Aynı Sözü Aynı Yerden Anlamak
T.S Eliot, “bazen aynı dili konuşmak yetmez, bir de aynı yerden anlamak gerekir” der.
Dünyanın hali hazırda en yüksek faiz oranlarına sahip ülkesiyiz. Net sonuç bu iken birey ve hayal üzerinden zamana tahakküm eden faiz manivelasının adı finans terörizmdir. Şöyleydi böyleydi laf-u güzaftır. Bu aynı şeyi aynı yerden anlamıyoruz demektir işte. Günün sonunda hutbelerde faizin haramlığından en çok bahsedilen bir ülkede, faiz en yüksek oranlardan işlem görüyor. Sözün anlamı buharlaştırdığı ortamlardan geçerken hikmete sarılmak algı dünyasından sıyrılmayı sağlar. Meseleyi geriden alarak bazı sabiteler koymak gerek. Sabitelere geçmeden;
Hikmetten damıtılmış söz söylemek irfan ister, anlamak için ise insan gerektir. Ehl-i Hükemadan Edebali’nin tembihini hatırlatmakta fayda var.
“İlim bil, irfan bil, söz bil.
İkram bil, kural bil, doyum bil.
Usul bil, adap bil, sınır bil.
Yol bil, yordam bil.
Hal bil, ahval bil, gönül bil.
Çok konuşma, boş konuşma, kem konuşma.
Mert ol, yürekli ol.
Kimsenin umudunu kırma.
Sen seni bil; ömrünce bu yeter sana”.
İnsan dünya sahnesinde; saz ve söz ahengi ve raks… Sahne herkesin. Bütün meziyetler bu sahnede arz-ı endam ediyor.
Gerçek niyet ve hissiyatın bohçalandığı ve cümlelerin anlaşılmasının güçleştiği, yegâne ölçünün zamanın müsadesiyle raks olduğu ne kadar da açık.
Vaktin/zamanın sahibi Allah’tır. Zamanı almaya ve satmaya kurulu bir sistem, sizin zamanınızı, geleceğinizi ve özgürlüğünüzü almaya yeltenmiş demektir. Geçilen dönemi anlamak için geriden alalım önce.
Klasik tarih yerini modern tarihe bırakırken üçkâğıda geldik. İnsanlık;
1-Altın gümüş gibi madeni paradan kâğıt paraya geçince iktidarlar ellerinde olmayan hazinenin dışında borçlandılar.
2. Matbaayla birlikte kâğıdın kullanımı arttı
Çok kitap yazıldı. Çok gazete basıldı. Artık günün yorumu da kâğıda dönüştü. Zihinler çok fazla bilgiyle yüzleşir oldu. Doğruyu yanlışı ayırt etmenin önüne geçen zihinsel manipülasyonlar devri böylelikle başladı.
3. İletişim bütün boyutlarıyla kâğıda dayalı oldu.
Modern çağ, teknolojinin paralelinde hıza ve haza bağımlı tüketim toplumu oluşturdu. Birey öncelendi, birey yüceltildi. Kadim insanlık tecrübesi hiç edilerek küresel çağa akıl kutsama bayramları eşliğinde geçmiş olduk. Hali hazırda küresel hızın sorunları bireysel güvenliği tehdit eder hale geldi. Covid-19’la biyogüvenlik sorunu ulusal güvenliğin önüne geçen öncelikli tehdit durumunda. Transhümanizm kapısında ne olup bittiğini anlamaktan aciz hale gelen yığınlar haklıyı haksız, zalimi kutsar duruma düştü. Psikoz ve nevrozlara açık küresel bir toplumla karşı karıyayız.
Modernizmden transhümanizme geçiyoruz. Üç şey yine değişikliğe uğruyor. Bu küresel sorunun iyi anlaşılması gerekiyor;
1-Altından kâğıt paraya geçen insanlık, şimdilerde dijital paraya geçişin denemelerini yapıyor.
2- Kâğıda dayalı matbaadan dijital ortama bağlı bilgi kaynaklarına geçiliyor.
3- İletişim enstrümanları – gazete gibi- dijital medyaya evriliyor.
Yani, Yanisi Küresel finans terörizm adeta şunu söylüyor;
1. Artık para dijital olsun.
2.Devletler bu dijitale bağlı sistem içinde tek dünya devleti tarafından yönetilsin
3. Kâğıttan değil, tüm metinler internete bağlı kalsın ki kontrol elimizde bulunsun.
Disiplin toplumundan kontrol edilebilir köleler toplumlarına geçişin ayak sesleri bunlar…
Çözüm, bireyci tutum ve hesapların önüne toplumsal çıkarları koymayı hedef edinmekle başlar. Tek tek yutmak için finans teröristleri bireyi öne çıkarır.
O nedenle “birey hakları” kavramı öncelenir de “toplumsal haklar” geriden söylenir?
Sosyologlar, buna toplumu oluşturan bireydir cevabını verir. Tersten gidin.
Toplum olmasa birey yaşayabilir miydi? Toplumun en temel yapısı aile olmadan bebek kendi kendine büyür mü? Bırakın büyümeyi yaşayabilir miydi?
Bireycilik enaniyettir. Üst egodur.
Unutulmaması gereken bir süreç yaşadı insanlık. Neydi bu süreç?
Klasik dönemden sonra zulme uğrayan Doğu oldu. Her türlü işgali yaşadı. Bu nedenle Doğu hep “adalet” dedi.
Batılı yönetimler, ırk, renk ayrımından köle ticaretlerine varana kadar insanın temel hak ve özgürlüklerine sürekli ihlal eden bir kültüre sahipti. Bu travmadandır ki batılı insan adaletten de önce “özgürlük” dedi.
Bir yerde Adaletten bahsediliyorsa orada zulüm, özgürlükten bahis ediliyorsa orada esaret vardır.
Bu kavramların ortak kaderinde ise güç vardır.
Modern dönemde güç, coğrafi haritada kendini açığa çıkardı. Batı yani Avrupalılar, dar bir coğrafi mekânda az giderle kolonyalizm üzerinden hegemonya olmayı seçti. Güç oldu.
Doğu ise coğrafi mekânda yayılma üzerinden güç devşirmeye kalktı.
Özgürlük diyenler, Doğu’nun din anlayışı-özelde İslam- ahlakına, aile eksenli adabına muhalif olmakla birlikte diğer yönlerden toplumsal ahlakı seçti. Bugün doğulu gibi düşünüp batılı gibi yaşamaya çalışan Doğu toplumları, “siyasal güç” ve rejimlerin oluşturduğu “kültürel güce” tabi durumdalar.
Ve doğulu güce tapar. Ve batılı güç benim der.
Genel manada bugün haklı olanı güçlü kılamadığımız için de güçlü olanı haklı sanıyoruz.
Adil olanın peşinden gidilmesi Doğunun söylemidir. En güçlünün peşinden gidilmesi ise realite.
Adalet tartışmaya açıktır. Güç ise ilk bakışta tartışılmaz biçimde anlaşılır. Bu nedenle gücü adalete veremedik çünkü güç, adalete karşı çıkıp kendisinin adil olduğunu söylemişti.
Gücü olmayan adalet acizdir, adaleti olmayan güç ise zalim.
Millet, Devletiyle yaşar. Devlet, toplumsal ahlak varsa adil olmak zorunda kalır.
Milletin sözü vardır, Devletin yasası. Yasaların adil olması toplumsal ahlaka bağlıdır. Bir arada cem olunduğunda ancak özgürlük anlaşılır.
Ne Doğu mutlak doğru, ne Batı bütünüyle yanlıştır. Bu ötekileştrici nefret dili bizatihi batılı siyasal kültürün mirasıdır.
Tevhit, bize parçaları bütün (KÜL) halinde anlamlandırmayı, buradan irfana bir yol bulunacağını öğütler.