MÜFREDÂT VAR MÜFREDÂTTAN İÇERİ
MÜFREDÂT VAR MÜFREDÂTTAN İÇERİ
AHMET TALİB ÇELEN
Yunus Emre’nin meşhur şiirinden iki beyit:
Beni bende demen bende değilim
Bir ben vardır bende benden içeri
…
Süleyman kuş dilin bilir dediler
Süleyman var, Süleyman’dan içeri
Yazımızın ilham kaynağı bu şiirdir.
***
Yeni eğitim-öğretim yılı başladı. Âilelere ve çocuklarımıza hayırlı olsun.
Yazılarımızın müdâvimleri eğitim, öğretmen seçimi ve müfredât üzerine bir hayli yazı yazdığımızı hatırlarlar. Bu yazılarımızda işin teknik tarafından ziyâde muhtevâ üzerinde durduğumuzu ve temel kaygımızın millîleşme olduğunu da elbette.
Millî eğitim bakanımız Yusuf Tekin Hoca’mızın, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” başlığı altında iyi niyetli çabalarını görüyor ve destekliyoruz. Bilhassa müfredâttaki yenilikler -biz yetmez ama evet desek de- muhâlifleri çıldırttı.
Yeni müfredâtın içindeki “Türk milli eğitiminin genel amacı, Türk milletinin bütün fertlerini; Atatürk inkılap ve ilkelerine ve Anayasa’da ifadesini bulan Atatürk Milliyetçiliğine bağlı; Türk milletinin millî, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan; insan haklarına ve Anayasa’nın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış hâline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek” cümlesine rağmen “Bu müfredât Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü kaldırıyor, yerine İslâm’ı ve Osmanlı’yı getiriyor.” diyebildiler. Onlara sorarsan müfredâtta Atatürk’ten başka bir şey olmamalı zâten.
Biz baştan îtibâren müfredâtın millîleşmesini elbette mühim bulduğumuzu ama asıl meselenin öğretmen kadrosunun millîleşmesi olduğunu ısrarla belirttik. İsmi “millî” olan eğitim sistemimizin millîleşmesinin önündeki en büyük engelin gayr-i millî öğretmen kadrosu olduğunu iddia ediyoruz. Bu yüzden öğretmen seçiminde “İstiklâl Marşı Kriterleri”nin tatbîk edilmesini teklif ediyoruz. Bu kriterler öğretmen seçiminde baraj olmalı ve bu barajı geçenler arasında yapılacak bir imtihanla atanacak öğretmenlerin belirlenmesini şart görüyoruz. Bu, Müslüman Türk milletinin bekâ meselesidir ve zaman gittikçe daralmaktadır. Bir an evvel bu mevzûda radikal adımlar atılmalıdır. İnşâallah “Eğitim Akademisi” milletimizin beklentisine uygun işletilir ve bu yaramıza bir neşter olur.
Bu meseleye aşırı ehemmiyet verdiğimiz düşünülebilir. Hayır, bizim verdiğimiz ehemmiyet bile azdır. Çünkü milletin geleceği demek olan eğitimin en mühim ve merkez aktörü öğretmendir. Hangi müfredâtı getirirseniz getirin o müfredât öğretmenin inanç ve zihniyetinin rengine boyanarak talebeye ulaşacaktır. Bunun çâresi yoktur. Bu öğretmen kadrosu varken Kur’ân’ı müfredât yapsanız yeni nesillerin ekseriyet îtibâriyle yine kemalist, solcu, laik, seküler, âhiret inancı olmayan-dünyâperest, ateist, din-vatan-millet-ümmet âidiyet duygusu sıfırlanmış olarak çıktığını hayretle görürsünüz. Çünkü her öğretmen bakanlığın yazdığı müfredât içinde kendine göre bir müfredât da oluşturur. Yâni “müfredât içinde müfredât”. Bunu tâkip etmenin ve önlemenin çâresi de yoktur pek. Daha önceki yazılarımda verdiğim bir örneği yeniden paylaşmak isterim: Merhum Prof. Dr. Durmuş Ali Taşçı Hoca’mızın bizzat yaşadığı bir hâdise:
Geçenlerde bir eve misafir olarak gitmiştim. Evin kızı lise ikinci sınıf öğrencisiydi. Konuşma esnasında, öğretmenlikteki eski günlerimi hatırlamak babında, kızımızdan edebiyat kitabını istedim. Kitabı şöyle bir karıştırınca, bir şey çok dikkatimi çekti. O da şu:
Kitabın birinci konusu Mevlâna, ikinci konusu Yunus Emre, üçüncü konusu Süleyman Çelebi ve dördüncü konusu da Sabahattin Ali olarak düzenlenmiş. Konuların dizilişi gayet güzel de dikkatimi çeken şey başka. Mevlâna, Yunus Emre ve Süleyman Çelebi konuları “tertemiz” dururken, Sabahattin Ali konusu notlarla dolu, sayfada neredeyse boş yer kalmamış.
Kızımıza sordum: “Kızım, siz sınıfta bu üç konuyu işlemediniz mi? Hiç çizik yok, kalem oynatılmamış!” Kızımız bana ne dese beğenirsiniz? “Hayır, öğretmenimiz o konuları atladı!” “Peki” dedim, “Size okumak için verdiği romanlar var mıdır?” Kızımız üç adet roman getirdi; üçü de demode olmuş, kaşarlanmış, adı sanı anılmaz üç yazarın!
Düşündüm!.. Siz iyi müfredat, medeniyet çizginize uygun müfredat hazırlasanız da, o müfredatı okutmayıp, ruhları iğdiş eden, ideolojisi dibe vurmuş “yapıtlar” okutan öğretmenlerinizi denetleyemiyorsanız, daha çok yapılacak işiniz var demektir. (Durmuş Ali Taşçı, Haber7.com, 03. 05. 2018, Ah bu yazarlar, bu okumalar!..)
Durmuş Ali Hoca’ma katılmadığım bir husus var. Hayır hocam, mesele asıl olarak denetleme meselesi değil. Mesele kötü bir müfradâttan bile hayırlar çıkarabilecek öğretmenleri yetiştirmek ve seçmektir.
Eskiden çok kötü bir müfredât, gayr-i millî bir öğretmen kadrosu elinde şevkle yeni nesillere aktarılıyordu. Şimdi müfredâtta kısmî düzelmeler olsa da öğretmen kadrosu aynı. Müfredâttaki bu iyi niyetli çabanın da bu öğretmen kadrosu elinde boşa çıkarılacağını şaşkınlıkla göreceğiz. Çünkü Yunus Emre’nin şiirine benzer şekilde “Müfredât var müfredâttan içeri” oluyor.
Öğretmenleri İstiklâl Marşı Kriterleri’ne göre seçerseniz “müfredât içindeki müfredât” milletimizin değerlerine muvâfık olur. Aksi takdirde “müfredât içindeki müfredât” millî ve mânevî değerlerimizi yok etme istikâmetinde yürüyüşüne devâm edecektir.
Bizden söylemesi…