Kadınlara hakları verildi mi, yoksa aldılar mı?
Kadınlara hakları verildi mi, yoksa aldılar mı?
Mustafa Armağan
Soru kışkırtıcı: Türkiye Cumhuriyeti’nde kadınlara, erkeklerin sahip olduğu siyasi hakların tanınması bir lütuf mudur yoksa mücadele sonucunda elde edilmiş bir siyasî kazanım mıdır?
Cumhuriyet idaresinin asıl derdinin kadınların TBMM’de temsili mi yoksa dünyaya modernleşmede hangi noktalara geldiğimizin gösterilmesi mi olduğu meselesini konuşmazsak çemberi eksik çizmiş oluruz.
Kaldı ki Tek Parti dönemindeyizdir ve ‘Erkeklerin seçme ve seçilme hakkı var mıydı ki kadınların olsundu?’ sorusuna ikna edici bir cevap vermek durumundayız. Öyle ya, Tek bir parti (CHP) varsa 1923’ten 1946’ya kadarki seçimler nasıl ‘seçim’ vasfını haiz olabilir? (1930 yılında yalnızca Serbest Fırka’nın katılmasına izin verildiği yerel ara seçimler tamamen istisnadır.) Seçim yapmak için en az iki şıkkın olması gerektiğini bilmek için âlim olmaya gerek yoktur.
Resmi söylem kadın haklarının bir lütuf olarak verildiğini ısrarla tekrarlasa da, kaynaklar bunun hiç de tepeden inme bir şekilde gerçekleşmediğini, başlangıcı Meşrutiyet yıllarına dayanan Kadınlar Birliği mensupları ve eğitimli kadınların devrin siyasetçilerini bu haklarını vermeye zorlamasının eseri olduğunu doğruluyor.
Öte yandan; kadınlara seçme ve seçilme haklarının verilmesi meselesinin 1920’lerin sonları ile 1930’ların başlarında kamuoyunu ve idarecileri ziyadesiyle meşgul ettiği bir gerçek. Yine aynı yıllarda üretilen ve zorunlu olan şeyi bir erdemmiş gibi takdim etme kurnazlığının eseri olarak Türk kadınına seçme ve seçilme hakkının ‘dünyadaki pek çok gelişmiş ülkeden önce verildiği’ iddiasının da bir efsaneden fazla değeri yok. Vikipedia’ya bile baktığınızda Yeni Zelanda’dan Moğolistan’a tam 28 ülkenin kadınlara seçme ve seçilme hakkını Türkiye’den önce tanımış olduğunu görürsünüz. Belki asıl mesele, bu hakkın neden Cumhuriyetin ilk yıllarında değil de, 12. yılı gibi ‘geç’ bir tarihte verildiğini sorgulamakta yatmaktadır.
Şunu bilelim ki, Türkiye’de kadınlara siyasî haklarının tanınması zannedildiği gibi devletlûların bol keseden verdiği bir bahşiş değildi. Osmanlı’da kadın hareketi Meşrutiyet’in özgürlük ortamında filizlenmiş olup iktidarların dikkatlerini bu meseleye çekmek için ciddi çabalar sarf etmekte ve Cumhuriyet’in ilanından bile önce, savaştan çıkmış yeni rejimi her fırsatta sıkıştırmaktadır. Lakin her seferinde talepleri ertelenmektedir. Birkaç defa bizzat Cumhurbaşkanına anlatmayı denerler meseleyi; ancak nasihatten başka bir şey alamazlar.
Askerlik yapmayan oy kullanamaz!
Gazi’ye göre kadınların, talep ettikleri siyasî haklar karşılığında erkekler gibi bir bedel ödemeleri gerekir ki, bu bedel zorunlu askerlik vazifesidir. Kadınlar seçme ve seçilme haklarına kavuşmak istiyorsa askerliğe de razı olmalıdır. Nitekim 1 Şubat 1931 tarihli konuşmasında şöyle der:
“Türk kadınları (…) milletin vatandaşlara yüklediği vazifelerin hiçbirinden kendilerinin uzak bırakılacağını düşünmezler. Çünkü vazife mukabili olmayan hak mevcut değildir.”
30 Haziran 1933’de Ankara Hukuk Fakültesi’ndeki kız öğrenciler milletvekili olmak istediklerini söylediklerinde kendilerine “Niçin mebusluk istiyorsunuz da askerlik istemiyorsunuz?” diye biraz da kızgınlıkla sorar.
Kasım 1934’de Ankara Kız Lisesi’ni ziyareti sırasında kız öğrencilerin sıkıştırması üzerine de, “Mebus seçer ve mebus olursunuz; fakat aynı zamanda asker de olacaksınız” demek zorunda kalır.
M. Kemal’e göre askerlik bir vatandaşın en büyük vazifesidir. Kadınlar bu vazifeden kaçtıkları sürece yarım vatandaş olarak kalmaya mahkûmdur.
Onun kafasındaki formül şudur: Askerlik varsa mebusluk var! Nitekim kâğıt üzerinde de olsa kadınlara da askerliği zorunlu kılan yasal değişiklikler yapılmış, hatta bazı yerlerde kadınlar göstermelik olarak eğitime dahi çıkmışlardır.
Aynı yıllarda Cumhurbaşkanıyla görüşmeye giden kadın heyetleri daima aynı nasihati alıp dönmektedir: Köylere gidip kadınları eğitmek milletvekilliğinden daha öncelikli bir görevdir.
Ne var ki, Kadınlar Birliği üyeleri kararlıdır. Nitekim 1934 sonlarında Ankara’da Türk Kadınlar Birliği’nin ılımlı kanadı kalabalık bir toplantı düzenler. Türk Ocağı şubesinde düzenlenen oturum kadınların gövde gösterisi şeklinde cereyan eder. Hararetli konuşmalar ve alkışlarla ortamın zaman zaman sertleştiği görülür.
Toplantı sonunda kadınlar hep beraber TBMM’ye kadar izinsiz bir gösteri yürüyüşü yapar. Meclis’in önünde toplanıp slogan atarak Gazi’nin gelip kendilerini dinlemesini ister ve “Atatürk bizimle görüşmeden buradan bir yere ayrılmayız” diye mesaj gönderirler. O gün Cumhurbaşkanı Kadınlar Birliği yöneticilerini kabul edecektir. Taleplerini bu defa olumlu karşılamıştır; kadınlara, haklı olduklarını ifade ederek yaklaşan milletvekili seçimlerinde seçme ve seçilme haklarının tanınacağına söz verecektir.
Müjgan adlı kız
Yukarıda bahsettiğimiz Ankara Kız Lisesi ziyaretindeki ilginç bir diyaloğu bize, yazar İsmail Habip Sevük nakleder. Bir sınıfa giren Gazi öğrencilere soru sorar. Müjgan adlı öğrenci ise “Paşam, kadınlar niçin milletvekili olamıyor?” diye bir karşı soru yöneltir. Paşa öğrenciye “seçim hakkı verelim ama askerlik de yapacaksınız” deyince şu cevabı alır:
“Eğer beklenen bu ise biraz geç kalmış olmuyor musunuz? Ulus Meydanı’ndaki anıtta mermi taşıyan benim annemdir.”
İşte kadınlar ve kızların bu sıkıştırmaları neticesinde Gazi, Başbakana kanunu çıkarmalarını emreder. İnönü ve 191 arkadaşının teklifleri üzerine 5 Aralık 1934’de kadınların seçme ve seçilme hakkı kanunlaşır. Şubat 1935 seçimlerinden sonra TBMM ilk kez 18 kadın milletvekiliyle toplanacaktır.
İstenmeden lütfedildiği söylenen hakların kadınlar tarafından nasıl zorlu bir uğraştan sonra elde edildiğini, bir nevi söke söke alındığını nedense anlatmaz resmi tarih. Nedendir? Kadınların hakiki özne olmadıklarını ve olamayacaklarını zihnimize kazımak için kuşkusuz. Onların gözünde kadınlar erkeklerin biçimlendirdiği iradesiz nesnelerdir çünkü.
Ne var ki, kadınlar cephesindeki bu tehlikeli atağın bedeli ağır olacaktır. Türk Kadınlar Birliği görevini tamamladığı gerekçesiyle ve hükümetin emriyle kendini feshetmeye zorlanır. Kadınların sivil ve bağımsız bir teşkilat olarak eski güçlerine kavuşabilmeleri için 1980’lerin ortalarını beklemesi gerekecektir.