• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yavuz Bahadıroğlu
Yavuz Bahadıroğlu
TÜM YAZILARI

Bayramlık potinim

03 Haziran 2019
A


Yavuz Bahadıroğlu İletişim: [email protected]

Eskilerimiz “sayılı günler çabuk geçer” der, bayram hazırlıklarına ramazanın onbeşinde başlarlardı…

Bu bir zaruretti, çünkü hazır giyim denen nesneden eser yoktu: Her şey “ısmarlama” yapılırdı. Kumaş alınır, terziye gidilir, ölçü verilir, oradan ayakkabıcıya gidilir, ayak kalıbı çıkarılırdı.

Bana ilk bayramlık ayakkabı ısmarlandığında, sanırım sekiz yaşlarındaydım. Müthiş heyecanlanmıştım. Ayakkabıcı Nedim Usta tonton bir adamdı. Sağ ayağımı beyaz bir kartona bastırdı ve etrafını çizdi. Ona göre kalıp çıkaracak ve bana ilk “ısmarlama” ayakkabımı yapacaktı.

Ayakkabımın yapımı bitip almaya gidene kadar nasıl sabırsızlandığımı anlatamam. Hele son geceyi hemen hemen bütünüyle uykusuz geçirdiğimi söyleyebilirim.

Şimdiki çocuklar herşeyi elinin altında hazır buluyor. Yeni bir bayramlık ayakkabının heyecanını yaşayamayan çocuklara bakıp bakıp iç çekiyorum.

Eskilerimiz, bayramlarda yalnız kendi çocuklarına yeni giysiler almaz, mahallenin yoksul çocuklarına da bayramlık ayakkabı ya da elbise ısmarlarlardı.

Ayrıca el öpmeye geleceklere verilecek bayram harçlıkları ayrı renklerde kadife keselere konur, Kapalıçarşı’dan alış verişler yapılır, evde yeni esvaplar dikilir, yakın akrabalar için işlemeli mendiller, yemeniler ve iç çamaşırları bohçalanırdı.

Bayramlarda zengin sofraları günün her saati misafire açık olur, isteyen destursuz içeri girip karnını doyururdu. 

Yani bayram günleri, İslâmın “kardeşlik” esasının hayatı tamamıyla kuşattığı günlerdi. 

Her bayram sabahı, sabah ezanı vaktinde mahalle bekçisi mani söyleyerek mahalleyi uyandırırdı: 

“Bu sabahın ayazına,

“Kalkın Hakkın niyâzına,

“Abdest alın ey komşular,

“Gidin bayram namazına!”

Bayramlar, hızlı geçen ömrümüzün işaret taşlarıdır ve her bayramın ayrı bir anlamı, farklı bir derinliği vardır...

Hele bir de çocuklaşırsanız, bayramlar bambaşka bir halete bürünüp hatıraya dönüşüverir.

Çocukluğumun bayramları bir köyde geçti. Geçmedi aslında, tüm tazeliğiyle içimde yaşıyor. Her yıl köyüme gidip çocukluğumla buluşuyorum.

Hasretimi yapraklarındaki şebnemlerde saklayan ıhlamurların altında gölgelenip, aradan geçen bunca seneye rağmen diri kalabilen hasretime şaştıkça şaşıyorum...  

Şebnemler, özlem dolu hatıraları uzatıyor kollarıma: Çocuksu heyecanları yeniden yaşıyorum...

Çok gerilerde kaldığını sandığım çocuksu heyecanları yeniden yaşamak, sonsuz bir haz veriyor ruhuma. Dünden güne gelen zamanın her kavşağında dikili ağaçların yapraklarına yazılı kitabelerde kendimi okumaya çalışıyorum. Ömür takviminin her silik satırı yüreğimde ürperiyor. Attığım her adım, çocukluğumun bayramlarına taşıyor yorgunluğumu.

İşte rahmetli anacığımın kucağında kim bilir kaç kez çıktığım kaldırımlar (asfalt olmuştur)…

İşte Maksut Hoca’nın minare yerine kullandığı kiraz ağacının yeri (çoktan kesilip yakılmış, yeri bile betonlanmıştır)…

İşte saklambaç oynarken, varlığımı sır perdesine sarıp sarmalayan otluk (yerine iki katlı beyaz badanalı bir ev dikilmiştir)…

İşte babamın buruşuk kravatını takıp gittiğim son bayram yeri… 

İşte çift sürdüğüm tarla (önce çay ekilmiş, sonra da parsellenip satılmıştır)…

İşte hatıraları yüreğimde yumak yumak sakladığım ilkokulum: Herşey o kadar canlı ki, her seferinde Başöğretmen Hikmet Bey bir yerlerden çıkıp, “Lazca konuşanın dişlerini sökerim” tehdidini savursun diye bekliyorum... 

Ve her milli bayramda altı delik lastik ayakkabılarımı vura vura “cumhuriyet/ hürriyet” kafiyeli şiirler okuduğum giriş kapısı… 

Herşey taze işte, eskiyen bir şey yok!

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23