Taklit Kültür
Taklit Kültür
ALİ OSMAN AYDIN
Gazeteci Serdar Akinan şöyle demiş:
“20 yıldan fazla oldu. Tek bir şairiniz var mı? Tek bir mimar? Tek bir besteci?
Tek bir yazar? 15 Temmuz'a dair mesela iki dize bizi ağlatacak? Siyasi hegemonya bitti. Kültürel hegemonya dediğiniz vasatı aşacak insanlar nerede?”
Akinan, AK Parti iktidarında, çevreden merkeze taşınan sınıf için söylüyor bunları.
Doğrusu bu sorunun tatmin edici cevabı böyle bir köşenin sınırlarını rahatlıkla aşacaktır. Ortada bir sorun olduğu açık! Akinan’in sorusu bir gerçeğin altını çizerken, bitişiğindeki diğer gerçeği gölgede bırakıyor.
Akinan, muhafazakârların “neden kültür üretemediklerini” soruyor. Bu soru sekülerlerin üretebildikleri varsayımına dayanıyor! Eğer Yeşilçam’ı yahut Ajda Pekkan müziğini Türk kültürünün özgün bir temsili olarak görüyorsanız, muhafazakârlara dönüp “sizin söyleyecek sözünüz yok mu” diye sorabilirsiniz.
Fakat kültür meselesine bu derece yüzeysel yaklaşmayan herkes sorunun laik-muhafazakâr kamplaşmasının çok ötesinde bir kültürel yoksunluk sorunu olduğunu görecektir.
Asıl üzerinde ciddiyetle durulması gereken sorun Batılılaşmayla birlikte üretilen kültürel ürünlerin neden bir türlü “özgün” olmayı başaramadığı! Neden tepeden tırnağa bu topraklarda üretilen her şeyin taklitten ibaret olduğu!
Bakın anlatımıyla, içeriğiyle yerlilik denilen şeyin alameti farikası olan, en nitelikli sinemacılarımızdan merhum Metin Erksan, Türk sineması olarak adlandırdığımız yapı ile ilgili ne diyor: “Ben ne Yeşilçam sinemasındanım, ne de Türk sinemasındanım. Benim hiçbir tarafım bunlara benzemiyor.”
Erksan, Türk filmlerini izlemeye yoğunlaştığı bir dönemin ardından söylüyor bu sözleri. Üstelik o “benzemeyişi” olumlu bir şey olarak vurguluyor.
Çünkü Erksan, Türk sinemasının öykünmeci yapısını iyi biliyordu. Evet, Yeşilçam’a bir kopyalama kültürü hakimdi. Beğenilen filmler olduğu gibi kopyalanıyordu.
Dünya sinemasında ses getiren film müzikleri, tek kuruş telif ödenmeden çalınıyordu. Ticari değeri olan ne varsa sinemacılarımız onu alıp anında kendi sinemalarına uyguluyorlardı. Sadece yapımcı ve yönetmenler değil, oyuncular da, büründükleri kişilikten, saç stillerine kadar dünya starlarını taklit ediyorlardı.
Türk dizi piyasasının efsane işlerinin başında gelen ve hâlâ izlenen “Kurtlar Vadisi” bile ABD menşeli bir dizinin yeniden çevrimi değil miydi? Düşünün kültürel anlamda en büyük çıktınız bile bir taklit!
Sinema ve dizi piyasasında hal böyleyken müzikte durum farklı mıydı?
Hafif Türk müziği denilen türde üretilen parçalar, yine Batıda popüler olan şarkıların Türkçe söz yazılmış taklidinden başka bir şey değildi. Erol Büyükburç’ları, Ajda Pekkan’ları düşünün…
Bütün bu kopyacı kültürün içinde nevi şahsına münhasır nadir birkaç kişi de çıktı tabi. Onlar da bir üretim hatası olarak var olabildiler bu sistem içerisinde.
Gelelim Akinan’ın haklı olduğu kısma.
Bence de muhafazakârlar kültür üretemiyorlar. Bunun yığınla nedeni var.
Bunlardan başlıcası kültürün sermaye ve kent kültürü ile olan yakın teması; bununla birlikte çevreden gelen kitlelerin kent sosyolojisine intibak etme konusunda gösterdikleri negatif tutum!
Başka bir örnek verelim. AK Partili belediyeler her yıl yüz milyonlarca lirayı “kültür” adını verdikleri organizasyon ve etkinliklere ayırıyorlar. Festival, konser meselelerini geçiyorum çünkü herkes orada ne olduğunu biliyor.
Diğer programlarda iş şöyle dönüyor.
Bir konuşmacı çağırıyorlar ve bu konuşmacının Instagram’da, Youtube’da yüzbinlerce takipçisinin olmasına dikkat ediyorlar. Evet, en temel kriterleri bu oluyor. Donanıma değil, popülaritesine bakıyorlar. Tribünlere ne kadar dinleyici çektiğine bakıyorlar. Ne anlattığı, nasıl anlattığı hep ikinci planda kalıyor. Kurumlar o kişi üzerinden yapacakları PR’a odaklanıyorlar.
Böyle olunca niteliğin canına okunmuş oluyor tabii. Katılımcı sayısı ne kadar fazlaysa “kültürel etkinlik” o kadar yerini bulmuş sayılıyor kültür planlayıcıların gözünde.
Hâlbuki kültür her zaman dar bir muhitin, küçük toplulukların işi, uğraşı olmuştur. Konsere, gösteriye on binlerce insanın katılması doğaldır. Fakat misal olarak Itri’nin musikimiz içindeki yeri sadece bu konuya ilgi duyan küçük bir topluluğun dikkatini çeker.
Bu noktada “küçük topluluklar yerine on binlerin katıldığı gösteriler yapalım, bu daha mantıklı” diye düşünemezsiniz. Çünkü mantıklı değil. O küçük topluluğun hayatta kalmasını sağlamak zorundasınız çünkü ileride kültürel hayat o insanların üzerinden şekillenecek. O küçük topluluğun mensupları kozalarına çekilecek ve bir gün bir şeyler üretmiş olarak oradan çıkacaklar.
Geride kalan yıllarda bu insanlara sırtını döndü kurumlar. Popüler olana yöneldi ve yenildiler. AK Partili belediyelerin “kültür hizmetleri” muhafazakâr camiada meşhur on-on beş tane insanı zenginleştirmekten başka bir işe yaramadı. Gelişime katkı sağlamadı. Kimseyi tatmin etmedi. Fayda üretmedi.
O popüler isimler de, menkıbelerle, romantik şiirlerle, tasavvufçulukla ve bunlardan elde ettikleri telif ücretleri ile zenginliklerine zenginlik kattılar.
Geçmiş olsun.
Kaldığımız yerden devam ederiz, inşallah.