Memûr, namaz ve eğitim
…
İlk tahsilimi Alanya’nın merkez ilkokulunda yaptım. O devirde Osmanlı tahsili yürürlükteydi. İlk hazırlık sınıfına şube derlerdi, o şubede alfabe öğretilirdi ve dînî bilgiler; abdest alma, namaz kılma gibi hususlar öğretilirdi. Devre-i Ula, Devre-i Ula 2, Devre-i Mutavassa 1, Devre-i mutavassa 2, Âliye 1, Âliye 2 diye ilkokul 6 sınıftı o zaman.
Birinci sınıfında yani Ula 1’de Kur’an-ı Kerim öğretilirdi, namaz da kıldırılırdı. Haftanın iki günü (başka ders karıştırılmadan) tatbikatlarıyla birlikte bu iki dersle geçerdi. Mektepte hizmet edene de devvap derdik, o zamanki adı öyleydi. Devvâbımız da çok inançlı bir adamdı, çeşmeye bazen bizi abdest almaya devvap götürürdü, bazen de muallim kendisi götürürdü. Hepimize güzelce abdest aldırırdı. Okulumuzun önünde bir çeşme ve mescidi vardı. Mescitte namazı muallim kıldırırdı, o zaman muallim derdik, içimizden birisi müezzinlik yapardı, öğle ve ikindi namazlarını bu şekilde kılardık.
O devir, yani 1921-22-23 seneleri, bu 3 sene okul dersleri böyle devam etti. Yani namazlarımızı hocalarımız kıldırır, ezan okunurdu. Bizim mescidin altı bodrumdu. O zaman çocuklar uzaktan gelir, yanlarında azık getirirlerdi. Okulun bodrumunda öğlen namazından evvel yemeği yerdik, üstünde de yani mescidinde de namazı kıldırırlardı. Kaide öyleydi. Bu 3 sene böyle devam etti, sonra isimler değişti; birinci sınıf, ikinci sınıf, üçüncü sınıf oldu. Bu değişiklikten evvel “Biz Osmanlıyız, pek şanlıyız” diye marş okuturlardı. Sonradan bu marş “Türk’üz ederiz daima iftihar”a çevrildi. 1923’te hocalar namazı kıldırmaya devam etti. Fakat 1924’te kendileri kıldırmaz oldular. Biz kendi kendimize mescitte kılıyorduk. 1925’te hocalar kendileri de camiye gitmez oldular. 1926’da ben zaten okulu bitirip ayrıldım. Daha o zaman yeni yazı çıkmamıştı. 1926’da mektepten çıktık. Allah’a şükür ondan sonra ben namazımdan hiçbir zaman ayrılmadan devamlı kıldım. Elhamdülillah.
Yukarıya aldığım hâtıralar vaktiyle Kur’an kursu hocalığı yapmış Alanya eşrâfından merhûm bir amcaya âittir. Hâtıralar basitçe anlatılmış ama Osmanlı’dan Cumhûriyet’e geçerken eğitim hayâtında ve dolayısıyla topyekûn millet hayâtında yaşanan büyük değişmenin net bir fotoğrafını vermektedir.
Osmanlı’nın eğitimden hiç anlamadığını sananlar vardır. Şu sınıfların isimlendirilişine bakın: Şube, Devre-i Ula, Devre-i Ula 2, Devre-i Mutavassa 1, Devre-i mutavassa 2, Âliye 1, Âliye 2… Bu mektepte okuyan bir çocuk bu isimlere bakarak bir üst sınıfa geçmek için nasıl bir istek duyar, düşününüz. Cumhûriyet devrine geçince diğer mânâlar çöpe atılıp birinci, ikinci… gibi ruhsuz rakamlara bağlanıyor sınıflar.
Eğitim hayâtı dînî bilgilerle başlıyor. En başta namaz ve abdest öğretiliyor. Bu çocuğun kalbine namazın nasıl kök salacağını düşünün artık. Üstelik namazı mektebin hocaları kıldırıyor. Nerede? Mektebin bütün talebeleri alabilecek bir mescidi de var. Yani mektep ve mescid yeni yetişen neslin kafasında birleşiyor. Orada hocaların hepsi namaz kılıyor, imam da muallimlerden biri. Çocuklar muallimlerinden çok etkilenirler. Mualliminin namaz kıldığını ve kıldırdığını gören çocuklar artık namazı ayıp ve gerilik olarak görmez, hattâ namaz kılmakla iftihâr ederler.
Devre-Ula’da (1. Sınıfta) haftanın iki günü araya başka dersler karıştırılmadan sırf Kur’ân-ı Kerîm dersleri ve tatbîkâtları ile geçiyor. Osmanlı mektepleri denilince hocalarını hep sakallı, sarıklı, cüppeli, dişleri seyrek, kocaman ağzından tükürükler saçan, çatık kaşlı, eli uzun sopalı korkunç bir gulyabânî olarak hayâl ettirdiler millete. Oysa bâzen muallim bâzen “devvap” denilen vazîfeli, çocukları çeşmeye götürüyor ve güzellikle abdest almayı öğretiyor.
Hayat böyle devâm ederken birdenbire “Osmanlıyız, pek şanlıyız” marşı kalkıyor, yerine “Türk’üz ederiz dâimâ iftihâr” geliyor. Anlıyoruz değil mi, imparatorluk yıkıldı, ulus devlete geçtik… 1924’te nasıl bir emir geldiyse muallimler namaz kıldırmaz oluyor. Ama çocukların kılmasına karışmıyorlar. 1925’te hocalar mescidde görünmez oluyorlar. Camiye de gitmiyorlar artık. Demek ki dînî hayattaki yasakların, milleti dinden uzaklaştırma projesinin rüzgârı esmeye başlamış. Ondan sonrasını hepimiz biliyoruz. Korkunç bir cadı avı ile İslâm âlimlerinin etkisizleştirilmesi ve milletin İslâm’la bağlarının kesilmesi…
Ahmet Selim merhûmun bir yazısında okuduğumu hatırlıyorum: “Tanzîmâtla gelen en büyük değişimlerden biri namaz kılmayan devlet memûrudur.” Bu, millet hayâtını zannedildiğinden daha fazla sarsmıştır. Namaz dînin direğidir ve namazın terki dînin terkine yol açar. Halk, devlete bakarak hayâtına yön verir. Devlet memûru devleti temsîl eder. Dolayısıyla devlet memûrunun namazı terk etmesi halka katlanarak akseder.
“İnsan düştüğü yerden kalkar” derler. Eğer bugün şikâyet ettiğimiz dinsizlik, ateizm, deizm, dünyaperetslik ve ahlâksızlık hastalığından kurtulmak istiyorsak başa dönmek zorundayız. Mekteplerimiz ders, müfredât, kitap ve muallim olarak Müslümanlaşmalıdır. Binâların bile bir şahsiyeti ve kimliği olmalıdır. Karşıdan bakıldığında “Burası bir Müslüman mektebi” dedirtecek husûsiyetleri olmalıdır. Bütün muallimleri ve talebeleri alabilecek bir mescidi mutlaka olmalıdır ve vakit namazları bir muallimin imamlığında hep birlikte kılınmalıdır. Bunu yapamam diyenler zâten muallimliğe tâlip olmamalıdır. Kurtuluşumuz buradan başlayacaktır.
Ayrıca bütün devlet memûrlarının da namaz kılması için yollar açılmalı, tedbîrler alınmalıdır.
KELİMELER: mutavassa : Genişletilmiş. devvâb: Amcamız devâb demek istemiş olsa gerek. Devâb, yük ve binek hayvanları demek. Mektebin bütün zahmetini-yükünü çektikleri için vazifeliye bu isim verilmiş olmalıdır. Eskiden hademe, bugün hizmetli denilen vazifeli olabilir.