Gazze hilafete duyulan hasrettir
Gazze hilafete duyulan hasrettir
Mustafa Çelik
Gazze’nin çaresizliği, insan ve Müslüman olarak size insaniyetin ve adaletin yegâne garantisi olan hilafet-i şer’iyye’yi hatırlatmıyorsa, kalbinizde firavunlardan miras kalan hatıraları taşıyorsunuz demektir. Dinde firavunluğa ve firavunlara takılı kalanların, sevdalanmış olanların hatırı da, kıymeti harbiyesi de olmaz.
Medeniyet düzleminde büyük değişimlerin yaşandığı ve söz konusu değişimlerin bütün yeryüzünü etkisi altına alacak şekilde global bir hal alarak doğrudan şahıslara, fikirlere ve kurumlara tesir ettiği böyle bir zaman diliminde hilafet-i şer’iyye’yi gündeme getirmemek, esarete, köleliğe rıza göstermek demektir.
Şeytan Amerika ve yetiştirdiği terörist İsrail›in saldırısına, istilasına uğrayan Gazze halkının yardımına fiili olarak yardım göndermeyen otoriteleri başlarında tutan Müslüman halklar, cellatlarına âşık olmuş esir ve kölelerdir. Onları da esaretten kurtarıp hürriyet âşığı yapacak olan nizam da hilafettir.
Ümmet ve hilafet ayrılmazlığını ihmal ve ihlal ettiğimiz günden bu yana esareti yaşıyoruz. Vasat ümmetin karakteristik yapısı, hilafet ve medeniyet eksenli bir çerçevede şekillenmiştir. Bu sebeple, ilahi mesajı omuzlayan kimsenin, taşıdığı misyonun manasını, gayesini ve mesajlarını insanlığa ulaştırabilmesi için, yüksek bir seviye ve dengeyi temsil etmesi zaruridir. Tarihin şahidi olduğu gibi, bu ümmetin bağrında, Hz. Peygamber’in (sav) önderliğinde, ilahi hakikati kavrayan, mesajın yüce ufkuna yükselen ve onu hem hilafet hem de medeniyet misyonunun ruhuna tercüman kılacak bir kurucu nesil vücut bulmuştur.
Ümmet-i vasat’ın doğal konumu bu yüksek seviyede sabit olduğuna göre, ümmetin bu denge ve istikamet çizgisinden sapması, onun temsilcilerinin ve mesajı diğer inanç sahiplerine sunacak fertlerin sosyal yapısında ve düşünce ikliminde ciddi bir hastalığın varlığına işaret eder. Eğer bu tespit sahihse, bugün İslam ümmeti, tarihi bir anda, kendi ilahi misyonundan fiilen uzaklaştığını gösteren ağır bir hastalık hali yaşamaktadır. Dahası, bu an; ümmetin, akidesiyle, ameliyle, davranış biçimi ve kültürel kimliğiyle vahyin çizdiği metod, proje ve bakış açısından uzak düştüğü anı temsil etmektedir.
Hilafet-i Şer’iyye’nin yokluğunda Küresel bir canavara dönüşen Amerika ve onun beslediği terörist İsrail’in karşısında Gazze’nin; yalnız, yalnızca karanlık içinde çaresiz kalması, bir felaketi haber veriyor, sessiz çığlıklarla. Yüreğimi saran derin bir korkudur bu, bir gün çıkar biri, derinlerden yankılanır: “Ey insanlar!” diye haykırır, ama bir tek kulak bile duymaz o feryadı ve kimse dönüp bakmaz, sonsuz bir boşluğa doğru savrulur çağrı. Gözlerde yalnızca boşluk, gönüllerde taş… İnsanlık, kendi sonunu adım adım yaşar ve fıtrî düzen kaybolur, umutlar soluklaşır. Oysa yeniden doğmalı hilafet, insanı özüne, özündeki saflığa ve doğruluğa geri döndürmeli.
Hilafet yeniden ihya edilirse karanlıklar sona erer, aydınlık doğar; insanlık, yeniden doğar, özüne kavuşur ve erdemlerle buluşur. Hilafet; insanlığın koruma kalesi, halife ise Müslümanların koruma kalkanıdır. Rasûlüllah (sav) şöyle buyuruyor: “Muhakkak ki imam (Halife) kalkandır. Onunla savaşılır ve korunulur.” (Müslim K. İmara H. No:1851) Öyle ki Sahabe-i Kiram Peygamberin vefatından sonra hemen halife seçimi ile meşgul olup üç gün içerisinde içlerinden bir halife seçmek suretiyle halifeyi belirledikten sonra Peygamber (sav)’in defni ile meşgul olmuşlardır. Peygamberin nâşı henüz dururken Sahabelerin böyle bir işe girişmeleri emir tayin etmenin önemini arz etmektedir. Müslümanlar bir gün dahi halifesiz olamazlar. Nitekim Rasûlüllah (sav) şöyle buyuruyor: “Her kim halifeye bey’at’ten el çekerse, Kıyamet Günü kendini savunacak bir hüccet olmaksızın Allah’ın huzuruna çıkar. Ve her kim boynunda bey’at olmadığı halde ölürse, cahiliye ölümü ile ölür.” (Müslim, İmare, 58)
Hilafet; anlam yüküyle başka hiçbir kelimeye benzemeyen bir yadigâr. Kimine mazinin derinlerinden yükselen bir umut, kimine ise korkunun ağır gölgesi… Yüzyıllar boyunca İslam dünyasının ruhu hilafetle yoğruldu; Osmanlı Hilafetinin ilgasıyla ise coğrafyaya bir hüzün ve sarsıntı dalgası yayıldı. Nice hareket ve fikir bu kaybolan tahtın hayaliyle beslendi; fakat Soğuk Savaş’ın sert rüzgârları ve sömürge sonrası devletlerin aldatıcı vaatleri, hilafet arzusunun üstünü geçici bir sisle örttü.
Bugün, çöken devletlerin enkazı, büyüyen adaletsizlik ve derinleşen krizler arasında, hilafet düşüncesi küllerinden yeniden doğruluyor. Bastırılan her isyan, kanla sulanan her toprak, örülen her sınır duvarı, bu hasreti, bu özlemi biraz daha büyütüyor. Zira birçok müminin gözünde, akan kanı ve dinmeyen zulmü durduracak yegâne adalet nizamı, yine hilafettir. Hilafeti yeniden ihya etmek için Gazze’nin acısını sonlandırarak Amerika-İsrail’in istilâsını ortadan kaldırarak Kudüs’ü fetheden fatih, ümmetin doğal halifesi olacaktır.