• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Nusret Reşber
Nusret Reşber
TÜM YAZILARI

Adl-i İlâhî sadece Ömer’den mi hesap sorar?

18 Aralık 2025
A


Nusret Reşber İletişim:

Adl-i İlâhî sadece Ömer’den mi hesap sorar?

NUSRET REŞBER

Çok tekrarlanan o sözle girizgâh yapalım. Hz. Ömer’e nisbet edilen meşhur sözle. O, sorumluluğunun bilinciyle hassas davrandıkça yanındakiler; “çok ağır yüklerin altına giriyorsun, senden sonraki idarecilere de ağır yük bırakıyorsun…” diyorlar. Ömer (r.a.): “Fırat’ın kenarında bir kuzu zâyî olsa, bu sebeple Allâh’ın beni hesaba çekmesinden korkarım.” buyurur.

Merhum M. Âkif de şöyle süsler:

“Kenâr-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu, Gelir de adl-i ilâhî sorar Ömer’den onu​!”


Evet, insan dert edinmeli, sorumluluk almalı.

Sorumsuz insan varlığını tanımıyordur. Dertsiz, tasasız bir hayat özlemi duyan varlığından habersizdir. 


Zira insanın varlığı, mesuliyet almaktır. 

Hâşâ, “Ama belki ben sorumlu olarak hayata gelmek istemiyordum, Allah bana mı sordu beni yaratırken?” gibi bir cehalete düşebiliyorsan (ki sıkça bu inkârcı tavırla karşılaşıyoruz), “Sen Yaratan mısın, yaratılan mı?” diye sorarız!

“Ben hiçbir şey değilken, var oldum” diyorsan (demek zorundasın), o zaman da varlığının hakkını vereceksin.


Hadi çocukluk dönemini geçtik, ama ergenlik itibarıyla yaptıklarından hem dünyada hem öldükten sonra ahirette (ister kabul et ister kendini kandırarak yalanla) hesap vereceksin!


İster tek başına kimsesiz ol, ister kalabalık bir ailenin herhangi bir ferdi. İster anne-baba ol ister evlad. İster hizmetinde nice insanların istihdam edildiği yönetici ol ister bir çalışan. Ya da devletin en tepesinde veya çok yakınında bulun; bir sorumluluğunun olduğunu bilmelisin!

Herkes kendince, kolu uzadığınca, aklı yettiğince sorumluluk sahibidir; sorumluluğunu yerine getirmelidir.

İnsan kendini unutuverse de Allah insana kadr-u kıymet vermiş; mahlûkâtın en şerefilisi kılmış ve kendine “halife” tayin etmiş.

Meleklerin gıpta ettiği bir halife!


 “Hani rabbin meleklere, ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ demişti. Onlar, ‘Biz seni övgü ile tesbih ederken ve senin kutsallığını dile getirip dururken orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?’ dediler.”

Allah en büyük sorumluluğu peygamberlere yüklemiş. Sonra peyderpey diğer insanlara…



Peygamberlerin bazıları canlarıyla ama hepsi bu yükümlülüğü yerine getirmişler. Son olarak efendimize de (s.a.s.) peygamberliğinin hemen başında: “Ey örtüye bürünen! Kalk ve insanları uyar…” (Müddessir 74/1-2) uyarısı gelince yerinde duramıyor.

Hz. Hatice, “Niçin uyuyup dinlenmediniz” dediğinde O (s.a.s.),

“Ey Hatice, benim uyku ve istirahat zamanım artık geçti…” buyurarak İslam’ı insanlara tebliğe koyuluyor. Ve ruhunu rabbine teslim edinceye kadar da nice meşakkatlerle karşılaşmasına rağmen peygamberlik sorumluluğunu yerine getirmekten bir an geri durmuyor.


Gâh at-deve sırtında, yaya savaş meydanlarında/yollarda gâh kıyâm, rükû ve secdede niyaz halinde…

Çok ibadetle ayakları şişiyor. Aişe validemiz (r.anha), “Niçin bu kadar kendinizi yoruyorsunuz…? Oysa Allah senin geçmiş ve gelecek hatalarını bağışlamıştır.” dediğinde Resûlullah (s.a.s.):


“Şükreden bir kul olmayı istemeyeyim mi?” buyurur.

Günahsız kabul edilen Hz. Peygamber, sorumluluk bilinciyle rahat edemezken; sabah akşam etrafında pervaneler gibi dönen sahabesi durur mu? İlk halife Hz. Ebû Bekir hariç diğer üç halife şehadetle bu görevi tamamlayıncaya kadar aynı sorumlulukla hareket ediyorlar?

Onlar krallar gibi rahat otursalardı, taht kurup keyf çatsalardı olmaz mıydı? Olmazdı!

Zira “tek örneğimiz” Resûlullah (s.a.s.): “Hepiniz birer sorumlusunuz ve hepiniz yönettiklerinizden mesulsünüz…” buyuruyor.


“Devlet başkanı sorumludur, yönettiklerinden mesuldür.

Evin reisi sorumludur, yönettiklerinden mesuldür.

Evin hanımı eşinin evinde sorumludur, yönettiklerinden mesuldür.

Hizmetçi de efendisinin malı üzerinde sorumludur ve yönettiklerinden mesuldür.”

Hadisin ucu açık. Herkes kendi kabiliyet ve imkânınca sorumludur!

Her insan başta rabbine karşı sorumludur; O’nun emir ve yasaklarına riayetle mükelleftir.

Peygamberin izinden gitmekle sorumludur.


Son ilâhi Kitab Kur’ân’a uymakla, hayatını ona göre tanzimle mükelleftir.

Allah insanları toplumsal hayata ve iç içe yaşamaya uygun yaratmıştır.

Toplum olarak herkes birbirine karşı sorumluluk sahibidir.

İdare edilen-idareci, işçi-işveren, kamu personeli-amirleri, birbirlerine karşı komşular, trafikte şoförler-yolcu veya yayalar, okulda öğrenci-öğretmenler herkes birbirlerine karşı sorumluluğunu yerine getirmekle mükelleftir.

Bu bilinçle hareket edildiği takdirde toplumun huzuru, refahı sağlanabilir.

Aksi takdirde her tarafta kargaşa, huzursuzluk, adaletsizlik ve bunun yansıması olarak terör ve vahşet zuhur eder.

Dinimiz ne güzel prensipler getirmiş. Herkesi kardeş olmaya çağırıyor.


“…Hani siz birbirinize düşmandınız da Allah gönüllerinizi birbirine yaklaştırdı, O’nun nimetiyle kardeşler oldunuz.” (Âl-i İmrân 3/103)

Efendimiz de “Birbirinizden nefret etmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları, kardeş olun…” buyurur.

Sonuç, her fırsatta Hz. Ömer’in sözünü tekrarlayıp sorumluluğu başkasının üzerine atmakla kurtulamayız. Kendi sorumluluklarımızı yerine getirmediğimizde vallâhi korkarım, adl-i İlâhî Ömer’den ziyade her birimizden daha çok hesap soracaktır! 

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23