“Trajik Başarı-Türk Dil Reformu” Üzerine Notlar-6
“Trajik Başarı-Türk Dil Reformu” Üzerine Notlar-6
AHMET TALİB ÇELEN
Geoffrey Lewis’in “Trajik Başarı-Türk Dil Reformu” kitabından notlar:
Ömer Seyfettin’in Genç Kalemler Dergisi’nde yayınlanan “Yeni Lisan” başlıklı yazısından bir bölüm:
(…) Hayır. Beş asırdan beri konuştuğumuz kelimeleri, me’nûs denilen Arabî ve Farsî kelimeleri mümkin değil terkedemeyiz. Hele aruzu atıp yerine Mehmed Emin Bey’in vezinlerini hiçbir şair kabul etmez. Konuştuğumuz lisan, İstanbul Türkçesi en tabiî bir lisandır. Klişe olmuş terkiblerden başka lüzumsuz zinetler aslâ mükalememize giremez. Yazı lisanı ile konuşmak lisanını birleştirirsek, edebiyatımızı ihya veya icad etmiş olacağız…
Lisanımıza yalnız Türkçe kaideler hükmedecek; yalnız Türkçe, yalnız Türkçe kaideleri (Genç Kalemler, Nis. 1911) (s. 38)
Ömer Seyfettin, beş asırdan beri Türkçede kullandığımız me’nus (alışılmış) kelimelerin terk edilmesi taraftarı değildir. Ama Arapça ve Farsçadan kaide alınmamasında ısrarlıdır. Bu görüş bugün dahi makbul bir görüştür. (A.T.Ç.)
Celal Sahir Erozan: Bizim kelimeye ihtiyacımız var, kaideye değil:
(…) Bizim kelimeye ihtiyacımız var. Peki, fakat yalnız kelimeye, müfred kelimelerle müfredlerinden ayrı, müstakil bir ma’nâ ifade eden cemi’ kelimelere; her kelimenin cem’ine, tesniyesine değil, hele teraribe hiç değil… (s. 39)
Ziya Gökalp: Batılıların yeni ilmî ve teknik terimlerini Yunanca ve Latinceden ürettikleri gibi biz de Arapça ve Farsçadan üretelim.
Ziya Gökalp eğer Türkler kendilerini bilimin ve teknolojinin ilerlemelerini karşılayabilecek bir sözcük dağarcığıyla donatacaklarsa, doğal yolun Batı ulusları örneğinin izlenmesi olduğuna inanıyordu. Onlar nasıl kendi klasik dilleri olan Yunanca ve Latince’den faydalanma yoluna gidiyorlarsa, Türkler de Arapça ve Farsça’ya dönmeliydi. (…) (s. 40)
Onun en başarılı icadı ‘ideal’ yerine bulmuş olduğu sözcüktü. Gökalp’in zamanına kadar, çoğu insan tasavvur ve hayalleri hakkında konuşurken Fransızca idéal sözcüğünü kullansa da bunun sözlük karşıtı olarak gaye-i emel ya da gaye-i hayal vardı. O, Arapça ‘düşünmek’ anlamındaki fekeradan gelen mefkure (ideoloji anlamına gelen mefkûreviyat ile beraber) sözcüğünü icat etti. Bu sözcük coşkuyla benimsendi ve Tarama Dergisi (1934) ülkü sözcüğünü getirene kadar uzun süre yaşadı. (…) (s. 41)
Bütün bunlardan sonra, Gökalp (1339/1923: 28) yazdıklarında tutarsız olduğu iddiasıyla suçlanabilir: “Lisanın bir kelimesini değiştiremeyiz. Onun yerine başka bir kelime icad edip koyamayız.” Fakat, ne olursa olsun onun ürettiği sözcükler o zamana kadar karşılığı bulunmayan kavramları açıklamak amacındadır.
Gökalp, erlerin teğmen yerine kullanılan Osmanlıca terimleri kendilerine göre değiştirerek nasıl kullandıklarını gördüğü bir hadise yaşadıktan sonra şu netîceye varır: ‘Türkçeyi ıslâh içün bu lisandan bütün Arabî ve Farsî kelimeleri değil, umum Arabî ve Farsî kaideleri atmak, Arabî ve Farsî kelimelerden de Türkçesi olanları terkederek, Türkçesi bulunmayanları lisanda ikba etmek’ (Gökalp 1339/1923: 12) (s. 41)
Onun ‘Lisan’ şiirinde geçen ‘Türkçeleşmiş Türkçedir’ mısrası Osmanlıca sözcüklerin kaybına razı olmayanlarca sıkça alıntılanmıştır. Oysa, aynı kitapta daha sonra Lisani Türkçülük’ün ilk ilkesinin şu olduğunu belirtmektedir: Millî lisanımızı vücude getirmek için, Osmanlıca lisanını hiç yokmuş gibi bir tarafa atarak, halk edebiyatına temel vazifesini gören Türk dilini ayniyle kabul edip İstanbul halkının ve bilhassa İstanbul hanımlarının konuştukları gibi yazmak’ (Gökalp 1339/1923: 121) (s. 41-42)
Osmanlıca lisanını (ki bu aslında Türkçedir) hiç yokmuş gibi bir tarafa attıktan sonra geriye ne kalacak, düşünmek lâzım. “Halk edebiyatına temel vazifesini gören Türk dili” ile Osmanlıca denilen lisânın örtüşme alanını da hesaplamak gerekir. Bunları kesin ve keskin çizgilerle birbirinden ayırmak mümkün değildir. (A.T.Ç.)