• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Ahmet Tâlib Çelen
Ahmet Tâlib Çelen
TÜM YAZILARI

Nüfus planlaması ve bazı sosyal yansımaları (2)

19 Mayıs 2025
A


Ahmet Tâlib Çelen İletişim:

Nüfus planlaması ve bazı sosyal yansımaları (2)

AHMET TALİB ÇELEN

“Râsim Özdenören merhûmun mesele hakkındaki tespitlerinin günümüze taşınmasını bundan sonraki yol haritasının belirlenmesi bakımından ehemmiyetli buluyorum” demiştim. Devâm ediyoruz:

Nüfus planlamasını terviç edenler arasında, keza aynı planlamanın mantıkî bir sonucu olarak kürtajı, evlilik dışı ilişkileri (yani zina ve fuhşu), hatta homoseksüelliği açıkça “mubah” sayanların mevcut olduğu bilinirse, belli bir ahlâk anlayışının iktisadî sahaya nasıl müessir olduğu daha iyi anlaşılır sanırım. Önemli olan, bu ahlâk anlayışını, herkesin kabul edebileceği «objektif» bir dille, meselâ matematiğin diliyle ifade edebilmektir. Çocuk düşürme, evlilik dışı ilişkiler vs. gibi “tedbirlere” önleyici, koruyucu tedbirler adını veriyorlar. Önleyici tedbirler alınmazsa, bu tedbirler, savaş, açlık-kıtlık, hastalık halinde zecri olarak kendiliğinden gelir, diyorlar. Bir başka düzlemde de savaşın, açlığın, kıtlığın getireceği felâketleri, gene aynı ahlâki alan içinde kalarak anlatmaya çalışıyorlar.

Olay, aslında nüfus planlamasına taraftar olanların ileri sürdükleri gibi mutlaka böyle bir “planlama”ya başvurmayı gerektirmiyor. Çünkü halihazırda problem diye gösterilen husus nüfus çokluğundan değil, fakat mevcut gelirin dengesiz ve adaletsiz dağılımından kaynaklanmaktadır. Örneği, özellikle Amerika’dan vermek istiyoruz. Michael Harrington, “Öteki Amerika” adını verdiği kitabında konuya ilgi çekici bir yaklaşımla eğiliyor. Yazara göre, bildik bir Amerika var: Söylevlerde kutlanır, televizyonda, dergilerde ilânları görülür; dünyanın şimdiye değin bildiği en yüksek kitle yaşama düzeyine erişmiştir. Ama bir de, bu aynı Amerika’nın içinde yer almış, fakat bilinmeyen, görünmeyen, içinde 50 milyon yoksul ve sefil insanın yaşadığı bir başka Amerika, öteki Amerika vardır. Öteki Amerika’nın göze batmayışının, hatta hiç görülmeyişinin belirli sebepleri vardır: Çünkü alelâde bir gezgin, çokça ana yolu bırakmaz, pahalı yerlerden geçer. Otuzlardaki Wales film setlerine benzeyen kasabaların bulunduğu Pennsylvania vadilerine girmez. Sıra sıra kumpanya evlerini, tekerlek iziyle açılmış yolları (yoksul nerede yaşarsa yaşasın, ister kasabada ya da kentte, yolu hep kötüdür), kara ve kirli hiçbir şeyi görmez. Bir rastlantıyla böyle bir yerden geçse bile, gezgin, bardaki işsiz adamlarla, uzak bir yerdeki işyerinden evine dönen kadınlarla karşılaşmaz. Güzellik ve efsane, yoksulluğun sürekli maskeleridir. Gezgin, Appalachian Dağları’na sevilesi mevsimlerde gelir. Veya belki de, yukarıdan aşağıya dağ evlerine bakar, kendi gözleriyle görmekten çok Rousseau’yu anımsayarak, “bu insanların” böyle oldukları gibi yaşamalarından dolayı, talihli orta sınıfın sıkıntı ve gerginliğinden uzak, mutlu yaşadıklarına karar verir. Tek sorun şudur ki, “bu insanlar”, bu tepelerin garip sakinleri eğitimsizdir, imtiyazsızdır, biraz sağlıksızdırlar; kırlardan, uygun düşmedikleri kent yaşantısına itilmek zorunda bırakılmışlardır. Bunlar, yoksulun görünmezliğinin olağan ve açık nedenleridir.

Yazar, bu konudaki görüşlerini sürdürerek Amerika’nın görünmeyen bu 50 milyonluk yoksullar kitlesinin teknolojinin ve otomasyonun sonucu ortaya çıktığını ve “ilerleme” devam ettikçe, yoksulların da artacağı hususunu vurguluyor. Ona göre Amerika’nın bu “çağdaş yoksulluğu” yeni bir olgudur. Çağdaş yoksullar, ilerlemeye bağışıklık kazanmışlardır. Öteki Amerikalılar, toplumda herkes için daha yüksek bir yaşam düzeyi sağlayan buluşların ve makinelerin kurbanı oluyorlar. Bunlar, ekonomi içinde altüst olmuşlardır. Bunlar için daha yüksek verimlilik, daha kötü iş anlamına geliyor, tarımsal kalkınmaysa açlık oluyor. Her ne kadar iyimserler, verimlilikteki artışın herkes için daha yüksek bir yaşama düzeyi doğurduğunu söylüyorlarsa da, bu, Amerikan toplumunun sadece orta ve yüksek sınıfı için doğrudur. Oysa ilerleme yoksulluktur. Çünkü toplum gitgide daha bir teknikleşirken, daha nitelikli işçiler, makine çalıştırmasını öğrenenler, eğitimlerini geliştirenler yükselecektir. Bunu, daha ta başından yitirmiş olanlar, kendilerini yerli bir mazarratın ortasında bulacaklardır. İyi işler daha çok akademik hazırlık, daha işin başında çok daha yüksek bir nitelik gerektiriyor. Lise eğitiminden yoksun kalanlar iktisadi yeraltını lanetlemeye yönelmişlerdir, az ödeyen hizmet endüstrilerini, geri kalmış fabrikaları, çöpçülük ve odacılık işlerini lanetlemektedirler.

Söz konusu bu yoksulluk, “refah devleti” öncesi eski tarz yoksulluktan farklıdır, görünmez ve yenidir ve bu iki özelliği, onu daha bir yapışkan ve inatçı yapıyor. Daha soyutlanmıştır, politik bakımdan görülmedik biçimde güçsüzdür. Otomasyonun meydan okumasına karşı çıkılmazsa, yoksulluğun artması beklenmelidir.

(…)

(Rasim Özdenören, Yaşadığımız Günler, İz Yayıncılık, 2011, İstanbul; “Nüfus planlaması ve bazı sosyal yansımaları”, s. 135-138)

NOT: Vurgular bize âittir.

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

....

ne martafallar yaziyon ....karpuz dilimle satılıyor ....kuma kafa gömme işini ALLAHA yutturamazsınız ...işiniz ALLAH LA değil se mal çok piyasada....

Nahit sazoglu

Hayat çok pahalı paramızın hiç değeri kalmamış emeklilerin durumları perişan TÜSİAD ürettiği malları çok ucuza satmali
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23