Dünyayı kurtarmak isteyenlere aperatif öğütler
Hakikaten çok ilginç bir ülkede yaşıyoruz.
Bu kadar sıra dışı, bu kadar dinamik ve bu kadar elektriği yüksek ülke, az bulunur.
İnsan ülkemizdeki gibi bir gündemin içindeyken kendini ister istemez bolca “ADB, İsrail, emperyalistler, küresel güçler, yerli iş birlikçiler, makro plan, terörle mücadele, muhalefet, faiz lobisi, üst akıl” gibi laflar ederken bulabiliyor…
AK Partinin bir dönem sloganıydı: “Sen Türkiye’sin Büyük düşün!”
Hakikaten, “Hayaldi, gerçek oldu…”
Artık ülkede sağcısından solcusuna kadar kimse “küçük” düşünmüyor ve mütemadiyen herkes dünyayı, ülkeyi diğerlerinden kurtarmaya çalışıyor…
Kimse “büyük fotoğrafa bakmak”, varken “küçük” yani daha insani şeyleri görmüyor, görmek istemiyor.
Hatta insanlar o “küçük” şeyleri yararsız ve zaman kaybı olarak görüyor.
Bakkal Ahmet Amcanın, emekli Ayşe Teyzenin facebook hesabı bile büyük siyasi hesaplaşmaların, eşikte bekleyen küresel kriz düellolarının, uluslararası mücadelelerin cirit attığı arenalara benziyor.
İnsanların memleketin meselelerini içselleştirmesi, takdire şayan elbette…
Ancak sadece “büyük fotoğrafa bakmayı” ciddiye alıp, başkaca her bakış açısını peşinen saçma ve yararsız görmenin kalbimizi katılaştıran sevimsiz bir yanı var.
Tamam, kaynayan bir kazan kadar hareketli ülke gündemini takip edelim…
Tamam iç, dış düşmanların kaos planlarına konsantre olalım…
Ama “küçük şeyleri” yani insan olduğumuzu, çevremizdeki insanlara, canlılara, topluma, karşı insani yükümlülüklerimiz olduğunu da unutmayalım…
Bir imkan olarak bahşedilmiş hayatı, ardı arkası kesilmeyen siyasal yenişmelerden ibaret görmeyelim…
ASRI SAADETTEN BİR ÖRNEK
Müslümanların dış düşmanlar karşısında sayıca ve ekonomik anlamda zayıf olduğu, içerdeki fitnenin saldırmak için pusuda yattığı bir dönemde Hz. Peygamber (S.A.V.), Müslümanlara bambaşka bir bakış açısı, gözleri ufuklardan ayak uçlarına kaydıran bir hedef sunuyordu.
Bugün için bu hedef inanılmaz derecede önemli, inanılmaz derece hayatidir…
Çünkü bu bakış açısı olmadan her büyük zafer kaskatı ellerimizde küçülmeye, anlamını kaybetmeye mahkum olacaktır.
Bir gün Allah Resulü mescitte soruyor…
“Bugün kim bir cenazeye katıldı?
Bugün kim bir fakiri yedirdi?
Bugün kim bir hastayı ziyaret etti?
Bugün kim bir yetimin ihtiyacını gördü?”
Vs…
Bakınız…
Münafıklar ve müşriklerce; bugünkü deyimle söylersek, hem Roma gibi küresel güçlerle hem de münafıklar gibi yerli işbirlikçilerle kuşatılmış bir cemiyette soruluyor bu sorular.
Hepsine elini kaldırarak “Ben” diye cevap veriyor Hz. Ebubekir…
Hepsinin ve daha fazlasının yapıldığına, Allah Resul’ünün şüphesi yok!
Ve Allah Resulü, cennetliklerde bir araya gelmesi beklenen özelliklerin bunlar olduğunu söylüyor, ashabına.
Yani dış siyasetle ilgili gelişmeler, ekonomik anlamda planlanan işler değil sorulanlar.
Muhakkak bunlarda konuşuluyor o mecliste.
Ancak dini bir ödev olarak yetimlerin, cenaze sahiplerinin, fakirlerin, hastaların, hayvanların, yolda kalmışların, biçarelerin hali o kadar önemli ki… Allah Resulü bir yandan makro hedefleri gözetirken diğer yandan evimizin içindekini, sokağımızdakini, mahallemizdekini görmememizi, gözetmemizi salık veriyor bizlere. Bu ödevde insanlık ailesini birbirine bağlayan bir hikmet olduğunun altını çiziyor.
Buradan ülke gündemine bakarsak…
Tamam, CHP’den on beş milletvekili İYİ partiye katıldı.
Tamam, ülkemizde kaos oluşturmak isteyen amansız güçler var.
Tamam, Rusya ve ABD arasında denge siyaseti gütmek hayli zor bir iş.
Tamam, birileri dolar ve euro ile ekonomimiz üzerinde spekülasyon yapıyor.
Tamam…
Bu meselelerin üzerine gidelim, çözmek için mücadele edelim, ama…
Yukarıdaki alıntıda belirtilen insani çerçeveye sadık kalarak…
İnsan olduğumuzu, fani olduğumuzu, “Kerim olan Rabbine karşı seni ne aldattı sorusuna” muhatap olacağımızı unutmayarak…
Ömrümüz büyükmüş izlenimi veren gündemlerin dağdağasında ziyan olup gidiyor…
Referandum, seçim, erken seçim derken seneler, dönemler birbirini kovalıyor…
Biz küresel güçlerle mücadele ederken yardım bekleyen çocuklarımız, ailelerimiz, akrabalarımız avuçlarımızın içinden kum taneleri gibi akıp gidiyor.
Bizde, Yunanlı Ulis’in gemicileri gibi rüzgarlarla dolu tulumları mücevherlerle dolu çuvallar sanarak dünyayı kurtarmaya soyunuyoruz!
İNCE KALPLİ ABİD’İN HİKAYESİ
Sadi, meşhur Gülistan’ında bilgelik sofraları kurar. Kim o sofralara kurulursa orada benzersiz lezzetler, çeşit çeşit tatlar bulur. O sofralara nice şahlar, vezirler, ulular kurulmuştur şimdiye kadar… Ama Sadi’nin eli cömerttir, sofrasına oturan, aç kalkmaz.
İşte Sadi’nin o bilgelik sofrasından bir hikaye…
“Bir hırsız, bir abid’in evine girdi… Aradı taradı, bir şey bulamadı… Canı sıkıldı… Abit, olup biteni öğrenince, üzerinde yattığı kilimi, mahrum dönmesin diye, hırsızın yoluna attı…
Sadi hikayeciğe şu notu düşüyor: İşittim ki Allah yolunun erleri, düşmanların gönüllerini bile sıkmamışlardır. Sen ki dostlarınla çekişip boğuşuyorsun, bu makam sana hiç nasip olur mu?”
DÜNYAYI KURTARMAYA AZMEDENLERE GOETHE’DEN ÖĞÜTLER
Diyor ki: Yaşamaya zaman ayırın, zira zaman bunun için yaratılmıştır. Vakit öldürmek intihar etmektir.
Çalışmaya zaman ayırın, muvaffakiyetin bedeli budur.
Düşünmeye zaman ayırın, iktidarın kaynağı budur.
Etrafınızdakilere nazik davranmaya zaman ayırın, saadete giden yol budur.
Hayal kurmaya zaman ayırın, dünyanın dertlerinden kısa bir zaman unutmak için en tatlı çare budur.
Etrafınıza bakmaya zaman ayırın, günler insanın egoist olmasına müsaade etmeyecek kadar kısadır.
Gülmeye zaman ayırın, ruhun musikisi budur.
Çocuklarla oynamaya zaman ayırın, bu zevklerin en büyüğüdür. Terbiyeli olmaya zaman ayırın, bu cemiyet insanının sembolüdür.
Biz de bu anlatıya şunu ekleyelim…
Yaratılışı ve Allah’ın yarattıklarını düşünmeye zaman ayırın, zira bu hem Allah’ın kudretini tefekkür imkanı verir hem de yaratılmışların halini anlamanızı, onların ruhuyla temas kurmanızı sağlar.