• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Ali Osman Aydın
Ali Osman Aydın
TÜM YAZILARI

Çetin ceviz

16 Ağustos 2025
A


Ali Osman Aydın İletişim: [email protected]

Çetin ceviz

Ali Osman Aydın

60’lı yıllarda tahta bavuluyla İstanbul’a ayak bastığında babam henüz 15 yaşındaymış. Ebeveyn himayesinden yoksun, tamamen yalnız bir şekilde tanımadığınız bir şehre ayak bastığınızı düşünün. Üstelik liseye giden öğrencilerin yaşındasınız. 

Düzenli aldığınız harçlığınız, sizi okuldan kapınızın önüne bırakacak servisiniz, dağınıklığınızı toplayacak kimseniz, telefonuyla kapıların size açılmasını sağlayacak torpiliniz yok! Dahası hasta olsanız çorba kaynatacak kimseniz bile yok! 

Durum böyleyken bulunduğunuz yerde var olmak, ayakta kalmak, hiç vakit kaybetmeden bir meslek öğrenerek ekonomik özgürlüğünüzü elinize almak zorundasınız! 

Böyle tekinsiz bir durumda hayatta kalmak için yapılacak en önemli şey, daima teyakkuz halinde kalarak maddi-manevi tüm güçlerimizi seferber etmek olacaktır herhalde. Nitekim babamın da mensubu olduğu o gurbetçi kuşak, teşebbüs kabiliyetini, zekâsını ve cesaretini azami düzeyde kullanarak Türkiye ekonomisinin katalizörü oldu o yıllarda. Türkiye ciddi büyüme rakamlarına, kalkınma hızına ulaştı onlar sayesinde   

Türk sinemasının en önemli yönetmenlerinden Lütfi Akad’ın Gelin, Düğün, Diyet üçlemesi, sinemasal yetkinliğinin yanında, bahsettiğimiz dönemi anlamak için bir laboratuvar gibidir. Çünkü sözünü ettiğimiz dönemin insanını, köy-kent çatışmasını ve yeni şekillenen şehir sosyolojisini iç içe geçirerek son derece gerçekçi çizgilerle resmeder... Akad’ın üçleme boyunca sunduğu gerçekçi tablolar Amerika’nın kuruluş dönemini ele alan John Ford imzalı westernlerin arka planına benzer. İki yönetmen de kuruluş döneminin insanlarına, onların sert ve zorlu hayat şartlarına odaklanırlar.  

Ben ne zaman bu üçlemeden herhangi birini izlesem tüm alüvyonlarıyla Anadolu’dan İstanbul’a akan bu insan ırmağının ne kadar bereketli olduğunu düşünürüm. 

Akad, filmlerinin öznesi olan söz konusu insan tipini şöyle anlatıyor bir röportajında: 

“Müşahade ettiğim müşterek vasıfları şu: Hangi sınıftan, hangi kesimden gelirse gelsin Anadolu’dan gelen insanlarımız sıradan insanlar değil. Hepsi çetin ceviz… Mücadeleci ve başarılı insanlar. Gelip de başarısız olan hemen hemen yok. Bir de bir şey var: Son derece efendi, son derece iyi ve geleneksel kültürlerinin bütün iyi vasıflarını taşıyan insanlar. Yalnız, gelirken bir ormana geldiklerinin bilinci içinde geliyorlar. Ve bir ormanda yaşamanın kurallarını… Bu ormanda yaşamının kurallarına uyuyorlar. O zaman da yırtıcı ve kırıcı oluyorlar. Ama kökenlerinde son derece iyi insanlar.”

Akad’ın, evinin bulunduğu Mecidiyeköy çevresindeki mahallelerde bizzat gözlemleyerek yaptığı tespitler içinden özellikle “çetin ceviz” ve “mücadelecilik” tanımlamalarını çok önemsiyorum. 

Akad’ın tespitlerine şunları eklemek istiyorum. 

Bu adamlar, aynı zamanda kendi kendine yeten, zeki, meraklı, girişimci, ciddi, sebatkâr, kanaatkâr, gerçekçi, kırılgan olmayan, amaç duygusuyla dolu bağımsız insanlar… Türkiye’nin sanayici ailelerinin, önemli sinemacılarının, saygın yazarlarının, hatırı sayılır müzisyenlerinin ve köklü firmalarının bu kuşağın mensupları arasından çıkması sürpriz değil. 

****

Bu kuşağın mensuplarının ezici çoğunluğu bugünkü anlamda yoğun, neredeyse çeyrek ömür kadar uzun ve zorunlu bir eğitim sisteminin tezgahından geçmemişlerdi. Belki yalnızca temel bilgilerin verildiği üç ya da beş yıllık bir okul bitirmişlerdi. Bugünküyle mukayese edildiğinde hiç şımartılmamışlardı. Çocuk yaşlardan itibaren büyük sorumluluklar yüklenmişlerdi. İstediklerini, babalarının kredi kartını kullanarak değil, emek vererek elde etmeleri gerekiyordu. Tüketici değil, üreticiydiler. Gayret etmekten, ısrar etmekten, bir yol bulmaktan, olmazları mümkün kılmak için çabalamaktan başka yolları yoktu. Bunun için zor koşullarda, sevdiklerini görmeden yıllarca durabilirlerdi. Zamanlarının büyük kısmını okul sıralarında değil, tarlada, tezgâhta, atölyede, hayatın içinde geçiriyorlardı. Hatalarının sorumluluğunu aileleri değil kendileri çekiyor, ebeveynleri tarafından kısmen korunuyorlardı. Hayatta kalmak, şereflice yaşamak için birbirlerine tutunmaları, dayanışmaları gerektiğini biliyorlardı. Tıpkı babam gibi, doğup büyüdükleri köyde imkanlar azalıp herkese yetemeyecek hale geldiğinde, yeni fırsatlar peşinde yabancı ve tekinsiz şehirlere gitmekte asla tereddüt etmiyorlardı. 

****

Günümüz Türkiye’sinin harcında bugünkü anlamda “eğitimsiz” sayılabilecek bu kuşağın büyük payı olduğu gerçeği bazılarını şaşırtabilir. Ama bu, gerçek…

Ve bu gerçekten geleceğimiz adına birtakım çıkarımlarda bulunmamız gerekiyor. Hepimiz çocuklarımızın önceki kuşaklarla mukayese edilemeyecek kadar kırılgan bir psikolojik ve fiziksel donanıma sahip olduklarını biliyoruz. Bunda aile yapımıza hâkim olan korumacı kültür kadar, çocukları emir almaya alıştırarak bağımsız ve özgün yanlarını yok eden eğitim sisteminin de payı var. 

Çocuğuna üniversite çağına gelinceye kadar hiçbir sorumluluk yüklemeyen, ona bebek gibi davranan, yükünü başkalarına taşıtmayı alışkanlık edinmiş çocuklar yetiştiren aile sayısı, hiç de az değil bugün. Gerekçe ne olursa olsun, bu aile kültürü ve teorik eğitim içerisinde eylem yeteneği, girişimcilik güdüsü iğdiş edilmiş, ruhsal anlamda felçli bir kuşak geliyor. En büyük meşguliyetleri sorumsuzca yaşayıp, televizyon ve sosyal medya ile vakit geçirmek olan, çabuk demoralize olan, kolayca cayan, basitçe kırılan, üşengeç bir kuşak… Toplum olarak büyüyen sorunlarımızın üstesinden gelmesi gereken ve geleceğimizi yönetecek kuşak da bu ama… Bu kuşak bugünkü haliyle bir fırsat değil, bir sorun neredeyse... Sorunun kaynağıysa bu kuşağın içine doğduğu kültür ve o kültürü muhafaza eden yetişkinler… 

Daha fazla hayat, daha fazla eylem vadeden, öğrencilerin özgünlüklerinin, özgüvenlerinin ve muhakemelerinin deforme edilmediği; aksine girişimciliklerine, yaratıcılıklarına yatırım yapılan bir modeli tartışmamız ve gerçekleştirmemiz gerekiyor artık. Hem de sadece eğitim sisteminde değil, önce kesinlikle ailede… Takipçilere, tüketicilere değil; öncülere, üreticilere ihtiyacımız var. Bu hedefi önce anne ve babalar sahiplenmeli, sonra yetkililer... 

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

Bir eğitim emeklisi olarak

Hep ikazımdır, anneler çenteleri taşıyarak babolar arabayı okulun avlusuna dek sokup ayağı beton merdivene bastırarak, idare-öğretmen veliyi,20 mt. aşakta bırak ta yürüme örgensin, hemi de araç kargaşası yaşatmayın birbirinize çocuğun göz önünde sayın sonradan görmüş dağdan indim düze, ben yemedim o yesin,ben giyemedim o giysin ben okumadım o okusun cu aileler ve diğerleri... Anadoludan bir esinti; görmediğin oğlu olmuş,çekmiş şeyisini koparmış.
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23