurtalarını toplayıp bankaya koyuyorlar. Oradan üretiyorlar. Hayvanların cinsel hakları ellerinden alınmış durumda. Bitkiler hakeza kendi tohumunu üretemez durumda. İnsanı da ortadan kaldırdığınız zaman, buyurun size kıyamet. Zaten getirmek istedikleri nokta da burası.

GDO VARSA KIYAMETİN GELMESİ İÇİN GÖKTAŞINA GEREK YOK

- Bu durumda kıyametin gelmesi için göktaşının çarpmasına gerek kalmıyor zaten.

- Buyurun size Kıyamet. Bu gidişle 2100 yılına kadar insanlık diye bir şey kalmaz yeryüzünde. Bu tempoyla bu hız katlanarak devam ederse 2100'de dünyada kısır olmayan insan kalmaz. Kısır olmayan insan bulamazsınız dünyada. Tüp bebek merkezleri de çare olmaz. Olsa da insan türünün nasıl bir sonuç çıkaracağını bilemezsiniz.

SERTİFİKALI TOHUMLAR TABİİ TOHUMLARIN KALDIRILMASININ ARACIDIR

- Çiftçilere sertifikalı tohumlar üzerinden teşvik veriyorlar. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu sertifikalı Tohum nedir?

- Sertifikalı tohumlar Tabii tohumları kaldırmanın en iyi aracıdır. Teşvikle tamamen ortadan kaldırıyorlar. Sertifikalı tohumlar genetik yapıya müdahale edilmiş tohumlardır.

 AĞIR METALLER İÇEREN TOHUMLARA NASIL İZİN VERİYORSUNUZ?

-  Son günlerde Ukrayna'dan getirilecek olan buğday tohumlarına da değinmek istiyorum. Bunlar da GDO’lu mudur sizce?

- Hibrittir bunlar genelde. Nereden getirirseniz getirin fark etmez. Teknik aynıysa kaynağın önemi yok. Ağır metaller içeren zirai kimyasallar kullanıyor musunuz, kullanıyorsunuz? Evet. Sıkıyorsa bunların içerisindeki ağır metalleri, milyarda bir de çıksa, onu açıklayacak şekilde koyun. İçinde kurşun, kardiyum, arsenik vs. gibi ağır metal çıkmayan bulamazsınız. İnsanların ana besin kaynağı olan buğdaya ağır metal yüklediniz. Bu ağır metalleri gebe, bebek, emziren anne, hasta, sağlıklı genç - ihtiyar yiyorsa nasıl burada sağlığı koruduğunuz iddia edebiliyorsunuz? Kurşunun, arseniğin buğdayda olmasına nasıl tahammül edebilir, buna nasıl izin verebilirsiniz? “Şu kadar oranda bulmasına sakınca yok”muş! Kimsin sen de bu kuralı koyuyorsun? İşte bu zihniyetteki insanların dini ve dünya görüşüne, ırkına bakılmaz. Bunlar insanlık düşmandır.

TÜM MODERN HASTALIKLARIN SEBEBİ GDO’DUR

- İnsan vücudu ağır metaller ile yüklenirse ne tür hastalıklara maruz kalır?

- Saymakla bitiremezsiniz. Üşütme ve grip hariç herşey. Kanser, otizm, down sendromlu çocukların doğması… Aklınıza gelebilecek tüm modern hastalıkların gelmesinin nedeni bunlardır.

ÖNCE ZİHİNLERİN VE ŞUURLARIN MİLLİ OLMASI LAZIM

- Bir de Mert ve Atacan isminde yerli ve milli bir mercimek üretildiği haberlerde geziyor. Yüzde 70'e Varan verim sağlandığı iddia ediliyor.

- Allah ıslah etsin bu insanları ve Bunlara izin verenleri. Önce zehinlerin ve şuurların milli olması lazım. İnsanların ruhları ve zihinleri vahiy merkezli değilse, kendi ana kültürlerinden beslenmiyor da, batının dergileri, üniversite kütüphaneleri, akademik yayınlarından besleniyorsa orada millilikten ve yerlilikten söz edemezsiniz.

TÜRK ÜNİVERSİTELERİ AMERİKA BİLİMİNE TAPAR

- Türk üniversiteleri vahiyden değil Amerika'dan beslenir. İlhamını Amerika'dan alır. Amerika bilimine tapar. Kitabı Amerika dergilerdir. Bunlar mı yerli ve milli olacak? Bu üniversiteler başımızın belası zaten. Bu üniversitelerin sayısı ister 1 olmuş ister 200 olmuş hiç fark etmez. Birbirinin aynısı bunlar. ODTÜ ve Hacettepe ile yeni açtığımız herhangi bir üniversite arasında zerre miktar zihinsel fark yoktur. Sadece adları farklı, zihinler aynı. Aynı kaynaktan besleniyorlar aynı puta tapıyorlar, aynı kitabı okuyorlar. Ve bunların hepsi de Amerika'nın kitapları Amerika'nın putu, Amerika'nın bilimi. Kendilerinden bir şey katmıyorlar. İşin içinde vahiy, sünnet, Kur'an, gelenek, kültür yok.

AKADEMİSYENLERİN YÜZDE 95’İ TÜRKÇEYİ DAHİ BİLMEZ

Bu bilim dediğin adamların yüzde 99’u Osmanlıca okumasını bilmez, Farsça, Arapça bilmez. Türkçeyi bile bilmezler bunlar. Üniversitedeki akademisyenlerin %95'i Türkçe bilmezler. Türkçe konuştuklarını zannederler o ayrı. Türkçe'nin inceliklerine vakıf değildirler. Türkçe bilmeyen adam zaten vahiyden, yerlilikten, millilikten ne anlar…

ÜNİVERSİTELER TORNA TEZGAHI GİBİ KALIP KALIP BİLİM ADAMI ÇIKARIR

Üniversite dediğimiz şey torna tezgahıdır. Öyle tasarlanmıştır. Oraya girersiniz, sizi bir ağaç olarak alırlar, işlerler şekillendirirler. Onların kalıpları vardır, bu kalıptan bilim adamı olarak çıkarsınız. Hele bir de yüksek lisans doktora falan yaptıysanız kesin tescilli bilim adamı olursunuz. Disk olarak düşünün, kendi gelenek ve kültürünüzden yoksun amerikan kaynağından size bilgiyi yüklediler. Bu bilgiyi siz nasıl kullanacaksınız? Onların istediği şekilde ticarette, siyasette, bürokraside, üniversitede kullanacaksınız. Kırık plak gibi aynı şeyleri dönüp söyleyeceksiniz. Birkaç tane üretim hatası çıkarsa onlara da itiraz edip deli gömleği giydirip salı verirsiniz.

MEVCUT ÜNİVERSİTE SİSTEMİ KÖKTEN DEĞİŞMELİ

Bu mevcut üniversite sistemi ile ziraati, hukuku, tıbbı, iktisadı kurtaramazsınız. Bu sistemi çöpe atmadığınız sürece yapamazsınız. Bu mevcut üniversite sisteminin temelini şeytanlar atmıştır. Besmelesizdir. Şer bilgilerle insanlığı ifsat etmek için vardırlar. Bunları temizlemediğiniz müddetçe, bunlardan arınmadığınız müddetçe düzeltemezsiniz. Aile bilinç ve şuurla beslemediği sürece çocuklarınızı da o zihniyete kaptırırsınız.  Babasının değil de hocasının üstünlüğünü kabul ediyorsa o zaman baba da bir şey ifade etmez.

EKMEKTE HALA KATKI MADDESİ VAR

- 2013 yılında katkı maddeli ekmekler gündeme gelmişti. Ve bunlara hükümet belli bir düzenleme getirmişti. Fakat hala bakıyoruz belediyenin çıkardığı Halk Ekmek ile özel sektörde fırıncıların çıkardığı ekmek arasında tadı ve kabarması gibi çok ciddi farklar var. Peki bu ekmekteki katkı maddesi gerçekten kalktı mı?

- Hayır. Dediğiniz ekmekte de katkı var. Bu bir üretim biçimidir. Bu önemli değil. Orada şekle takılmayın siz. Türkiye'de ekmek yok diyen varsa hodri meydan gelsin.  Her kim bunu söylüyorsa dünyanın en büyük yalancısıdır.

Hükümet bunu kaldırdığını söylüyor.

- Kimin ne söylediği beni ilgilendirmez. Evet, fırınlarda katkı maddesi yasaklandı ama un fabrikalarında serbest. Una katmaya başladılar. Tayyip Bey’in gözünü boyadılar. İşin Türkçesi bu. Tayyip Bey'in tepkisini azaltmak için Tayyip Bey'e yalan söylediler.  Dolayısıyla millete yalan söylediler. Türkiye'de ekmek yok, üretilmiyor. Türkiye'de buğday yok ki ekmek üretilsin. Buğdayın olmadığı yerde ekmek olur mu? Ekmek konusu başlı başına bir röportaj konusu.

Röportajın 2. Bölümü: Dünyayı azaltma planı başarıya ulaştı! "GDO ve aşılar neslimizi yok ediyor"

NURULLAH ALPAY / RÖPORTAJ

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23