Kendi vatandaşını valilik onayı ile dilendirmek yakışmıyor
Kendi vatandaşını valilik onayı ile dilendirmek yakışmıyor
ERTUĞRUL AKAR
Yazılarımı takip edenler bilirler…
Ben her cumartesi bu köşede içimde birikenleri paylaşırım.
Bu hafta ise kalemimin ucunda bir ağırlık vardı.
Konular çok, dert çok…
Ama hangisi gerçekten bir yarayı iyileştirir, hangisi sadece içimi dökmek olur, bilemedim.
Sonra karar verdim:
Bu hafta içimi acıtan ne varsa, hepsini olduğu gibi yazacağım.
Mesela ekonomi…
Bugün bu ülkede en çok ezilen kesim asgari ücretli ve emekliler.
Pazar filesi hafif, market fişi ağır.
Bu gerçek ortadayken hükümetin bir kararname ile “üst düzey yöneticilere” seyyanen 30 bin TL zam yapması elbette toplumu yaralıyor.
Bunu eleştirmemek, halkın vicdanına sırt çevirmek olur.
Ama bir yandan şunu da görüyorum…
Kamu yönetiminde nitelikli kadroları elde tutmak için belli seviyede ücret dengesinin korunması gerektiğini söyleyen bir taraf da var.
Yani hükümetin böyle bir kaygısını tamamen yok saymak adil değil.
Ama sorun şu ki…
Zamanlama yanlış, öncelik yanlış, toplumun yarası taze.
Bir yanda geçinemeyen milyonlar, bir yanda ayrıcalıklı bir kesime yapılan büyük bir artış…
İşte bu makas, insanın içini sızlatıyor.
Neyse ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan, ücret adaleti ve çalışma barışını korumak için seyyanen zammın geri çekilmesi talimatı verdi.
Belediyelerde ve kamu kurumlarında bir kişinin birden fazla görevi üstlenip beş-on maaş alması meselesine gelince…
Bunu eleştirmek boynumun borcu.
Bu toplumun adalet duygusunu en çok zedeleyen uygulamalardan biri.
Hükümet de farkındaki son dönemde bu uygulamalara kısıtlama getirmeye çalışıyor.
Ancak yine de tam çözüldüğünü söylemek güç.
Bir eksiklik varsa, eleştiriyi yapmak da hak vermek de aynı anda mümkün olmalı.
Ama en ağır konu…
DMD hastası çocuklarımız.
Minicik bedenleri her gün biraz daha güç kaybediyor.
Bir ilacı karşılamak bir devlet için ne kadar zor olabilir?
Anne-babaların evlatları için metrobüs duraklarında, köprü altlarında yardım topladığını gördükçe boğazım düğümleniyor.
Evet, hükümet zaman zaman bazı kritik ilaçları geri ödeme kapsamına alıyor, bazı sosyal destek mekanizmaları kuruyor, inkâr edilmez.
Ama bu çocukların ihtiyaçları “zaman zaman yapılan düzenlemelerle” değil, sistematik bir sosyal devlet politikasıyla karşılanmalı.
Burada eleştiri de hak teslimi de birlikte yapılabilir:
Devlet bazı adımlar attı, evet…
Ama hâlâ eksik, hâlâ gecikmiş, hâlâ yetersiz.
Bütün bu tablo bize şunu gösteriyor:
Türkiye’nin yaraları hem ekonomik hem sosyal.
Devletin yükü ağır, vatandaşın yükü daha da ağır.
Hükümet kimi noktalarda çaba gösteriyor, inkâr etmek nankörlük olur.
Ama vatandaşın hissettiği adaletsizlik, dengesizlik ve öncelik sorununu gidermek de hükümetin görevi.
Ben bu hafta bunları yazmak istedim.
Belki bir şeyi değiştirir mi bilmiyorum…
Ama susmak, içimdeki vicdanla kavga etmek olurdu.
Hem eleştirmek hem hakkı teslim etmek mümkün.
Yeter ki gerçekleri eğip bükmeyelim.
Yeter ki insanı, çocuğu, emekliyi, alın terini merkeze alalım.