Türkiye Cumhuriyeti Pasaportu bu kadar mı değersiz?
Türkiye Cumhuriyeti Pasaportu bu kadar mı değersiz?
Muhammet Kutlu
Yük almak üzere 19 Mart’ta Kazakistan’dan Çin’in Alashankoa şehrine gönderilen üç Türk tırına, Çinli firma tarafından kanunsuz şekilde el konuldu. Prosedür gereği kendileri Çin’e giremedikleri için tırlarını Kazakistanlı şoförlerle Çin’e gönderen Türk şoförler, yaklaşık iki aydır araçlarının geri gönderilmesini bekliyor.
Akit’e ulaşarak durumlarını anlatan Türk tır şoförleri, içine düştükleri zor durumdan kurtulmak için seslerinin yetkili makamlara duyurulmasını ve tırlarının kendilerine geri verilmesini istedi.
Biz de 1 Mayıs 2025 tarihinde, Yeni Akit internet sitesinde konuya ilişkin haber yayınladık. Rehin alınan araç sahiplerinden Ahmet Çelik, “19 Mart tarihinde internet üzerinden BNK lojistik sahipleri Hakan Yaşar ve eşi Gül Ürinbekova tarafından yük bulduk. Yükleme yerinin Çin Alashankou’da olduğunu söylediler. 19 Mart tarihinde araçlarımızı boş olarak Kazakistan vatandaşı şoförlere teslim ettik. 31 RG 573 Duman, 31 AIR 220 Rauan isimli şoföre 31 APT 30 Bagdat isimli şoföre teslim edildi ve aynı gün Çin’e giriş yapıldı. Yerlan Ahan isimli Çinli nakliyeciye gideceklerini söylediler. Aradan 10 gün geçmesine rağmen bizi ‘ha bugün, ha yarın araçlarımız yüklenecek’ diye oyaladılar. 2 ayın sonunda araçlarımızın rehin alındığını söylediler. Nedeninin ise Yerlan Ahan ve Hakan Yaşar ve eşi Gül arasındaki alacak verecek meselesi olduğunu bildirdiler. Çin vatandaşı Yerlan Ahan, alacağı olan para gelmeden araçları teslim etmeyeceğini söyledi. Bizim ikisiyle de daha önce herhangi bir alışverişimiz ve ticaretimiz olmadığı halde bizi mağdur ettiler. Yerlan Ahan isimli şahıs, sürekli bizi araçlarımızı satmakla tehdit edip gidip onun adına Türkiye’de BNK lojistikten alacağını tahsil etmemizi istiyor. Kazakistanlı şoförleri de tırlarımızın yanından ayırarak ülkelerine geri gönderdi. Aradan yaklaşık iki ay geçmesine rağmen hâlâ araçlarımızı teslim etmeyip aynı tehditlere devam ediyor. Araya girmeye çalışan insanlara da bizim daha önce onun yükünü alıp adrese teslim etmediğimizi söyleyip yalan beyanda bulunuyor. Biz hayatımızda ilk defa bu bölgeye geliyoruz” diye bilgi verdi.
Kendisiyle birlikte Beyazıt Çelik, Münir Çelik, Ahmet Çelik ve Mehmet Kaya’nın yaklaşık iki aydır Kazakistan tarafında otelde kalarak tırlarını beklediğini anlatan Çelik, “Yaklaşık iki aydan bu yana Konsolosluk, Bakanlık gereken bütün mercilere derdimizi ve sıkıntımızı yazdık. Mağduriyetimizi bildirdik ama hiç bir sonuç alamadık. Çin’deki konsolosluk görevlisi T.G’ye ulaştık ama hiçbir ilerleme kaydedemedik. T.G, bir kişiye vekalet vererek Pekin’deki Türk konsolosluğuna göndermemizi istedi. Kredi kartlarımızdaki tüm krediyi çekip bir kişiyi gönderdik fakat yine hiçbir gelişme olmadı. CİMER’e de yazdık ama yine sonuç alamadık. Biz nakliyeci olarak bu mağduriyetimizi kime bildireceğiz?” ifadelerini kullandı.
Türk tır şoförlerinin sorununu Yeni Akit’te yayınlanan haberle duyurduk. Haberi sosyal medya hesaplarından paylaştık, ben ayrıca Dışişleri Bakanlığı’nı etiketleyerek yeniden paylaştım. Ama hiçbir etkisi olmadı. Herkes kulağının üzerine yattı.
Dün ise, tırları Çin’de rehin kalan Ahmet Çelik ve arkadaşları “Muhammet Bey, sizden başka sesimizi duyuracak kimsemiz yok. Son durumumuz bu” notuyla çektikleri bir videoyu gönderdiler.
Videoda, bir tır garajındaki tırın yanında dikilen bir grup şoför, tırın ardiye dolabından yiyecekleri çıkarıp yemek hazırlayan arkadaşlarının yanında görülüyordu. Yemeğin hazırlanmasını bekleyen tır şoförleri, “Muhammet Bey, paramız ve kredi kartlarımız tükenince sağ olsunlar bize diğer Türk tır şoförleri sahip çıktı. Bizi birer ikişer araçlarına aldılar. Allah razı olsun yediklerinden yedirip içtiklerinden içiriyorlar. Onlar sayesinde vatanımıza tırlarımızı rehin bırakarak dönüyoruz. Ulaştığımız hiçbir yetkili derdimizle ilgilenmedi. Biz ülkemizin ihracatını, ithalatını sırtında taşıyan şoförleriz. Üstüne vergimizi ödüyoruz. Askerliğimizi yapıyoruz. Ama ülkemizin dışında mağdur olduğumuzda, zor durumda kaldığımızda yanımızda devletimizi bulamıyoruz. Herhangi bir suçtan, kaçakçılıktan yakalansak, tamam diyeceğiz, suçluyuz cezamıza razıyız diyeceğiz. Ama tamamen haksız hukuksuz şekilde mağdur edilirken devletimizi yanımızda bulamıyoruz. Bizim canımızı en çok bu acıtıyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin pasaportu bu kadar mı değersiz? Türk vatandaşı bu kadar mı önemsiz?” dediler.
Öteden beri Dışişleri Bakanlığı’nda “monşerler” denilen, kendisini Türk ve Müslüman aidiyetinde hissetmeyen, Avrupalı olmaya öykünen, Türklere tepeden bakan bir ekol vardı. Sonra AK Parti iktidara geldi. Bu durumun değişeceğini düşündük. Ama birkaç olumlu değişiklik dışında özellikle Dışişleri’ndeki bu kendi vatandaşına yabancı, kendi vatandaşını hakir gören anlayışın bir türlü değişmediğini örnekleriyle acı bir şekilde görüyoruz.
Çoluğunun çocuğunun rızkı için hiç tanımadıkları bilmedikleri ülkelerde, coğrafyalarda gaz basan, binlerce kilometre mesafe kat edip, milyonlarca liralık araçlarının taksitlerini ödemeye çalışan, ekmeğinin peşinde koşan vatandaşlarımız, dara düştüğünde Türk konsolosluklarına başvuruyor ve kapı onlara duvar oluyor.
Oradaki konsolosluk görevlileri, tüyü bitmemiş yetimlerin hakkından ödenen yüzlerce bin liralık aylıklarla koltuklarında otururken, böyle mağdur olmuş vatandaşlarımız başvurduğunda keyifleri kaçıyor. Onlara yardım etmemek için adeta ipe un seriyor. Yazıklar olsun!
Eski Başbakanlardan Bülent Ecevit ile yaşadığım bir anekdotu aktarayım da, bu yazıyı kullanıp devlet içinde birileri beni “sakıncalı” ilan etmesin.
Gölcük depremi yaşandığında genç bir muhabir olarak bölgeye gidip haftalarca görev yapmıştım. Ankara’ya döndüğümde, Başbakan Ecevit deprem bölgesinde yapılanlarla ilgili bir basın toplantısı düzenlemişti. Ben de izleyen muhabirlerden biri olarak söz aldığımda, depremzede bölge halkının yardımdan ziyade fındık, mısır, buğday gibi ürünlerinin peşin fiyatla alınması halinde kendi yaralarını sarabileceklerini söylediklerini aktararak, böyle bir çalışma olup olmadığını sordum.
Sorudan büyük memnuniyet duyduğunu belirten Ecevit, “Arkadaşlar işte bir gazetecinin görevi budur. Hükümete, yetkililere elindeki bilgilerle yol göstermektir. Bize bu bilgiyi aktardığınız için size çok teşekkür ediyorum. Notumuzu alıyoruz” demiş, kendisi ve yardımcıları yerlerinden doğrularak ciddiyetle baş selamı vermişlerdi.
Ümit ederim, bu yazıyı gören ilgililer bahane üretmek yerine görevlerini yaparlar da bu üzücü durum son bulur. Bu sayede belki Türk Pasaportunun kıymeti artar…