• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Ahmet Tâlib Çelen
Ahmet Tâlib Çelen
TÜM YAZILARI

“Trajik Başarı-Türk Dil Reformu” Üzerine Notlar (10)

17 Kasım 2025
A


Ahmet Tâlib Çelen İletişim:

“Trajik Başarı-Türk Dil Reformu” Üzerine Notlar (10)

Ahmet Talip Çelen

Geoffrey Lewis’in “Trajik Başarı-Türk Dil Reformu” eserinden notlara devâm ediyoruz. (Tercüme eden: Mehmet Fatih Uslu, Gelenek Yayınları, İstanbul, 2004)


 

4.1936’ya Kadar Atatürk ve Dil Reformu

*Her şeyin ötesinde, Atatürk halkın yüzünü Batı’ya çevirmek istiyordu. Arapça ve Farsça unsurların dile hâkim olması karşısında kızgındı ve yerel kaynakların akıllıca kullanılmasıyla yabancı sözcüklerin lüzumsuz hale geleceğine inanıyordu. (s. 59)


 


*Ağustos 1923 gibi erken bir tarihte, yazar Tunalı Hilmi tarafından Büyük Millet Meclisi’ne yeni bir kanun, Türkçe Kanunu için bir öneri sunuldu. Bu kanun Eğitim Bakanlığı bünyesinde bir Türk Dili Komisyonu kurulmasını öngörüyordu.


Teknik terimler Türkçeleştirilecek; okul kitapları, resmi belgeler ve yeni kanunlar Türkçe’nin kuralları doğrultusunda hazırlanacak ve hiçbir gazetenin ya da derginin bu kuralları çiğnemesine izin verilmeyecekti. Meclis’in ve meclis dışındakilerin fikri yönelimi henüz böyle bir kanuna hazır değildi ve öneri kabul edilmedi. (İmer 1967: 87) (s. 60)


 

*Moralleri yükseltmek, halkın kendisini büyük bir geçmişe ve büyük bir yazgıya sahip bir ulus olarak görmesini sağlamak acil ihtiyaç haline gelmişti. (…) Bu amaç doğrultusunda ülkenin okullarında öğretilen tarih, eski çağlarda yaşamış tüm ünlü halkların ya kendilerinin bizzat Türk olduğunu ya da Türkler tarafından uygarlaştırıldığını bir hakikat olarak görmek üzerine bina edildi.



Aynı halet-i ruhiyeyle Türk dilinin kenarda köşede kalmış bir dil olmadığı aksine dünyanın bütün büyük dilleriyle bağlantıları olduğunu göstermenin cazip olduğu düşünüldü.

Gördüğümüz gibi, Atatürk’ün ilk meselesi Arabî-Farisî alfabeden Latin alfabesine geçmekti. Daha 3 Şubat 1928’de cuma günleri camilerde yapılan vaazların Türkçe yapılması emredilmişti.


İki yıl sonra, tarih ve dilin imkânları hakkında bir kitaba (Arsal [1930]) yazdığı önsözde şu iki cümle de vardı: “Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil, şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” İkinci cümle dil reformunu ortaya koymaktadır. Eğer daha çok insan birinci cümleyi önemseseydi, reform tam anlamıyla başarıyla tamamlanabilirdi. (s. 61)


 

(“Türkçeyi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak” sözüyle ilgili olarak şunu akılda tutmalıdır: O zamanlar yazılıp konuşulan Türkçedeki yabancı unsurların en fazlası Arapça-Farsça’ya âittir. Yâni Atatürk’ün “yabancı dillerin boyunduruğu” sözüyle Arapça-Farsça unsurları kastettiği açıktır. Asıl amacın bir dil özleştirme hâdisesi olmadığı ayrı bir konuşma alanıdır. A.T.Ç.)


 


*Onun diğer konularda olduğu gibi dil mevzuundaki tartışmalarının da ortamı rakı sofrasıdır. Rakı ve mezeyle donatılmış bu sofralar, teorik olarak yemeğe giriş niteliği taşısa da çoğunlukla yemeği ikâme eder. (s. 62)

*Atatürk’ün bir kısmı Anıtkabir’de sergilenmekte olan kişisel kütüphanesi, dil üzerine birçok eseri içermektedir. (…) Bununla birlikte Atatürk’ün etimolojiden duyduğu haz, bilimsel olmaktan çok coşkulu ve duygusaldır. (s. 62)


 

Atatürk’e göre Arapça asker kelimesinin kökü: Asker [A] sözcüğünü Türkçe asık (fayda) ve er (kişi) sözcüklerinin bileşimi olarak görür ve asker kelimesinin manasını ‘devlete, millete yararlı kişi’ olarak açıklar. (s. 62-63)

Niagara-Ne yaygara efsanesi de gerçekmiş: (…) Ayrıca onun Niagara ve Amazon sözcükleri için şu Türkçe kökbilgilerini önerdiği söylenir: Ne yaygara ve ama uzun. (s. 63)


 

Yabancı kelimelere Türkçe köken bulma mevzûunda birkaç neşeli (gerçek) hikâye: 

Amiral Necdet Uran, 1937 yılında Akdeniz’de yapılan bir deniz gezisi sırasında şahit olduğu bir olayı anlatmaktadır. Atatürk, harita odasına gelmiş, bir süre haritayı incelemiş ve geminin yönünü gösteren rotayı işaret etmiş.


‘Nedir bu?’ diye sormuş ve cevabı beklemeden devam etmiş, “sen şimdi bana bunun İngilizce, İtalyanca ya da Fransızcasını söyleyeceksin, fakat benim sorduğum kelimenin kökü.” Amiral bir an duraksamış.Atatürk bir parça kâğıt almış ve kâğıdın üstüne yürütmek sözcüğünü yazmış.


Altına ise aynı sözcüğü hecelere ayrılmış biçimde, yü-rüt-mek olarak yazmış. “Kelimenin kökü ‘rüt’tür ve bu kök Türkçe”dir demiş. “İtalyanlar bunu alıp rota yaptılar. Almanlar bunun başka bir şeklini söylediler ve tabii Fransızlar da. Fakat kök işte budur.” (Özgü 1963: 31) (s. 63)


 

İşin kötü tarafı şudur ki, Atatürk’ün iyi bir tartışmadan daha çok hoşlandığı hiçbir şey olmamasına rağmen, yakın arkadaşlarından hiçbirinin ‘akşam yemeği sonrası için çok eğlenceli bir oyun Paşam, fakat çok da ciddiye almamalıyız, öyle değil mi?” diye soracak cesareti yoktur. Aksine onlar da aynı oyunu oynamaktadır.


Siyasi doğruluk çağının çok öncesinde TDK Başkanı Samih Rifat Batılı academy sözcüğünün kökünü Türkçe ak ve adam [A] sözcüklerinde bulmuştur. Fransızca demeure, domicile ve domestique sözcüklerinin de Türkçe dam sözcüğünden geldiğini düşünmektedir.


Ve bunu Türk Tarih Kurumu’nun 2-11 Temmuz 1932’de düzenlenen ilk kongresinde bir konferansta (‘Türkçe ve Diğer Diller Arasındaki İlişkiler’) söylemekten çekinmemiştir. Böylece, bu hava sonraki sayısız konferans ve makalede korunmuştur. (s. 63)


 

Bu noktada genel bir gözlem yapmaya mecburuz. Bu kitabı okuyanda yeni Türkçeyi şekillendirenlerden bazılarının bilimsel bir bakış açısına sahip olmadığı fikrinin oluşması gayet doğaldır.


Fakat anlaşılmaz bir saflık ve kendini aldatmanın, hâlâ bazı Türkleri gözü kapalı bir şekilde bu iddiaları sahiplenmeye götürdüğünü; onların tüm yeni sözcüklerin tamamen yerli olduğunda ve bu sözcüklerin apaçık ilham kaynağı olan yabancı sözcüklerin onlara hiçbir etki yapmadığında ısrar etmesine imkân verdiğini söyleyince okuyucu herhalde çok şaşıracaktır. (s. 64)

NOT: Ara başlıklar bir kısım vurgular bize âittir. 

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

Müşteki

Şaşırıyorum şu m.kemale,1000 sene islama hizmet etmiş bu milleti nasıl da özünden ve kimliğinden uzaklaştırmış!Bunu bir şekilde başardı ve bu topraklarda egemenliğini 100 yıldır sürdürüyor,öldü ama ölüsü bile halen daha birileri için geçim kaynağı!Yaptığı devrimler,söylediği sözler yaşadığı yıllarda tartışıldı,sadece yaşadığı yıllarda değil bugün dahi çelişkili hayatı tartışılıyor!Yazdım ya 1000 sene boyunca islama hizmet etmiş bu millet,hep ağır imtihanlardan geçti ama bu sefer ki en ağır imtihandı!Bu ağır imtihanın adı m.kemal,hani bize kahraman diye anlatılan ve tanıtılan m.kemal!..
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23