• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Halit Kanak
Halit Kanak
TÜM YAZILARI

Vefât yıldönümünde İmâm-ı Âzâm Ebû Hanife’yi anmak (14 Haziran 767)

14 Haziran 2025
A


Halit Kanak İletişim:

Vefât yıldönümünde İmâm-ı Âzâm Ebû Hanife’yi anmak (14 Haziran 767)

Halit Kanak

İmâm-ı Âzâm Ebû Hanife Hazretleri’nin 699 yılında dünyaya teşrif ettikleri Kûfe, Hazreti Ömer radiyallahü anhum zamanında 636 yılında Sasanilere karşı kazanılan en önemli savaş Kadisiye meydan muharebesinden sonra Bâbil harabelerinin güneyinde Fırat’ın batı kenarında Haddülezrâ denilen yerde kurulmuş olup Necef ile Fırat Nehri arasındadır. 

(Bizim de ziyâret etme fırsatı bulduğumuz Hazreti Ali’nin türbesinin bulunduğu Necef sonradan gelişerek şehir olmuş ve Kûfe ile birleşmiştir.) 

Kûfe’nin kuruluşunda bir şehir plancısı gibi düşünen Hazreti Ömer’in talimatıyla genişlikleri 40 arşın ile 7 arşın arasında değişen “Menhec” denilen ana yol ile tâli yollar yapıldı. 

Şehir kurulurken ilk yapılan cami, bir müddet sonra etrafında oluşturulan sokak, cadde ve yapılarla şehrin ortasında kaldı. “Sahn” adı verilen meydanın arka tarafında Dârülimâre denilen vali konağı yerini aldı. Kûfe’de yine Hz. Ömer’in emriyle caminin yanında bir de Künâse adı verilen pazar kuruldu. 

Sıra, İmâm-ı Âzâm Hazretleri’nin ailesinin de içinde bulunduğu kabilelerin yerleştirilmesine gelmişti. Sa‘d b. Ebû Vakkās, şehrin kurulmasının ardından kabilelerin iskân edilmesi görevini Ebü’l-Heyyâc’a verdi. O da her kabileyi kendisine ait bir mahalle oluşturacak şekilde kur’a ile yerleştirildi. 

İlk yerleştirilen kabileler arasında Mekke Fethinden hemen önce müslüman olan Kudeyd bölgesinden Süleym Kabilesi (Süleymanoğulları), aslı Taif’li olan Sakīf Kabilesi, Ben-î Hemdân Kabilesi (Hemdâniler), Kadisiye Savaşına katılanların dörtte birini teşkil eden Yemen’li Becîle Kabilesi, Irak ve El-Cezire bölgesinde yaşayan Tağlibiler’in yanısıra, Arapların iki ana kolundan birini teşkil eden Adnanîlere bağlı Esed Kabilesi, Necid’te ortaya çıkan Katar ve Kuveyt’te yerleşik Temîm Kabilesi bu kabilelerden bâzıları idi.

Kûfe’de her kabilenin kendine mahsus mahallesi, cuma camii dışında mescidi ve mezarlığı bulunmaktaydı. Kadılar tarafından tayin edilen mescid imamları, aynı zamanda Kur’an ve hadis gibi dinî ilimleri öğretmelerinin yanı sıra dinî sorulara veya hukukî problemlere cevap vermeye de çalışıyorlardı.

İşte küçük Numan (İmâm-Âzâm) 680 yılında cereyan eden Kerbela hâdisesinden 19 sene sonra doğduğu Kûfe’de ilk derslerini de bu mescitlerde almaya başladı. 

Stratejik öneme sahip Irak’a 694 yılında zâlim Haccac olarak bilinen Haccâc b. Yûsuf es-Sekafî vâli olarak atanmıştı. Bölgeyi ve Kûfe’yi yirmi yıl boyunca sert tedbirlerle yönetti. Genç Numan 15 yaşına kadar Haccac dönemini yaşadı. Haccac’tan kurtuldukları yıl 15 yaşında ilk Haccına gitti bir daha da ara vermedi. 

(70 yaşında hayata gözlerini yumduğunda tam 55 haccı olmuştu. Bu Hac ziyâretlerinde dünyanın dört bir tarafından gelen âlim, ilim ehli insanlardan belli yaşa kadar istifâde etti. İlmini tamamladıktan sonra da hac dönemlerinde kurduğu ilim halkalarında isteyenlere ilim öğretti, isteyenlere fetvâlar verdi. Bütün hac dönemlerini dolu dolu yaşadı.)  

Numan bin Sâbit (İmâm-ı Âzâm) bir gün zamanın âlimlerinden Şa’bi’nin (Ebû Amr Âmir bin Şerâhil-Şa’bî) yanından geçiyordu. Şâ’bi’nin kendisine “Nûman” diye seslendiğini duyunca ona doğru döndü. Şâ’bi devamla, “Nereye devam ediyorsun?” diye sordu. Numan “Çarşıya, pazara” diye cevap verdi. Şâ’bi yeniden “Maksadım o değil, âlimlerden kimin dersine devam ediyorsun?” dedi. Sonra da ekledi, “İlim ile uğraşmayı ve âlimler ile görüşmeyi sakın ihmâl etme. Ben senin zekî, akıllı ve kabiliyetli bir genç olduğunu biliyorum” dedi. 

Onun bu sözü Numan’da öylesine bir te’sîr bıraktı ki, çarşıyı, pazarı bırakıp, ilim yolunu tuttu. Özellikle iman ve itikad konularını derinlemesine öğreneceği Şâ’bi’nin ders halkalarına devam etti. Sonra da dizinin dibinden ayrılmayacağı gerçek hocası Hammad bin Ebû Süleyman’dan fıkıh dersleri aldı. 28 senede fıkıh bilgisine dâir ne varsa hepsini ezberledi. Aslında bütün inceliklerine varana kadar ezberlediği fıkıh ilmini, Efendimiz Sallallahu aleyhi vesellem’den almıştı.

Çünkü; İmâm-ı Âzâm’ın hocası Hammâd bin Ebî Süleymân fıkıh ilmini İbrâhîm Nehaî’den, bu da Alkama bin Kays’dan, Alkama bin Kays da Abdullah bin Mes’ûd’dan, bu da Peygamber Efendimiz’den öğrenmişti. Derslere devam ettiği sırada sık sık Mekke ve Medine’ye giderek çoğu Tabiînden olan âlimler ile görüşür, onlardan hadîs rivâyeti dinler ve fıkıh müzâkereleri yapardı.

Kûfe’de ders aldığı diğer meşhûr hocalarından ba’zıları ise şunlardı; Başta kırâat ilmi olmak üzere tefsîr, hadîs, fıkıh ilimlerinde meşhûr âlim Süleyman bin Mihran el-A’meş… Yüz bin hadîs-i şerîfi senetleri ile ezbere bilen, hâfız Ebû İshak es-Sebii… Yine hadis ilminde muhaddis, fıkıh ilminde de meşhûr âlim Hâkim bin Uteybe… Kûfe’nin meşhûr hadis âlimlerinden Seleme bin Küheyl el-Hadrâmi… Hadis ilminde bir başka hâfız kişi Mansûr bin Mu’temir et-Teymî.

“Mekke’de bulunduğum zamanlarda görüştüğüm kimselerin en faziletlilerindendir” diye tarif ettiği Ashâb-ı Kiramdan 100’e yakın kişiyle görüşen Tabiî’nin büyüklerinden fıkıh âlimi Atâ bin Ebî Rebâh.

Ümmetin âlimi lakabıyla meşhûr olup, Peygamber Efendimiz’in mübârek amcaları Hazreti Abbas’ın (r.a.) azatlı kölesi, tefsîr ilminde meşhûr âlim İkrime… Hazreti Ömer’in (r.a.) oğlu Abdullah’dan ilim öğrenmiş olan Nâfi… Hadîs-i şerifleri ilk düzenleyen İbn-i Şihâb ez-Zührî Muhammed bin Müslim.. Hazreti Ebû Bekir’in torunu Kâsım bin Muhammed vs…

İmâm-ı Âzâm (rahmetullahi aleyh) ayrıca Ehl-i beytden, Zeyd bin Ali’den (r.a.), Muhammed Bâkır’dan (r.a.) ilim öğrendi. Muhammed Bâkır ona bakıp, “Ceddimin şeriatini bozanlar çoğaldığı zaman sen onu canlandıracaksın, sen korkanların kurtarıcısı, şaşıranların sığınağı olacaksın. Şaşıranları doğru yola çevireceksin. Allahü teâlâ yardımcın olacak” buyurmuştur.

Tasavvuf ilmini de Silsile-i âliyye denilen evliyânın büyüklerinden olan Ca’fer-i Sâdık’dan öğrendi. Böylece zâhiri ve bâtınî İlimlerde hiç kimseye nasîb olmayan yüksek bir dereceye ulaştı. Zâten babası Sâbit, halifeliği sırasında Hz. Ali’yi (r.a.) Kûfe’de bizzat ziyaret etmiş, o da kendisine ve zürriyetine duâda bulunmuştu.

İmâm-ı Âzâm başta Eshâb-ı kiramın büyüklerinin ilim silsilesinden olmak üzere, dört bin kişiden ilim öğrenip, bütün ilimlerde ve üstünlüklerde en yüksek dereceye ulaşmıştır. Zamanında bulunan ve sonra gelen bütün müctehidler, âlimler, üstün kimseler hattâ hıristiyanlar bile onu hep medh etmiş, övmüştür.

İmâm-ı Âzâm’ın hocası Hammâd bin Süleymân vefât edince, hocasının talebeleri, arkadaşları ve halkın ileri gelenleri, onun yerini dolduracak âlimin, ancak İmâm-ı Âzâm olduğunu görerek, ısrarla hocasının yerine geçmesini istediler, “İlmin ölmesini istemem” buyurup, ilim kürsüsüne oturdu. Hocası Hammâd bin Ebî Süleymân’ın yerine kürsüye geçti. 

İmâm-ı Âzâm, hocası Hammâd’ın yerine geçince, ilmi, vakarı, tevâzuu, takvâsı, tatlı sözleriyle herkes tarafından sevilen, dînî mes’elelerde insanların bütün müşküllerini çözen yegâne müracaat kaynağı oldu. Irak, Horasan, Harezm, Türkistan, İran, Hind, Yemen, Arabistan ve Afrika’nın her tarafından gruplar hâlinde gelen talebeler, fetvâ isteyenler ve dinleyicilerle etrâfı dolup taşıyordu.

İmâm-ı Âzâm her gün sabah namazını câmide kılıp öğleye kadar sorulan suâlleri cevaplandırır, fetvâ verirdi. Öğleden önce kaylûle (bir miktar uyuma) yapıp, öğle namazından sonra yatsıya kadar talebelerin dersleriyle meşgûl olurdu. Yatsıdan sonra evine gidip biraz dinlenir, sonra tekrar câmiye gelip sabaha kadar ibâdet ederdi. Sorulan suâllere cevap vermeden önce, mes’ele açık olarak müzâkere edilir, talebeleri suâli cevaplandırmaya çalışırdı. Mes’elenin müzâkeresi bittikten sonra, kendisi yeniden ele alıp gerekli düzeltmeleri yapar ve konuyu iyice izah ve tasvir ettikten sonra cevaplandırırdı. 

Cevapları verildikten sonra da fetvâyı bizzat söylemek sûretiyle ve anlaşılır ifâdelerle talebelerine yazdırırdı. Bu yazılar daha sonra fıkıh kaideleri hâline gelmiştir. Dînî bir mes’ele cevaplandırılıp halledilince şükür için “Allahû Ekber… Allahû Ekber” diye tekbir getirirlerdi. 

Ebû Hanîfe ticaretle uğraşan varlıklı bir ailenin çocuğudur. Kendisi de ilim öğrenmeye başlamadan önce kumaş tüccarlığı yapmıştır. İlim hayatına atılınca ticaret işini ortakları aracılığıyla sürdürdüğünden dolayı hayatı maddî sıkıntıdan uzak olarak geçmiştir. 

Ancak yönetimden gelen zâhiri sıkıntılar peşini bırakmamıştır. Önce Emevî yönetiminden, onların dönemi kapanınca da Abbasi yönetiminden Hazreti Ali’yi sevmesi ve Ehl-i Beyte sahip çıkmasından dolayı baskı ve şiddet görmüş, itibârı düşürülmek istenmiştir. Bu şiddet neticesinde de şehit olmuştur. Buna rağmen yüzlerce milyon müslüman yeryüzünde onun yolundan gitmektedir. 

Cenazesi vasiyeti üzerine Hayzürân Kabristanı’nın doğu tarafına defnedildi. Daha sonra Selçuklu Sûltân’ı Melikşâh’ın vezirlerinden Şerefülmülk Ebû Sa‘d’i Harezmi tarafından 1067 yılında üzerine bir türbe yaptırılıp çevresine de medrese inşa ettirilmiştir. Kabri bugün Bağdat’ta kendisine nisbetle Âzamiye diye anılan mahaldedir. 

Bizim de ziyaret etme imkânı bulduğumuz Bağdat’taki türbesi hâlen dünyanın dört yanından gelen sevenleri tarafından Fâtihalarla ziyaret edilmektedir. Rabbim şefaatlerinden ayırmasın…

Fıkha büyük hizmeti geçmiş âlimler silsilesinden bahsedilirken kendisi için söylenen; “Fıkhı Abdullah bin Mes’ud ekti, Alkâme biçti, İbrâhim en-Nehaî harman yaptı, İmâm-ı Âzâm Ebû Hanîfe öğüttü, iki talebesinden Ebû Yusuf hamurunu kardı, İmâm Muhammed pişirdi, diğer insanlar hazır yiyorlar” sözünü bilmeyen yoktur.

İmâm-ı Âzâm Hazretleri’nin dünyasını değiştirdiği yıl dünyaya teşrif eden, İmâm Şâfiî Hazretleri Ebû Ubeyde’ye şunları anlatıyor;

"İmâm-ı Âzâm Hazretleri’nin talebesi İmâm-ı Muhammed'den öğrendiğim ilimle, bir deve yükü kitap yazdım. Eğer o olmasaydı ilim kapısının eşiğinde kalmıştım. Bütün insanlar ilimde, Irak âlimlerinin, Irak âlimleri de Kûfe âlimlerinin çocuklarıdır. Onlar da İmâm-ı Âzâm Ebû Hanife'nin çocuklarıdır. Yâni bir babanın çocukları için lâzım olan nafakayı kazanıp, çocuklarını beslemesi gibi, İmâm-ı Âzâm Ebû Hanife Hazretleri de kendinden sonrakileri böylece ilimle beslemiş ve doyurmuştur.” Allah celle celâlühü bütün Ehl-i Sünnet âlimlerinden ebeden razı olsun inşaallah…

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

MUZAFFER...

AMİN AMİN AMİN, ELİNE SAĞLIK HOCAM ALLAH C.C RAZI OLSUN ÖMRÜNÜZ BEREKET VERSİN İNŞALLAH AMİN, MÜSLÜMAN İÇİN ÇOK ÖNEMLİ DİR.....ALLAH C.C RAZI OLSUN HAZRETİ MUHAMMED MUSTAFA SAV KOMŞU EYLEYE AMİN.....

Numan Yılmaz

İmami Azam hakkında her şeyi ayrıntılı yazmışsın ama niçin ve nasıl şehit edildiğini yazmamışsın.Böyle yazarak sende zulme ortak olmuyormusun?
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23