Efsane vali Recep Yazıcıoğlu Kürt sorununun çözümünü de söylemişti
Efsane vali Recep Yazıcıoğlu Kürt sorununun çözümünü de söylemişti
Mustafa Armağan
Bundan 22 yıl önce elim bir trafik kazasında kaybettiğimiz “süper vali” veya “efsane vali” diye meşhur olan Recep Yazıcıoğlu (1948-2003) Tokat, Aydın, Erzincan ve Denizli’deki valilik yıllarında birçok ilke ve sürpriz çıkışa imza atmış, rafting sporunu geliştirmek dahil Erzincan’da Can Havayolları’nı kurmak için de gayret göstermişti.
Katı bürokrasinin ve devletin ceberut niteliklerinin kalkınmamızın önündeki en inatçı engeller olduğunu vurgulamaktan bıkmayan Vali Yazıcıoğlu renkli konuşmalarıyla da temayüz etmiş, yalnız valilik yaptığı illerde değil, çıktığı televizyon programları ve verdiği röportajlar kamuoyunun ilgisini üzerinde toplayınca Türkiye çapında tanınan bir yarı politik şahsiyet haline gelmişti.
Özellikle devlet-millet işbirliği ile yapılan ilk proje özelliğini taşıyan Başpınar Köprüsü’nün inşa hikâyesini Ayşe Kulin’in Köprü adlı romanında kaleme almasından sonra daha fazla tanındığını söylememiz gerekir (bilahare 65 bölümlük Köprü dizisi de çekildi). Yine kendisini anlatan Vali adlı film de onun şüpheli ölümü üzerinde durmaktadır.
Öte yandan sıra dışı fikirleri, birbirinden ilginç çıkışları, bürokrasinin hantallığını aşarak halka doğrudan ulaşması, ayrıca entelektüel birikimi merhum Recep Yazıcıoğlu’na valilik yıllarında benzersiz bir popülarite de kazandırmıştı.
2003 yılında, Denizli Valiliği sırasında geçirdiği şüpheli bir trafik kazası sonunda hayatını kaybeden Yazıcıoğlu’nun son derece ilginç ve statükoyu sarsan fikirleri bulunuyor. Aşağıya bu tür görüşlerinden bir demeti bırakıyorum.
Kaynağım, sağlığında yayınlamış olduğu şu kitabıdır: Recep Yazıcıoğlu, Bu Sistem Değişmeli: Alternatif Bir Yaklaşım, Birey Yayıncılık, İstanbul, 1995.
Manevî değerlerin önemi hakkında şunları söylemiş “efsane vali”:
“Manevi değerleri, inançları, tarihi geçmişi zorlayarak, yok sayarak geleceği kuramayız. 70 yıldır, bu konuda, akan ırmağı tersine çevirme çabası, artarak devam etmektedir. (s. 20)
Yazıcıoğlu bugün dahi tartıştığımız Laisizm ve kimlik bunalımı hakkındaki düşüncelerini şöyle ifade etmiştir:
“Batı’da, orta çağlarda, kilisenin, ruhbanın dayatmasına karşı oluşan tepkinin ifadesi “Laisizmi”, bu süreci hiç yaşamamış, aksine din adamını sistemin içine yerleştirmiş, Türk toplumuna, doğduğu yerden çok daha katı bir şekilde, Demokles’in kılıcı gibi dayatırsan sonuçta, kimlik buhranı, kaos, anarşi ve kargaşa yaratırsınız. (s. 20)
Tek Parti zihniyetinden kurtulabildik mi? sorusuna şu net cevabı vermiştir:
“Tek parti devri zihniyet ve geleneğinden kurtulabilmiş değiliz.” (s. 45)
Ceberut devlet anlayışına artık son verilmesi gerektiğini açıkça şöyle savunmuştur:
“60 yıllık Cumhuriyet tarihi yasaklarla, dogmalarla ve dayatılan resmi ideoloji ile bugünkü tıkanmışlık ve çözümsüzlük noktasına gelmiştir. Tepeden inmeci, vesayetçi, dogmacı, ceberut, afurlu tafurlu yönetim ve yönetici anlayışıyla, 50’li yılların sonrasının Demokratik açılımlarına rağmen çağın gerektirdiği insan hakları ve katılmalı yönetim anlayışına gelememiştir.” (s. 167)
Yabancılaşmış aydın meselesi hakkındaki görüşü ise şudur:
“Halkına yabancı, halkıyla arasına mesafe koyan, geleneğine, tarihine, kültürüne bu derece uzak aydınları olan bir başka ülke var mı? bilmiyorum. Prof. Şerif Mardin Cumhuriyetin İslamla barışık olmamasını ve İslamı dışlamasını en büyük eksiklik olarak tesbit etmiştir. Bin yıllık bir devleti son 70 yılda yeniden var edemezsiniz. Kültürüyle, tarihiyle, geleneğiyle, yaşama biçimiyle, inancıyla bir ırmak gibi akıp gelen bir oluşumu tersine çeviremezsiniz, mecrasını değiştiremezsiniz. Bunu Marksist sistemler bile gerçekleştirememiştir.” (s. 185)
Recep Yazıcıoğlu’na göre Tanzimat’a kadar kısmen yerelin elindeki vakıf, cemaat, lonca, tarikat şeklindeki inisiyatif, Tanzimat’tan sonra tamamen devlete, devlet adına bürokrasiye geçmiştir. Bunun sonucunda da havalecilik, beleşçilik, ihalecilik, taşeronluk, kurtarıcıların peş peşe gelmesi halkta bir kurtarıcı kültürü oluşturmuştur. Böylece halk devletten çok şey beklemiş, devlet de edebileceği her şeyi vaad etmiştir. Bu da halkın organizasyon kabiliyetini yitirmesine yol açmıştır. Sonuçta bir zamanlar sivil kesimlerin yaptığı bütün işlevler devlete devredilmiş, her şey ondan beklenir hale gelmiştir. Sivil toplum zayıf bırakılmıştır.
Başkanlık sistemini 1995 yılında savunmuş olan Recep Yazıcıoğlu Osmanlı sisteminin başkanlık sistemine yakın bir model olduğu kanaatine varmıştır. Ona göre Başkanlık sistemiyle birlikte yasama ve yürütme birbirinden ayrılacak ama birbirini denetleyecektir.
“Bedeli ödenmeyen gelişme ve kalkınma olmaz” diyen süper vali, “Organize olmayan toplumlar demokratikleşemez” kanaatindedir. Bir ülkede ne kadar çok dernek, vakıf, sendika, organizasyon varsa demokratik ortam da o oranda oluşur. Mevcut katı, merkeziyetçi, vesayetçi, dayatmacı yapı, ideolojiyi de yaşama biçimini de en ince ayrıntılarına kadar belirlemiştir. Ayrıca sivil oluşumlara da sıcak bakmamış, kendi egemenlik gücüne toplumun sorgusuz sualsiz tâbi olmasını istemiştir. “Devlet yeniden tanımlanmalıdır. Patron devlet, halkına ideoloji sunan devletin yerini, demokratik, teknik devlet almalıdır.”
Bugün artık “Kürt meselesi” dediğimiz asırlık düğüme de el atan Yazıcıoğlu yerel yönetimlerin (mahalli idarelerin) güçlendirilmesinden yanadır. İl sayısı artırılmak yerine düşürülmeli, 40’a indirilmelidir.
Burada “Kürt sorunu” karşımıza çıkmaktadır. Eğer yerel yönetimler fazla güçlendirilirse Doğu illeri bundan nasıl etkilenecek, daha doğrusu ülke bölünmeye gitmeyecek midir? sorusu akla gelmektedir. Yazıcıoğlu’nun buna cevabı hayırdır:
“PKK ve terör sorununun çözümleri arasında ve en başta yerelleşme, katılmalı yönetim yer alır. Sisteme yabancı yöre halkı, bölgenin elverişsiz doğal şartları ile beraber, bir kısım kamu görevlilerinin yanlışlarını da devlete mal ederek, gelişememenin tüm faturasını devlete çıkarmaktadır. Sisteme ortak edilecek insanlar, aynı kolaycılığı ve havaleciliği yapamayacaktır. Devlet-millet sentezini gerçekleştiren demokratik devlet daha güçlüdür. Devletin gücü afurunda-tafurunda, polis ve jandarmasında değil çokça demokratik yapısındadır.” (s.18)
30 yıl sonra bu sıradışı valinin düşüncelerini yeniden okurken ey Türkiye, dedim kendi kendime, erken öten horozlarının kadrini, kıymetini keşke zamanında bilseydin. Bilseydin de bunca sıkıntıyı geç uyanmasıyla maruf halkın çekmeseydi.
Rahmet üzerine yağsın!