Zaman zaman gülümsemek “ağlama”yı önler!
Bazı okuyucularım, haklı olarak yakınıyor... Son günlerde hep “stres” ve “gerilim” yüklü yazılar yazdığımdan şikâyet ediyorlar.
Diyorlar ki;
“Yine olup-biteni yaz... Ama, biraz olsun gülme payı bırak!.. Çünkü, artık gülmeyi de unuttuk!”
Haklılar.
Ama, ben de haklıyım birader... Hemen her gün, telefonun öteki ucundan “hıçkırık”lar geliyorsa, “gözyaşları” sel olup akıyorsa, ben ne yapabilirim ki?
Hani; “Marko Paşa” gibi, dinleyip dinleyip de, “eee sonra?” diyemem ki!..
Etkileniyorum elbette... Kimyam bozuluyor!
Eee, ne yapacağım o zaman?..
Yaptığım şu;
Yüklendiğim “stres yükü”nü, olduğu gibi boca ediyorum Ankara’ya!..
Öyle ya;
Tek tek vatandaşın feryadını duymuyorlarsa, bari benden duysunlar!..
“Cam” her ne kadar “iletken” değilse de, bizim “Ayna”mız, “iletme” görevi de görüyor evelallah...
Anlayacağınız;
Toplum nasılsa, hangi ahval ve şerait içindeyse, “Ayna”dan yansıyan da o!..
Milletin suratı asıksa, insanların yüzleri gülmüyorsa, zorla güldüremem ki!.
“Palyaço”ların bile işsiz kaldığı böyle bir ortamda, “soytarı”lar ve “dalkavuk”lar bile dikiş tutturamaz!..
Tutturamıyorlar da!..
“Dalkavuk”luktan da öte “numara”lar ve çizdikleri “pembe tablo”lara rağmen, bir türlü “ak” gösteremiyorlar “kara”yı!
“Yalakalık”ları bile kâr etmez oldu artık!..
İnsanlar “tırlatma” noktasında!
Tınmıyorlar onları!..
YÜZ GÜLDÜRMEK İÇİN!
Ama ben; yine de bugün, eğer becerebilirsem, birazcık “tebessüm” ettirmek istiyorum sizlere!
Öyle demiş, kim demişse;
“Zaman zaman gülümsemek, ağlamayı önler!”
Her ne kadar; “ağlanacak” bir haldeysek de, bugün, gülelim biraz!..
Zaten hep öyle yapmıyor muyuz;
Gülmüyor muyuz, “ağlanacak” halimize!..
Başımızda;
Bir “huni”miz eksik!
........
Sayfadaki fotoğrafa ve o fotoğraftaki “pankart”lara ters düşse de, bir “Derviş fıkrası” anlatayım size.
Meğer, bu “fıkralar” son günlerde dilden dile dolaşıyormuş Ankara’da.
İşte onlardan biri:
“Amerika gezisinden döner dönmez, Avrupa’ya giden Kemal Derviş’e sormuşlar:
“Amerika’ya para almaya gittiniz. Bunu biliyoruz. Peki Avrupa’ya niye gittiniz.”
Derviş, “Avrupa’ya da para vermeye gittim” demiş.
“Kime?”
“Şampiyonlar Ligi’nde Galatasaray ile karşılaşacak takımlara.”
“Neden?”
“Yenilsinler diye..
Çünkü bu milletin başka türlü yüzü gülmüyor!”
70 MİLYON KURBAN!
Evet, “yüzü asık” milletin... Dertli mi dertli, aç mı aç!..
Çünkü, herkes “kriz” kurbanı!..
Sahi, “kurban” dedim de aklıma geldi... “Kurban”lı Derviş fıkralarından biri de şöyle:
Yahudi asıllı Amerikalı eşi, Kemal Derviş’i telefonla arayıp bayramını kutladıktan sonra sormuş:
“Hayatım, kurban kestin mi?”
Derviş, “Yok şekerim” demiş,
“Gerek kalmadı, çünkü gördüğüm kadarıyla Bülent Ecevit benim yerime de kesmiş!”
“Yaa... Sayın Ecevit, kaç kurban kesmiş?”
“Yetmiş milyon!”
“İŞİNE SON VERİLDİ!”
Ecevit bu, yapar mı yapar... “İnanç” eksenli olduğu için, eline bir bıçak alıp da, bir tek “hayvan” kurban etmez, ama insanları“kurban” etmekte üstüne yoktur!..
Hem de;
“70 milyon”unu birden!..
Ecevit deyince aklıma geliverdi.
Önceki gün, yani pazar günü aniden Kemal Derviş’i çağırmış Ecevit!..
Derviş; zannetmiş ki, Maliye BakanıSümer Oral’la “4 saat” boyunca ne konuştuklarını, ne karara vardıklarını soracak!..
Tam tersine;
“İşine son verildi!.. Derhal odanı boşalt!” diye bağırmış Ecevit.
Derviş, şaşkın tabiî... Öyle ya, “işi veren” Ecevit değil ki, ABD!..
Bir an, “1 Nisan şakası” zannetmiş Ecevit’in bu sözlerini!..
Bakmış ki, durum ciddi... Üstelik, karardıkça kararıyor “Karaoğlan”ın kara suratı!.. Son derece de hiddetli!
“Pılını-pırtını topla, terk et Ankara’yı!” deyince, sormuş sebebini...
Aynı öfkeyle cevap vermiş Ecevit;
“Biz de seni zenginlik uzmanı zannediyorduk!.. Meğer sen de fakirlik uzmanıymışsın!
Görmüyor musun;
Biz hepimiz zaten fakirlik uzmanıyız!
İhtiyacımız yok sana!”
ABRA-KADABRA!
Fıkra bu ya; Ecevit’in odasından süklüm-püklüm çıkan Kemal Derviş; dünyaca ünlü “göz boyayıcı”, pardon sihirbaz olan David Copperfield’e telefon açmış.
“Bana biraz kurs verir misin?” diye ricada bulunmuş.
Copperfield, “Bu da nereden icap etti?” diye sorunca, sebebini anlatmış Derviş:
“Hiç sorma... Türkiye’de, kartel gazetelerinin dolmuşuna binen herkes, beni kurtarıcı ve mesih olarak görüyor... Ekonomi sihirbazı zannediyorlar beni...
Ayıp olmasın;
Hiç olmazsa birkaç numara öğret de, şanıma leke gelmesin!”
HAY HAY, EMRİN OLUR!
Herhalde öğretmiş olmalı ki, “abra-kadabra” numaralarına çoktan başladıKemal Derviş!
Daha birkaç gün önce;
“Onbeş günde onbeş yasa çıkarmak zorundayız”şeklindeki sözlerini unutup, yaptı“numara”sını;
“Muhataplarımın, Türkiye’nin iç işlerine karışmasına müsaade etmem!”
Kimdir o muhatapları?..
ABD, IMF, Dünya Bankası!..
David’den “numara”yı öğrendi ya, aklı sıra “göz” boyayacak!..
Pışşıık!..
Var mı bizde o göz?..
Kaçın kurrasıyız, yutar mıyız hiç bu numaraları?..
Sormaz mıyız;
“15 günde 15 yasa çıkmasını isteyen kim? ABD mi, IMF mi, yoksa Dünya Bankası mı?”
Hem sonra;
THY’nin bilet fiyatlarını belirlemek, Tütün Kanunu,Şeker Kanunu, Siyasi Partiler Kanunu ve dahi Merkez Bankası’nın işleyişiyle ilgili düzenlemeler “Türkiye”nin değil de, “ABD”nin “iç işleri” midir ki, daha “ABD’de iken” veriyorsun siparişi:
“15 günde 15 yasa çıkarmak zorundayız!”
Hay hay, emrin olur!..
Nasıl istersiniz “sipariş”inizi?.. Burada mı yiyeceksiniz, yoksa “paket” mi yapalım?..
RAHATLIK... YAZ’A!
Her neyse... Yine “ciddiyet”e gidiyor yazının yönü. Oysa, “tebessüm” ettirmeye söz verdik...
Bugün “gerilim” yüklü değil, “rahatlatma” amaçlı yazacağız.
O halde, devam edelim...
Az kalsın unutuyordum, “rahatlatma” dedim de aklıma geldi.
Sormuşlar Kemal Derviş’e;
“Ne zaman rahatlayacağız?”
Hiç duraksamadan ve “kesin bir dille” cevap vermiş:
“Yaz’a doğru!”
Bir “ohh” çekmiş soran gazeteciler...Ama, merak da etmişler;
“Nasıl olacak bu?”
Derviş, başlamış“reçete”sini anlatmaya:
“Uygulayacağımız ekonomik politikalar sayesinde; yaza doğru toplu intiharlar, toplu cinayetler ve toplu hastalıklar yaşanacak!
Toplu ölümler, nüfusumuzu azaltacak ve böylece, kalan sağlar rahatlayacak!”
ZORLA OLMUYOR!
Oldu mu?..
Alın size “rahatlatan” bir yazı!..
Güle güle okuyun!..
Benden bu kadar!..
Bir daha da, “rahatlatan” yazı istemeyin benden!
“Mide”lerin bomboş olduğu insanlara, “def-i hacet”e çıkamıyorlar diye “müshil” ilacı verilmez ki birader!..
Mideye girmeyen şey, nasıl çıksın dışarı?..
O hesap;
Açlıktan “harita”ya dönmüş bir yüz, nasıl “gülsün” ki?..
Olmuyor işte;
Zorla “tebessüm” olmuyor!..
Benden “güldürmemi” bekleyeceğinize, gidin “anamızı ağlatanlar”ın yakasına yapışın!..
Biz gülemiyoruz,
Bari onlar ağlasın!..
Yetti be!..