Müteyakkız Olmalıyız…
İdeolojik (Müfrit) Siyonistler ve Hıristiyanlar, Müslümanlar hakkında her zaman düşmanca duygular içerisindedirler.
Tarihte olduğu gibi, yaşadığımız 20. Ve 21. Yüzyılda da bunu ayan beyan görmekteyiz…
Afganistan, Bosna, Çeçenistan, Irak, Suriye bunun en bariz misalidir…
Özellikle de, 1992-1995 yılları arasında Bosna Hersek’te, Sırp, Hırvat ve Boşnaklar arasında yaşanan savaştan, alınacak çok ibret vardır…
Bunları şöyle sıralayabiliriz:
--- Müslüman her zaman uyanık olmalı. Her daim savaşa hazır bulunmalıdır.
--- ‘Bizim ülkemize gelmez’, ‘Bizim buraya kimse saldıramaz’, gafletinde olunmamalıdır.
--- Geçmişten ibret almalı, dersler çıkarmalı ve geleceğe de, ona göre hazır olmalıdır.
--- ‘Küfür tek millettir!’ Hadis-i Şerifini, her daim, aklımızda tutmalıyız.
--- Avrupa’nın ve Batı’nın ikiyüzlülüğünü, hatırımızdan hiç çıkarmamalıyız.
--- Avrupa ve Batının, 200 yıldır ürettiği teknolojinin avantajıyla, elde ettiği MEDENİ görüntüsüne aldanmamalı.
--- Piskopat ruhlu uşakları vasıtasıyla, Diyarbakır Zindanlarında, işkencelerden geçirdiği Kürtleri, dağa çıkmaya zorlayan ve PKK terör örgütünü başımıza belâ eden, Laik Kemalist zihniyete dikkat etmeliyiz.
--- Fetö terör Örgütü elemanlarına kucak açan ABD, Almanya ve diğer Fetö muhibbilerine dikkat etmeli ve gardımızı ona göre almalıyız.
*Saraybosna - Savaş Günlüğü kitabından, şu bölümleri ibretle okuyalım:
Savaş yıllarının üçüncü bayramının sabahı, top mermilerinin patlamaları ve silah sesleri duyulmadan ağarmıştı. Bu bayram, Bihaç Müftüsü Hasan Makiça Efendi'nin ziyaretime gelmiş olması, benim için çok sevindirici bir sürpriz oldu. Daha önceleri kendisinin Sırplar tarafından esir edilip, Manyaça ve Omarska toplama kamplarına atıldığını, gazetelerde okumuştum.
İkinci Dünya Savaşı’ndaki Muchenval ve Auschvıtz Kampları, bunların yanında, bir dinlenme yeri gibiydi. Manyaça ve Ormarska toplama kamplarına; Kozarac, Priyedor, Sanski Most ve Banya-Luka Müslümanlar’ı atılmıştı. Orada az sayıda Hırvat da vardı.
Müftü Efendi oralarını şöyle anlatıyordu:
‘Müslümanlarla gayrimüslimler arasında yapılan karma evlilikler, en çok Priyedor'da olmuştu. Bunlar doğan çocuklarına; Sırgan, Goran, Ognyen v.b. gibi isimler veriyorlardı. Fakat Çetnikler esir aldıkları Müslüman kökenli olanları ve hatta İslâmî adı taşımayan Müslümanları bile öldürdüler oralarda. Aynı şekilde, karma evliklerde bulunan tüm erkek ve kadınlar da, Çetnikler’in bıçak darbeleriyle öldürüldüler. Onların İslam’dan vazgeçmeleri ve dinlerini terk edip, Sırp adetlerini benimsemeleri, kendilerine hiçbir yarar sağlamadı.
Kozarac’da yirmi yıl önce Müslümanlar, domuz yetiştirmeye başlamışlardı. Bu hareketleriyle İslam’dan uzaklaştıklarını göstermek istiyorlardı. Buna rağmen, onlar da kendilerini kurtaramadılar.
Çetnik’in kanlı bıçağı, onların da ensesine saplandı.
Omarska, Manyaça’da Müslümanların (genelde genç olanlarını, parça parça ediyorlardı; kulaklarını, burunlarını, dillerini kesiyorlardı) esirlerin ellerini, ayaklarını, satırla kesiyorlardı.
Çetnikler, en çok boğaz kesmekten zevk duyuyorlardı, Bunu özel bir şeklinde yapıyorlardı.
Müftü Efendi bunları anlatırken, Hollanda'da ihtisasta bulunmuş olan bir meslektaşımın, Hollandalı bir mühendis meslektaşının, kendisine 1941-1945 yıllarında Çetnikler’in, kadınları, çocukları ve yaşlıları nasıl boğazladıkları hakkındaki söylediklerini hatırladım. Hollandalı mühendis: “Çetnikler'in yaptıklarını yeryüzünde görmek mümkün değildir. Onlar insanı bıçakla boğazlıyorlardı. Bu, en adi bir vahşetti. Balkanlar dışında, tarih böyle bir şey kayıt etmiyor. 0 caniler asla insan değillerdir. Onlar, insan derisinde gizlenmiş ucubelerdi." diye korkulu bir şekilde anlatıyormuş.
Müftü Efendi konuşmasının devamında:
“Kamptaki barakada yanımda Müslümanlar yatıyordu. Aralarında 'komünist partisinin eski üyeleri de vardı. Onlar, acı ölümün geldiğini görüyorlardı, fakat yine de her Müslüman'ın inandığı değerlere küfrediyorlardı. Ben kendilerine; belki de yarın bıçak altına gideceksiniz, belki de gözlerinizi çıkaracaklar, bedenlerinizi parçalayacaklardır. Siz ise mukaddesatımıza' küfrediyorsunuz. Allah’tan korkmuyor musunuz? dedim." diyerek, konuşmasını tamamladı.
Müftü Efendi gittikten sonra, konuştuklarımız hakkında çok düşündüm. Cereyan eden olayların sebebini daha net olarak anlayabilmiş oldum, Demek oluyor ki, Allah’ın cezası kaçınılmaz idi.
Çünkü: halkımızın bir kısmı, Allahsızlık çukuruna yuvarlanmıştı. En kötü ve en kirli bataklığa dalmıştı.
Şimdilik ortalık sükûnet içinde, fakat ne zamana kadar böyle devam eder bilemem. Ben Allah’a: “Biz günahkârız Sevgili Allah’ım, fakat sen affedicisin bizi affet: Nuh ve Lût Kavimlerini cezalandırdığın gibi, affeyle. Doğru yola yönelmemiz için bize yardım et!" diye yalvarıyordum.