Elif’e shafak baskını yapayım şimdi
ODA TV’li arkadaşlar!
Durun size Diyarbakır ağzıyla söyleyeyim...
“Yahu kardeşim Allah’ınızı severseniz etik ile ideolojinizi karıştırmayın lütfen!”
Elif Shafak, mutsuz bir “mezar soyguncusudur” zira... Bu yüzden de savunulacak hiçbir tarafı yoktur...
Tıpkı Javiez Gutierrez’in “Güdü” filminde canlandırdığı, hayal gücü olmadığı halde “yazar” olmaya çalışan kifayetsiz muhteris adamın, apartman komşularının hayatlarından “çalması” gibi başka yazarların hayallerini, ruhunu, sancı sancı doğurduğu kurgusunu çalarak yazar olmaya çalışmıştır. ...ve tabii ki filmin kahramanı gibi buna rağmen başaramadığı için de fena halde “psikopata” bağlamıştır...
Mesela yine bir Türk dizisindeki sahneden araklayarak “avuçlarının içindeki beyinle çektirdiği” fotoğrafla “et yemeyi deniyorooom” şovunda görüldüğü gibi... “Biseksüelim ama Erdoğan iktidarında bunu ifade edemedim” bühtanında olduğu gibi...
Gerçi bilmem kaç çocuk doğurduktan sonra dahi henüz “annelik” kimliği konusunda aklı karışık birinin... Sümüklü Feto tarafından katalog damadı Eyüp Can’cıkla evlenmesine rağmen henüz kadın mı erkek mi olduğuna karar verememiş birinin... Onun bunun eserlerinde araklayarak özgün bir edebi dil oluşturmasını beklemek de Shafak denen bir kifayetsiz muhteristen çok fazla şey beklemek olurdu tabii...
Hermann Hesse “Öldürmeyeceksin”de der ki...
“Savaşları karıncalar da yapar, devletleri arılar da kurar, servet ve zenginliğe hamsterlarda da rastlanır ama senin ruhunun izleyeceği yol başkadır. Ruhunun hakkı yendi de onun zarar görmesi pahasına başarılara kavuşacak oldun mu, mutluluk çiçeklerini asla koklayamazsın. Çünkü ‘mutluluk’ denen şeyi ancak ruh duyumsayabilir, ne akıl, ne karın, ne kafa ne de para cüzdanı...» Bu bakımdan görünen o ki Elif Shafak denen soğukkanlı edebiyat hırsızı, “mutluluk” çiçeğini asla koklayamayacaktır.
Neden mi? Edebiyat hırsızlığı, en adi hırsızlıktır da ondan! Zira yazar, edebi esere kendi ruh sancılarını, düş dünyasını, hayal gücünün karakteristik özelliğini esere bir “parmak izi” özgünlüğüyle bırakır...
E Yeniakit yazarı eleştirdi diye... İktidara yakın medya yazarları eleştirdi diye bu cürmüne rağmen savunmaya kalkarsanız, yalnızca bu kadını daha yüzsüz bir hale getirmiş olursunuz!
Kimseye değil, edebiyata yazık etmiş olursunuz yani... Edebiyat evrenseldir çünkü... Hiçbir ideolojinin nesnesi değildir!
Çünkü birileri sahip çıkınca Shafak denen “arakçı” hanım:
“Aşk”ın vurgusunu Melahat Ürkmez’den, kurgusunu –Ahmet Ümit’in Bab-ı Esrar’ından- arakladı!
Şemspare’nin kitap kapağını, 2008 yılında İspanya-Valencia’da çekilen bir fotoğraftan -‘Gölgede şarkı söylemek’ adlı bir enstelasyon çalışmasından tırtıkladı!
Edebiyat Sokağındaki izzeti nefisli birkaç eleştirmen dışında herkes bu “cepçiliği” görmezden gelince de bu sefer iyice zıvanadan çıkıp, Jose Saramago’yu mezarında ters döndürecek bir “kapiş” daha yaptı... Toprağı bol olsun Saramago’nun “Filin Yolculuğu” kitabının kurgusunu son derece soğukkanlılıkla çalıp, “Ustam ve Ben” diye okura kakaladı!
Kurgudaki fark şu... Saramago’nun kahramanı Fil ile yoksul Suhron, Shafak’ınki ise “Çota ile Cihan...”
Kocası Eyüp Can’cığın eli o kadar çok yere uzanıyordu ki, Fil’i başka bir hayvana bile uyarlama zahmetinde bulunmamış Shafak! İntihali o kadar utanmazca yapmış! Lop diye cebe indirmiş...
E bakmış ayrı ayrı araklamak yoruyor. Bu sefer adıyla, içeriğiyle çalmış...
Yani kıymetli meslektaşlar, Shafak denen bu arakçının Türkiye’yi hedefe koyan açıklamaları bile satış ve pazarlama amaçlı... Bildiğiniz şov yani... Onu demek istiyoruz. Yoksa asla bir hedefe koyma falan değil!
Sorun şu... Hüseyin Çukur’un ifadesiyle “Edebiyatın Serdar Ortacı” olan bu şahsın, sevdiği, beğendiği her şeyi ceplemesi... Erdoğan aleyhine esen rüzgârdan dahi edebi olarak nemalanma kurnazlığı... Oscar’a edebiyatıyla değil, çala çala, ülkesini söve saya yürümek istemesi...
Yok, edebiyatı iğfal etmesi pahasına ille de Shafak’çı olmak istiyorsanız, buyurun, sizindir...
“Yiiine biiir intihaaal, aldı şuuu gööönlümüüü” benden Shafak’çıların alayına gelsin...