• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Atilla Özdür
Atilla Özdür
TÜM YAZILARI

Ahlak mı, sağlık mı?...

15 Ocak 2018
A


Atilla Özdür İletişim: [email protected]

Geçim sıkıntısını halkın ana derdiymiş sanıyorduk. Şahsen sosyal hayatta ilişki kurduğum eş ve dostlarım dar ve sabit gelirli olduklarından, dillendirdiklerini “millet de dahil”, halkın ortak endişesi gibi yorumluyordum. Oysa iktisadi yetmezlik, geleceğe güvensizlik, genel anlamıyla sağlıksızlık ve dahi mutsuzluk, sandığımız gibi pek yaygın değilmiş. “Millet”, çok küçük bir kısmı hariç, hemen hemen bütünüyle halinden memnun ve refah devletinin çok yönlü koruyucu kanatları altında, pür neş’e yaşayıp gidiyormuş…

Toplumun halinden memnuniyet seviyesindeki bu yüksekliği gördükten sonra, maaş ve ücret yetmezliğini, mutfaklara yönelik karşılıksız zamları, aynalı telefon sahipliliğiyle yoksulluk arasındaki tersine ilişkileri ve teneke evlerle yüksek yüksek kuleleri yazı konusu yapmaktan vazgeçtim…

Zira anladım ki, avara kasnak kafa yormaktaymışız…

Hüseyin Öztürk’ün konu başlığını görünce, “Hahh” dedim,” biraz da bu ipte oynayalım”. Bu yazımızın başlığı da Öztürk’ten kopya, “Ahlak mı, sağlık mı?” oldu…

Ahlak ile sağlık konusunda öncelik hangisinde?...

Bunun cevabı için evvela cemiyetin altyapısını oluşturan sosyal zeminin düzeltilip sağlamlaştırılması gerekir. Su terazisiyle ölçüldüğünde zemin, eğer dengesinde ise, halkıyla birlikte “milletin” de sağlık konusunda bir problemi yoktur. Çünkü toplumun ahlakında herhangi bir çözülme, bozulma ve zayiat görülmüyor….

Eğer zeminin terazisi bozuk olup bir tarafa meyletmiş vaziyette tabana oturmuş ise ki, bu denge kaybı genellikle ahlak kefesinde görülür, toplumun “beyaz” azınlığı hariç, diğerleri behemehal ve mutlaka, şeksiz şüphesiz bin bir türlü hastalıktan kırılıyor demektir…

Beyaz”lar bir sınıf teşkil ettiklerinden sanılmasın ki, tek bir mahalde yaşıyorlar ve tek bir sektörde hali faaldir…

Hayır…

Tarihin belli bir döneminde insanlar ovaları ekip biçerek işler, yamaçlara da kulübelerini dikermiş. Kimse bir başkasının havasına, suyuna, güneşine el atmayı düşünmediğinden, klan toplumları, İlahi İrade eseri meydan bulanları hariç, hastalık nedir bilmezmiş…

Üç-beş gün öncesinin haberleri arasında yer almıştı. Yağmur kanallarına ve dereciklerin kenarlarına salıverilen “beyazların” zehirli suları, bölgede yaşayanların nafakası balıkların köklerini kazıyor...

Modern çağların içinde yer alan günümüze bakıyorsunuz, suların öfkesi ovaları kısırlaştırıyor, tarım ürünleri besi değerini kaybediyor, doymak bilmeksizin daha fazla kazanç hırsı meraları kuruturken, et ve süt yetmezliği de, bedenlerin direnç gücünü zayıflatıyor…

Bunlar bir yana, bir de para hırsı, Hz. Allah’ın mümin kâfir ayırmaksızın bütün kullarına hayat iksiri olarak armağan ettiği suyu gasbediyor. Devletlerin, meclislerin, Türkiye bağlamından gidersek mebuslarla vekiller ve ayrıca da valilere emanet edilen akarsuları şişeleyip satıyorlar. Burada kalsalar yine iyi, hele bazıları kuyu sularını da ekleyince şişelerine, haksız iktisapla beyazların portföyleri şişerken, dere yataklarının civarındaki topraklarda meydana gelen zafiyetten ötürü, köylü de yoksullaşıyor…

Neticede, kirliliğin yarattığı çeşit türlü hastalıklarla yetmezlikler, “Çevre Emini” hükümetleri sağlık ve sıhhati koruma, hastalarla ilgilenme görevinde ellerini böğrüne koyverdiriyor…

Hüseyin Öztürk, önceki gün bir yakını için Medeniyet Üniversitesi’nin Göztepe Eğitim Araştırma Hastanesine uğramış. Anlatıyor:

Fazlası yahut eksiği vardır ama en az 1000 araçlık otopark tıklım tıklımdı. Hastanenin içine girildiğinde de sanki yanlış bir limana demir atmış geminin yolcuları gibi “Neden buraya geldik diyen insanların telaşı ve koşuşturmaları vardı.

Bu hali görünce devletimizin neden büyük hastaneler yaptığını anladım. Bir hususu daha paylaşmalıyım.

Hükümetin sağlık politikasından şikâyetçi olanlar, hastalardan ziyade refakat edenlerin; “Biz öncelikli olmalıyız diyerek tüm ahlaki kuralları altüst etmeleriydi…” 

İşte sualin cevabı da burada. Hükümetin sağlık politikasından şikâyetlerin ardı arkası kesilmez. Yazımızın başında belirttiğimiz gibi, “ahlak / sağlık” dengesi eğer terazisinde ise, hiç kimse diğerlerinin sağlığıyla oynamaya, onları yatağa düşürerek ahlaksızcasına para kazanmaya kalkışmaz, zira aklına bile gelmez…

Kanunlarımızın vatandaşa suç işleme hürriyetini tanıdığı gibi, Yüce Allah’ımız da, kullarına haram yeme ve günah işleme hürriyetini vermiş…

Doğal felaketlerin peşinden getirdikleri hariç, ülkemizdeki tüm hastalıklar, “Ahlaksız Büyük Beyazların” haksız kazanç hırsının eseridir…

Küçükler ise, büyüklerini taklit ede ede yetiştiklerinden, Hüseyin Öztürk’ün, hastanelerdeki refakatçilerin “öncelik bizde” çirkefliğine saparak hemcinslerinin haklarını gasbetmelerini şaşkınlıkla karşılamasına hiç de yer ve gerek yok…

Çünkü büyüklü küçüklü, hepimiz birbirimizi örnek alıyoruz…

Sizler sanıyor musunuz ki, terbiyelediği deri ve köseleyi en kısadan altı ay meşe palamutunda dinlendirmeden kundura sanayiine arzeden debbağ, dinç ve sağlıklıdır amma, ahlaken örnek bir insandır!... 

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23