O olmaz, bu da olmaz ya? (4)
O olmaz, bu da olmaz ya? (4)
İlhan Oral
Bazen hamasi yazı yazarız.
Bazen hakikatlere ağırlık veririz.
Genelde ciddi meseleleri dile getirmekten çekiniriz. “Kimse incinmesin derdine” kapılırız.
Çok önemli, sorumluluk gerektiren esas meselelerin anlatımı bize taşınmaz yük gibi gelince, ciddi meselelerden sıvışıp kaytarırız.
Artık bütün himmetimizi, bize elzem olmayan işlerde kullanmaya özen gösteririz. “Vur abalıya” diyerek “şehâmet arz ederiz.” Ya aşırı bayatlamış eski hikâyeleri anlatırız. Ya da daha neler yazarız?!!!
Yazacak bir konu bulamazsak kopyala yapıştır ile görevimizi yaptık sayarız.
Hele eskilerden beğendiklerimiz büyüklerin kahramanlıklarını anlatmaktan keyif alırız.
Onları öve öve bitiremeyiz. Daha olmadı, “hayırlı cumalarla” keyifleniriz! Allah aşkına bir düşünün. Cuma hayırsız mı ki, hayırlı olmasını diliyorsun? HAYRET!
Kimileri yıkmak istediği bir hedef tahtası arar bulur. Yerden yere vurur.
Amma kendi hırsızlarını ustaca korur. Kendini ve taraftarını “sütten çıkmış ak kaşık” gösterir, savundukça savunur.
Kimi zaman kadının özgürlüğünü ve kutsallığını anlatmakla bitiremez. Fırsatı buldukça da istismardan taviz vermez. Yaptıklarından da utanmaz.
Kimi zaman siyasette ikbal görür, bukalemun olur, her renge bürünür ve kılıktan kılığa girer. Hele o çıkar marazı yüzünden maskara olduğunun farkına bile varamaz. Çığırtkanlığını karşı tarafa “hak arama” kahramanlığı olarak yutturur.
Hele bunca becerileri yetmezmiş gibi çıkarı uğruna “mefkûresini” bile çiğner saf değiştirir!
Yeri gelir vatan ve millet hizmeti uğruna eğitim, ekonomi, alt yapı, savunma sanayii konusu gündeme gelir. İşte o zaman onda “O OLMAAZ” virüsü depreşir.
Yine “bin yıllık şanlı ve şerefli geçmişimizin değerler eğitimini vereceğiz, yeniden aslî kimliğimizi kazanacağız, denildiğinde de avazı çıkabildiği kadar bağırır. OLMAAAZ” diyerek gıcırtılı çığlıklar çıkarır. “laiklik” teraneleri döktürür. Kızıl kıyameti koparır. “Bizim rızamız, bizim olurumuz olmadıkça siz hiçbir şey yapamazsınız, der dayatır.”
Bu “laiklik” kavramı ilginç bir çağrışım sinyali verir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran irade, “cumhuru” esas alarak cumhuriyetin temel ögesi olduğunu deklare eder. Toplumun tümünün sistemi olur! Birileri sisteme çomak sokar.
Buna bir de demokrasi ayağı eklenir.
Toplumun tümünün sistemi “cumhuriyet” topallamaya başlar. Çoğulcu sistem demokrasi, “cumhurun” etkinliğini minimize eder.
Burada illâki sacayağı, sistemi ayakta tutacaktı. Üçüncüsü, laiklik olur. Demokrasi etkinliğini rafa kaldırır. Şimdi bakın cumhur en kapsamlı, herkesi temsil eden bir sistem, demokrasi, yüzde bir değil, milyonlarda bir ile çoğunluğun sistemidir, denir.
Sacayağı ayakta tutmak için laiklik te eklenince gerek cumhur ve gerekse demokrasi otomatik devre dışı edilir. Bu üç kavaram birbirine zıtlıkları sırıtır.
İşte burada beşerî sistemlerin kırıntıları, ağır kokulu “laiklik” kavramına takılır. O da ilginç bir çağrışım sinyali verir.
İnsanlığa huzur getiren Peygamberler silsilesinin son müjdecisi Hazreti Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e peygamberlik verildi. Müşrikler de Ona engel olamadılar. Kalleşçe engellemeye kalkıştılar.
Bu yöntem etkili olmayınca Onu şair, kâhin ve mecnûn olarak tanıtmaya yeltendiler.
Şair o gün etkin şahsiyettir.
Kâhin de insanları büyüleyecek her hangi bir haber veren kişidir. Mecnûn ise cinlenmiş, delirmiş demektir.
İşte, kelimelerde ki zıddiyet ve kavram kargaşası, cumhuriyet, demokrasi ve laiklik kelimelerinde aşırıdır. Rabbimiz şöyle buyurur; “Bunu onlara “hulüm akılları” mı emrediyor? Yoksa onlar azgın kavim midirler?” (Tûr:52/32) Bunlar nasıl da Mekke müşriklerine benziyorlar!
Cumhuriyeti laiklik ile ayni yamalıyorlar! Esselamualeykum