Yaklaş 1 adım, geleyim 10 adım!
HASAN ABİ’NİN VEFATINA İTHAFEN...
akit/05.10.2001 tarihli yazısı
Öncelikle belirtmek istiyorum ki; bu yazı, bir “yakınma” yazısı değildir!.. “Savunma” yazısı hiç değildir!.. Ve ayrıca, “Anadolu”dan ziyade “Ankara”yadır hitabım...
Zira;
Benim, “okurumla” hiçbir problemim yok. Tam aksine; bu “yoğun ve yorucu” meslekte, okurlarımın “yürekten dua”ları ayakta tutuyor beni!..
Aksi halde;
Bu “terazi”nin, bu “sıklet”i çekmesi mümkün olamazdı!.. “Dua”larından ve “destek”lerinden dolayı şükran borçluyum okurlarıma...
Bunu özellikle belirtiyorum ki, biraz sonra yazacaklarımdan “okurlarım” alınmasın!
Çünkü;
Hitabım, “Anadolu garibanları”na değil, “Ankara egemenleri”nedir!
KIVIRTANLARI HİÇ SEVMEM
Efendim, beni bilen biliyor... Gündüz “efe” kesilip de, akşam piste fırlayıp “dansedenler”den değilim!..
“Gönlümde” ne varsa, “dilimde” ve tabiî “kalemimde” olan da odur!..
“Uzlaşma” metinlerine imza atıp da, Erbakan ve Erdoğan’a sıra geldiğinde “kıvırtmaya” başlayan “rakkase”lerden hiç olmadım!
Olmam da!
Başkalarına “gaz” verip de, kendisi “saz”a ve “caz”a gidenlerden olmadığımı da herkes bilir!
Özetle;
“Özüm” neyse, “sözüm” de odur!
Haa;
“Duygusallık” denilirse, evet duygusalım... Hem de “manyaklık derecesi”nde duygusalım!
“Başörtülü” bacıma hakaret edildiğinde, ötesini-berisini düşünmez, olanca öfkemi dökerim ortaya!
Çarşıda-pazarda “atık”ların arasından “artık” sebze-meyve toplayan bir insan gördüğümde, bütün sigortalarım atar, hüngür hüngür ağlarım!
“Soyguncu”ların, “vurguncu”ların ve bilumum “hortumcu”ların işgal ettiği ülkemde, her türden “ateist”in, “lezbiyen”in, “homoseksüel” ve “bilumum sapık”ların at oynatıyor olmasına da tahammül edemez, giderim üzerlerine!..
Bunun, “rol icabı” olmadığını da beni tanıyanlar bilir!
İçimde “fırtına” esmiyorsa, zaten yazamam!..
“İnanmıyorsam” kalem oynatamam!
Hele “para” için, asla yapamam!..
NİÇİN GOCUNUYORLAR?
Bunları böylece belirttikten sonra, gelelim asıl mevzuya...
Sevgili dostlar;
Bilin ki, Ayna’yı okuduğunuzda sizler nasıl rahatlıyor ve “perde girisi oyunlar”ı nasıl öğrenip, ona göre tavır alıyorsanız, duydum ki, “birileri” de son derece “rahatsız” oluyor bu yazılardan!
Öyle rahatsız oluyorlar ki, “Ah nasıl sustursak?”ın çarelerini aradıklarını adım gibi biliyorum!
Biliyorum;
“Sert” buluyorlar yazılarımı... İnsanları “gerdiğimi” düşünüyorlar...
Ve hatta;
“Ne olur biraz uzlaşmacı olsa!” diye konuşuyorlar kendi aralarında!
Söyleyeceklerimi “dank” diye söylemesem de, biraz “yumuşak” yazsam, biliyorum ki, hoşlarına gidecek!
Ne var ki;
Beni, bizi ve tüm toplumu, böylesine “gerilim” içine sokan ben ve bu gazete değil, kendileridir!
Oysa ben;
Neredeyse “terörist saldırı” boyutuna varan bunca “baskı”, bunca “dayatma” ve bunca “zorbalık” olmasa, inanın ben de “ağaçların yeşilliği”nden, “kuşların cıvıltısı”ndan söz ederdim...
Dedim ya;
Manyaklık derecesinde “duygusal”ım!..
Böyle olunca da;
Tepkim, “sert” oluyor!..
Ne yapayım, elimde değil. Şairin, “beni bu havalar mahvetti” dediği gibi, beni de “şartlar” bu hale getirdi!
ÜLKEMİ SEVİYORUM
Şunu, açık ve net olarak söyleyeyim ki; benim “gidecek başka ülkem” yok!
Bu “ülke”yi ve bu ülkenin “insan”larını seviyorum... “Türk”üyle seviyorum, “Kürt”üyle seviyorum, “Laz”ı ve “Çerkes”iyle seviyorum!..
Bazıları yakınırlar:
“Bir kedim bile yok!”
İnanır mısınız;
Süresi 1987’de dolan “pasaport”umu bile yeniletmedim... Yani, bir pasaportum bile yok!..
Niye?..
En azından, “kaçmayı” hiç düşünmediğim için!.. Bazılarının, altlarında “İngiliz bayraklı yat”ları, Amerika’nın en pahalı gökdelenlerinde “süper lüks katları” ve de ceplerinde “Green kart”ları olduğu halde, “kaçmaya hazır” bekledikleri bir Türkiye’de, “pasaportsuz” bir adam!..
Bunun ne anlama geldiğini, “birileri” herhalde çok iyi anlarlar!..
Anlamayanlar için, şunları da söyleyeyim:
Evet; en az “en bi vatansever”ler kadar seviyorum Türkiye’yi!.. Beraber yaşadığım halkı da çok seviyorum... Onlarla, her gün beraberim... Yüreğim de açık onlara, kapım da... Bırakın aramıza “yüksek duvarlar” veya “tel örgüler” örüp onlardan kopmayı, tam aksine onlarla “iç içe” olmak ayrı bir huzur, ayrı bir haz veriyor bana!
Hiç kimseyi; “kılık-kıyafeti”ne, yada “makam-mevkisi”ne göre ayırt etmem... Beyefendi görünümlü “kravatlı soyguncular” önünde düğmelerini ilikleyip de, “gariban çöpçü”nün kıçına tekme vuranlardan değilim!..
“Yaratılanlar”ın hepsini severim, “Yaratan”dan ötürü!..
Görüşü “Marksizm”miş, “Kemalizm”miş, “Sosyalizm”miş, ya da “Şalvarlı-Çarşaflı Müslüman”mış, hiç farketmez!..
Fikrini ve inancını “yaşayan”ları, “dik durabilen”leri, “eğilip-bükülmeyen”leri, “dâvâsının tüccarlığını yapmayan”ları severim...
Saygı da gösteririm böylelerine!.. Yeter ki erkek görünümlü “madam”lardan değil, “adam gibi adam”lardan olsun!..
“İnsan” olsun, yeter!
DAYATMALARA HAYIR!
Biliyorum; ABD’nin “vurdu-vuracak” denildiği, bütün dünya ülkeleri tarafından büyük bir hınçla Taliban’a yüklenildiği böyle bir günde, kalkıp da “kendimden” söz etmemin sebebini merak ediyorsunuz.
Yazımın başında da ifade ettiğim gibi; bu yazı, “birilerinin beni tanıması” ve “niye böyle yazdığımı” bilmesi içindir!
Sanıyorlar ki;
Bir “devlet düşmanıyım” ben... Sanıyorlar ki, “asker”e gıcığım var!
Hayır!..
Tam aksine, “devlet-millet kaynaşması” için gayret ediyorum!..
İstiyorum ki;
Halk üzerindeki “ceberrut devlet baskıları” kalksın, “özgür” olsun insanlar!..
İstiyorum ki;
“Mişon sakallı”ların, “Arabacıyan sakallı”ların girebildiği “nizamiye”lerden, “hacı sakallılar” da girebilsin!..
İstiyorum ki;
Bilumum “dinsiz”lerin, “donsuz”ların, “mini etekli”lerin, “kot pantolonlu”ların, “transparan”ların ve dahi “G-String”lilerin rahatça at oynatabildiği “devlet daireleri”nde “başörtülüler” ve “sakallılar” da horlanmasın!..
İstiyorum ki;
İnsanların “inanç”larıyla ve o inancın gerektirdiği “kılık-kıyafet”iyle değil, “bilgi ve beceri”leriyle ilgilenilsin!
Aksi yöndeki tüm tavır, söz ve dayatmaların “devlet-millet kaynaşması”nı değil, tam tersine “devlet-millet kopukluğu”nu getireceğine inanıyorum!
GÜVEN YOK, NİYE?
İnanıyorum ki;
Bugün yaşanan “ekonomik kriz”lerin, “eksi 11.2” çukuruna yuvarlanan “büyüme hızı”nın, 2 milyon liraya yelken açan “dolar çılgınlığı”nın temelinde “devlet-millet kopukluğu” vardır!..
Evet, “devlete güvensizlik” vardır!
Alın işte;
Daha bir ay öncesine kadar “hacca gitmek” için can atan, “yedek liste”ye kaldığı için gözyaşı döken insanlar, şimdi “kesin kayıt” yaptırmaktan korkuyor!..
Niye?..
“Ya savaş çıkarsa... Ya hacca gitmek yasaklanırsa?.. Ya; devlet yatırdığımız paraların üzerine yatarsa?!?”
Öyle ya;
“Deprem parası” diye toplanan paraların da üzerine yatılmış, “rantiyecilere peşkeş” çekilmişti!..
Söyleyin hele;
Kuşkuya kapılmakta haksız mıdır hacı adayları?..
Ve bu endişe;
“Devlete güvensizliğin” bir işareti değil midir?..
Evet, devlete güvenmiyor millet!..
Peki, suç milletin mi?.. Yoksa, “irticacı kebapçıları” bile “kara liste”ye alıp, “geceyarısı operasyonları” ile insanları devletten soğutanların mı?..
Hele bir düşünülsün!..
DERDİMİZ ÜZÜM YEMEK
Şunun bilinmesini istiyorum: Gerek gazetem Akit, gerek onun bir ferdi olarak ben, şu düşüncedeyiz:
“Derdimiz üzüm yemektir... Bağcıyı dövmek değil!”
Ne var ki;
Hakkımız olan üzümü vermeyen “bağcı”ya da sessiz kalacak değiliz.
Bakın, bir örnek vereyim:
Geçen yıl, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencileri, “onurlu bir direniş” gösterdiler... “Bir öğretim yılı”nı gözden çıkarıp, girmediler derslere... Hemen her gün, “çok çarpıcı eylem şekilleri” koydular ortaya!..
Evet, sürekli yanlarında olduk... “Hak arama mücadelesi”nde yalnız bırakmadık onları...
Ne var ki;
Bir gün haber aldık... Okul yönetimi “insafa” gelmiş, öğrenciler derslere girmeye başlamışlardı.
“Yayın Kurulu”nda konuştuk... Bu haberi pekalâ, “Direndiler, kazandılar” diye manşete çekebilirdik... Öyle ya, eylem başarıya ulaşmıştı!..
Hayır... Böyle yapmadık... Tam aksine, Marmara İlahiyat’la ilgili yayınları, anında durdurduk...
Çünkü biz;
“Üzüm yemek” niyetindeydik... “Bağcıyı dövmek” ısrarında değil!..
Sadece bu örnek bile, bizim “iyiniyet”imizin göstergesidir!..
Yani biz, “kavga” veya “sertlik” heveslisi değiliz... Amma velâkin, “terör” boyutuna varan “zorbalık” ve “yasak”lara da sessiz kalmamız beklenmesin!..
İllâ “bizim dediğimiz olsun” ısrarında da değiliz. Bir “orta yol” bulunsun... Yeter ki, “tesettür”ünden veya “sakal”ından dolayı yasaklanmasın, dışlanmasın insanlar
Son olarak, bir kere daha söylemek istiyorum ki, “inanca yönelik tavırlar” devam ettiği sürece, bu ülkenin hiçbir sorunu çözülmüş sayılamaz ve Türkiye’nin iki yakası da asla bir araya gelmez!..
Tam aksine, “uçurum” daha da büyür!..
Bunu bilir, bunu söylerim.
Gerisini “Ankara” düşünsün!
---------------------------------------
Ne Değişti?
1982 Anayasası; son 19 yılda 5 defa değişikliğe uğradı... Anayasa’nın 2 maddesi yürürlükten kaldırıldı, 21 maddesi de yeniden düzenlendi!..
“34 maddelik” önceki günkü değişiklikle, toplam 55 maddesi “değişmiş” oldu!
İyi de; tüm bu “değişiklik”ler neyi değiştirdi Türkiye’de?.. Hayır, “aş ve iş”ten söz etmiyorum, “özgürlükler”den söz ediyorum... İnsanlar, hâlâ “kendisi” olamıyor!.. Hâlâ “düşündükleri” ayrı, “söyledikleri” ayrı!.. Korkuyorlar “kendilerini ifade” etmekten!.. Değişen şu: Toplum, “çift kişilikli” hasta insanlar topluluğu haline geldi!..
Erbakan ve Erdoğan hâlâ “yasaklı” ise, “özgürlük” bunun neresinde?