• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Ahmet Tâlib Çelen
Ahmet Tâlib Çelen
TÜM YAZILARI

Lastiğin çekim gücü

15 Aralık 2025
A


Ahmet Tâlib Çelen İletişim:

Lastiğin çekim gücü
AHMET TALİB ÇELEN

Biz taşra çocuklarıyız. Çoğumuz memleketin ücrâ bir köşesinde derme çatma bir kulübede dünyâya açarız gözlerimizi. Çilekeş bir annenin ve dertli bir babanın sevgisi ve şefkati en mühim gıdâmızdır. Maddî gıdâlarımızın yetersizliğini bu sevgi ve şefkat doldurmuştur da gürbüzlüğümüzün sebebi budur. Beden ve ruh sağlığımızın sebebi anne-babamızın nasırlı ellerinden soframıza akan helâl lokma olsa gerektir. Memleketin o gariban beldesinin tozlu yollarında koşmak, ağaçlarına tırmanmak, hayvanları kovalamak sporumuzdur. Çamurdan, ağaçtan yaptığımız evler, tabancalar, kılıçlar ilk projelerimizdir. Oyuncak dediğin marketten alınmaz, kendi ellerinle yapılır. 


Biz sulak bir arazide, her türlü gıdâsı verilen bir fidan gibi değil, kıraç bir arazide, yaşamak için elzem olan gıdayı toprağın bağrında araya-yoklaya bulan ve emen fidanlar gibi yetişiriz. Bu yüzden zor şartlar karşısında eğilip bükülüvermeyiz, direniriz. Çilekeş yaşamayı topraktan ve anne babamızdan tevârüs etmişizdir. Bir yönümüzle boynumuz bükük, sesimiz kısık; başka bir yönümüzle de başımız dik, gözümüz karadır. Tuttuğumuzu tam tutar, attığımızı tam atarız. Sevdiğimiz için canımız çok pahalı değildir. Ama bizi biz yapan değerlerimize paha biçtirmeyiz. Biz Allah deyince ürpermeyi, Peygamber deyince salavat ile elimizi göğsümüze koymayı ve okuduktan sonra Kur’an’ı öpüp başa koymayı öğrendik. Bunları sevdik, canımızın değerini bunlara bağladık. Bize böyle öğretenlere rahmet olsun. 


Bizim nesil taşra çocuklarının kaderidir gurbet. Taşra ocağımızdır ama hayat uzakta görünmektedir gözümüze. Kimimizi ekmek, kimimizi ideallerimiz gurbete çağırır. Gurbet büyüktür, gurbet renklidir, gurbet imkândır, fırsattır. Gurbetin çağrısına direnebilen pek yoktur aramızda. Kimimiz okumak için, kimimiz daha iyi işler bulmak için baba ocağını terk ederiz. Bu terk ediş bazen çok uzaklarda tecellî edebilir. Başta Almanya olmak üzere birçok Avrupa ülkesi taşra çocuklarının ikinci vatanı olmuştur. Ama niyetler kesindir, şöyle belini doğrultacak kadar para kazandıktan sonra mutlakâ memlekete dönecek ve kalan hayâtını baba ocağında yaşayacaktır. Ama bir hevesle yaptırılan o, köy evlerinden bir hayli farklı evler bir türlü şenlenmemiştir. Önceleri bayramlarda olsun insan yüzü gören bu evler sonra sonra ondan da mahrum kalmıştır. Evlerin ağzı açık kalmış ve etrâfına bir hevesle dikilen ağaçlar çalıya dönmüştür. İkinci-üçüncü neslin geleceği de yoktur artık. 


Yurt içinde gurbete çıkanlar bu kadar keskin bir uzaklaşma ve yok oluş manzarası göstermemiştir. Birçokları baba ocağına dönmüş, bağ-bahçe işlerine el atmış; doğduğu köye dönemediyse de memleketin bir köşesinde “dili dilimize, yönü yönümüze uygun” insanlar arasında yaşamaktadır. Bu da bir kıymettir. 

Baba ocağından ayrılırken sanki oraya bağlı bir lastiğin bir ucunu tutuyoruz ve gücümüzün yettiğince çekerek uzaklara gidiyoruz. Lastiğin baba ocağındaki ucu da ister istemez bizi çekiyor. Hâtıralarımızla çekiyor, akrabalarımızla çekiyor, toprağın kokusuyla çekiyor… Mezarlığı ile çekiyor. Ne kadar uzağa giderse gitsin, insan en sonunda doğduğu topraklara gömülmek istiyor. Çocuklarına “Beni gurbet elde bırakmayın, köyüme gömün.” diye vasiyet etmeyen hemen hemen yoktur. Sanki köyün mezarlığına gömülünce bütün o eski insanlarla birlikte olacağız, eski günleri yine birlikte yaşayacağız, göğümüzün ayını, güneşini, yıldızlarını, bulutlarını seyredeceğiz, yağmurlarında berâber ıslanacağız. Böyle bir ümitle en sonunda hayâtına dönemediğimiz köyümüzün mezarlığına dönmek istiyoruz. Bir de artık daha ötesi, yani gurbet yok. Son nokta… 


Bir gün eski gücümüzü kaybediyoruz ve lastiği istediğimiz yere çekememeye başlıyoruz. Lastiğin geri çekim gücü baskın gelmeye başlıyor ve biz yavaş yavaş baba ocağına doğru çekiliyoruz. Bu, önce hâtıralarımızı daha çok hatırlamayla, ölen/yaşayan dostlarımızı özlemeyle, memleketin burnumuzda tütmesiyle başlıyor. Sonra bu yönelişi başka unsurlarla da besliyoruz. Artık çocuklar büyümüş, evlenmiş, işlerini bulmuş, hayatlarına bir düzen vermişler. Gurbetin kahrını niye daha fazla çekeyim? Gideyim, kalan dostlarımla muhabbet edeyim, babamın annemin mezarını daha çok ziyaret edeyim, bir hizmet düşerse memleketime bir faydam dokunsun… Aradığımızı, özlediğimizi tam olarak bulabilir miyiz? Mümkün değil. Bir nehirde iki kere yıkanılmaz demişler. Ama koştuğumuz yollara, tırmandığımız ağaçlara, kendi yaptığımız arabaları sürdüğümüz topraklara yakın olmak yine de güzeldir. 



Asıl felâket sıla ile bizim aramızdaki lastiğin kopmasıdır. Bizi doğup büyüdüğümüz mekâna çeken bir kuvvetin kalmaması ne acıdır. Kökünü kaybetmek budur işte. Ve bu lastiği uzaklaşanlar koparır. Baba ocağı o lastiği bırakmaz aslında, bırakan bizizdir. 

Bir gün geri dönemezsek bile lastiğin ucunu bırakmayalım. Varsın o bizi çocukluğumuza doğru çekmeye devâm etsin. O çekiş bizi biz yapan şeydir. Acılarımız, çilelerimiz, basit mutluluklarımız, şahsiyetimizdir. 


Şarkıda denildiği gibi:

Ömrümüzün son demi, son bahârıdır artık... 


Mâziye bir bakıver, neler neler bıraktık...

Ve,

Sevdâ denilen şey yaşayan hâtıralardır…

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23