• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yaşar Değirmenci
Yaşar Değirmenci
TÜM YAZILARI

İstikamet derslerinin mekânı okullar ve verilen eğitim

31 Mayıs 2024
A


Yaşar Değirmenci İletişim: [email protected]

 

Kurban Bayramı yaklaşırken okulların tatili ile Kurban Bayramı aradaki birkaç günlük ara konuşulurken okulların her açılışın kapanışın yeni bir ümit, yeni bir tohum, yeni bir duruşun, “tatil” yerine konuşulmasını isterdim. Beşerî konuların unutulmadığı, insanın merkeze alındığı, sevgi-şefkat-merhamet temelli bir eğitime geçişin yaşanacağı bir dönem beklentisi içerisindeyim. Hep diplomalar, kariyer sahibi olma, iş, güç, para, makam mevki elde etme. Hep konuşulan bu! Okullardan her bahsedişte; düşünceyi, sevgiyi, saygıyı, ahlakı, şefkati, merhameti de öğrencilere verilebilmek mümkün olabilseydi. Başta öğretmenlerimize, sonra yavrularımıza bir gaye, bir ideal sahibi olmanın gereğini anlatabilseydik. Öğrencilerimizi mezun ederken, üzerlerine sinmiş, hayatlarında mutlaka uygulayacakları izlenimi veren bir ahlak eğitimi verebilseydik. Alışkanlıkların en asili olan “okuma alışkanlığı” kazandırabilseydik. Değişen şartlara rağmen “biz kalarak değişme, değişerek biz kalabilme”nin usul ve üslubunu öğretebilseydik. Modernleşme, küreselleşme adı altındaki yozlaşma ve “kimlik-kişilik erozyonu”nu önleyebilseydik. Yol-köprü-baraj yapımına verdiğimiz önem kadar, kendi mukaddeslerimizin, yavrularımıza intikalini sağlayabilseydik. “Önce insan!” diyebilseydik. Parayı, makamı, mevkiyi ideallerimizin gerçekleşmesi uğrunda harcayabilme metodunu gençlerimize aşılayabilseydik. Magazin-futbol-internet bağımlılığının ördüğü ağdan onları kurtarıp fıtratlarına uygun ortamların mevcudiyetinden gençlerimizi haberdar edebilseydik. Şikayetçi olduğumuz durumlardan kurtulurduk. 

İstikamet derslerinin mekânı okullar olsaydı hasretini çektiğimiz huzurlu sükûnlu toplumda yaşar, ölçülü ve dengeli hayatımız olurdu. Geleceğimiz olan gençlerimizle ümitvar olurduk. 

Eğitimin; insandaki gizli kabiliyetleri ortaya çıkarması, iyi insan yetiştirmesi, bilgiyi öğretirken “fayda” ilkesine dikkat etmesi, eğittiği insanları istikamette tutması, sözle-davranışı birleştirmesi gerekmez mi? Eğitim; bir nevi kendi ruh köklerinden gelen kültür mirasının gelecek nesillere intikalini sağlayan süreç değil mi? Eğitim; toplumdaki sosyal veraseti (medeniyet, ahlak vs.) kendisine teslim edilen evlatlarına iletmesi gereken bir vasıta değil mi? Bizi kendi kültürümüzle, millî-manevî değerlerimizle buluşturacak bütün faaliyetlerin merkezi okullar değil mi? Beş-on yıl önce yazılmış bir makaleyi anlamakta zorluk çeken, kendi kültür kodlarını, kavramlarını dahi bilmeyen bu nesil hangi eğitim kurumlarında yetişip geldi? Türk Eğitim Sisteminin dışına çıktığımızda; Siz Shakespeare’i okumamış bir İngiliz, Konfüçyüs’ü okumamış bir Çinli, Dostoyevski’yi okumamış bir Rus, V.Hugo’yu okumamış bir Fransız, İncil okumamış bir Hıristiyan, Tevrat okumamış bir Yahudi düşünebiliyor musunuz?

Merhum Prof. Erol GÜNGÖR’ün şu hatırası ne kadar ibretamizdir. Türk modernleşmesi hakkında önemli çalışmalar yapmış büyük bir sosyal bilimci olan Rustow asistanı E. Güngör’e Türk Millî Eğitim sisteminin hali-pür melali konusunda bir gün Beyazıt Meydanında birlikte yürürken “Erol, etrafta 7-8 yaşlarında gözlerinden zekâ fışkıran çocuklar görüyorum. Bu zeki çocukları okullarınıza alıp nasıl aptal hale getirdiğinizin sırrını bir türlü çözemiyorum. Sahi, bu çocukları okullarınızda nasıl aptal hale getiriyorsunuz?” diye soruyordu. Evet o günden bugüne ne değişti? Laik devlet, Müslüman toplum. Sonuç: Elbette ki, kültürel şizofreni olacaktı. Laiklikle Müslümanlık uzlaştırılamazdı. Çünkü laiklikle Müslümanlık uzlaşmaz. Bütün uzlaşmalar, “uyuzlaşma”yla sonuçlanır. Ortada ne laiklik kalır ne de Müslümanlık. Hıristiyanlık’la Müslümanlık uzlaştırılabilir mi? Hıristiyan Hıristiyan, Müslüman Müslüman kalsın; ki, bir yer’i ve değer’i olsun. Bizim ait olduğumuz “yer” İslâm. Eğer ait olduğumuz “yer”i yitirirsek, dilimizi de düşünme, bakış, görme biçimlerimizi de yitiririz. Çağ’ın ağ’ları, bağları, kavramları ve bağlamları içinden bakarız her şeye ve bize ait olan hiçbir şeyi de bilmeyiz/bilemeyiz. Görmeyiz göremeyiz. İnşallah bu son yapılan müfredat değişiklikleri uygulanacak aidiyetini (her şeye rağmen unutmayan) öğretmenlerimiz tarafından, örnek tavır ve davranışlarıyla uygulatır. Malum güzel sözden ziyade güzel, örnek davranışlar etkiler. 

Gazetelere verilen ilanlarda gördüm. “Anaokulunda tam gün İngilizce Eğitimi” veriliyormuş. İlanı veren okul da dindar kesime ait bir okul. Ne diyelim Allah basiret versin. Kendi dilini-dinini öğretmeden yabancı dil! Nasıl eğitim ama!..

Bizi biz yapan değerler, şahsiyetimiz, kimliğimiz, aidiyet duygumuz bunlar ne olacak? Her şeye fiyat biçilen bir dünyada bizim değerimiz olmasın mı? Verdiğimizi bile muhafaza edemeyen okula, bu vatandaş nasıl güvensin? Mekteplerimiz ilim-irfan yuvası değil miydi? Ailelerimiz bizleri “mini mini mektepli ne de güzel edepli” diyerek mektebe yani okula göndermiyorlar mıydı? Evlatlarını yetiştirirken “ölürse yer beğensin kalırsa el beğensin” denmez miydi? Daha o yaşlarda bile; “Yavrum! Yediğin yok olur, yedirdiğin kalır. Giydiğin yok olur giydirdiğin kalır” diyerek “Çocuk dünyası”na başkalarını düşünme duygusunu yerleştirmiyorlar mıydı? Değişim adına yıkıp geçtik. Dilsiz, sevgisiz, düşüncesiz kaldık. Ne öğretmenin ağırlığı ne öğrencinin edebi? Ne oldu böyle? İnsanın bütünlüğünü parçaladık, berhava ettik. Hani “bir okul açan bin hapishane” kapatacaktı. Hani her okuyan etrafını aydınlatacaktı. Mukaddesi, kutsalı verilmeyen/verilemeyen bir eğitimin iflas ettiği gerçeğini kabul edelim artık. Akıllı tahtalarla tablet bilgisayarlarla, cicili-bicili kıyafetlerle bu gidişatı önleyemezsiniz. Yağmur gibi “bilgi” yağsa, seller gibi “teknoloji” aksa ne olacak? Vagonlardaki değişim veya değişiklik, lokomotifin yönünü değiştirmez! Gençlerimiz birbirini bıçaklarken, ölürken, öldürürken, uyuşturucu batağına götürülürken, futbol, magazin, porno hastalığına bulaştırılırken, biz sessiz kalamayız! Ateş bacayı sarmışken sükût edemeyiz. İnsanımız vahyin ışığına, nebevi soluğa, hidayet ve istikamet üzere yaşanan bir hayata, dünyevi ve uhrevi saadete çağıran bir eğitime ne kadar muhtaç!  

Son yaşadığımız olaylara, bilhassa Gazze’ye bakınca; eğer İslâm’ın, ümmet kimliğinin ne demek olduğunu bilseydik, kardeşliğin nasıl muazzam bir nimet olduğunu, hayatımızdaki yer’ini ve değer’ini de hakkıyla bilebilirdik, eğitim sistemimizde buna yer verseydik “şuurlu Müslüman” kimliğimizi unutmazdık. Ama Müslüman kimliği; sunduğu irfan ve basiret ruhu, “kültürel” genlerimize öylesine yer etmiş ki, bu halkı, birbirine düşürme girişimlerinin hepsini boşa çıkartmayı bildik bu sayede. Örgün ve yaygın eğitimde bu husus da yerini almalı.

     Sevgili-saygılı-duygulu-düşünceli, asliyetimizle irtibatı sağlamaya çalışan Millî Eğitim Bakanımız ve hizmeti geçen meslektaşlarımıza böyle bir eğitimde buluşmak ümit ve temennisiyle Rabbim muvaffak kılsın. Mâni olmaya çalışan iç ve dıştaki din düşmanlarına da fırsat vermesin.  

 

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

İzmirli

Ak parti 22 yılda köprü, yol, baraj dedi ama eğitime hiç el atmadı. Kemalist sistemle büyüyen nesil otomatikman CHP'li. Bu nesilden de hayır gelmez.

Okur

Dindar gençlik olmadı mı.
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23