• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Ahmet Tâlib Çelen
Ahmet Tâlib Çelen
TÜM YAZILARI

Emine Işınsu’nun tasavvufa yönelişi

14 Haziran 2021
A


Ahmet Tâlib Çelen İletişim:

Emine Işınsu’nun Sancı ve Azap Toprakları romanlarından bahsetmiştim. Merhûme, yaşadığı zamanların siyâsî ve sosyal hareketlerine eğildiği ve sancılı Türk coğrafyalarına dikkat çektiği romanlarından sonra zâten rûhunun derinliklerinde hiç kaybolmayan tasavvufa daha net ve kuvvetli olarak yöneldi ve bu istikâmette romanlar yazdı. 

Kendisiyle yapılan röportajlardan birisinde “Çocukluğumdan beri, annemden dolayı olsa gerek, tasavvufa meraklıyımdır. Bu merak beni, Yunus Emre’yi yazmaya yönlendirdi ve Yunus’dan sonra tasavvufa karşı daha bir sevdalı oldum. Böylece birkaç erenimizi daha yazmayı istiyorum, kısmet olursa tabiî.” (Dr. Hayati Bice, “Emine Işınsu’nun Tasavvufî Romanları”, ulkucubellek.com, 22. 03. 2012. Yazı Töre Dergisi’nin Şubat 2012 sayısında yayınlanmış)

Emine Işınsu; Yunus Emre’yi anlattığı “Bir Ben Vardır Bende Benden İçeri” ve Niyâzî Mısrî’yi ele aldığı “Bukağı” iki roman ile başladığı ‘tasavvufî romanlar serisi’ni, Ankara’nın manevi sahibi Hacı Bayram Veli’yi anlattığı ‘Bayram’ ile sürdürüp 2008 yılında yayınlanan Hacı Bektaş Velî’den söz eden “Hacı Bektaş” adlı son eseri ile noktalamış görünüyor. (Dr. Hayati Bice, aynı makale)

Yazar târîhî ve tasavvufî açıdan bir yanlışa düşmemek için âzamî dikkat gösterir. Bir romancı olarak yazacaklarını ilmî olarak Dr. Mustafa Tatçı’nın bilirkişiliği, Yılmaz Öztuna’dan aldığı lojistik destek, Hacı Bektaş Veli’nin Makalat’ı, Abdülbaki Gölpınarlı’nın Velayetnâme ve Yaşar Nuri Öztürk’ün Tarih Boyunca Bektaşilik gibi eserlerin rehberliğinde teşekkül ettirir. (H.B., aynı makale)

Işınsu, bu eserleri yazmaktaki gayesinin; kültürel değerlerimizden yoksun olarak yetişen bugünün gençlerinin tasavvufî bilgileri anlayıp yorumlamalarını sağlayabilmek olduğunu dile getirir. (H.B., aynı makale)

Hayati Bice, adı geçen son romanları vesîlesiyle merhûmeye “Günümüzün Menkıbecisi” der. 

Hayati Bice’nin bu makâlesinin tamâmının okunmasını tavsiye ederim:

https://ulkucubellek.com/emine-isinsunun-tasavvufi-romanlari-hayati-bice/

Ben merhûmenin ömrünün son yıllarındaki tasavvufa yönelişine misâl olarak “Dost Diye Diye” adlı deneme eserinden birkaç iktibâs yapmak istiyorum. Böylece ona o romanları yazdıran rûhu daha net ve vâsıtasız kavrayabileceğiz. Bir de o kadar sâde bir Türkçe ile nelerin ifâde edilebileceğini… 

-Bir adı da “Vedud” olan; sevginin Kaynağı, Seven, Sevdiren’in, her bir ismini anarak başlarım. 

Nicedir Dost’la beraberim. 

Bu yüzden huzurluyum ve her hâlde mutluyum. Hayat beni korkutmuyor artık. Onun zalim olduğunu düşünmüyorum; o, şu yorgun ellerimle kavradığım, gördüğüm yedi renk ve görmediğim yedi renkle pırıltılı; işittiğim yedi ses ve işitmediğim yedi sesle nâmeli bir tecrübe artık… (Dost Diye Diye, Elips Yayınları, 2004, “Bizi Sevgisinden Vareden”, s. 9)

-Ve “Alak” ilk inen Sure’ydi. “Yaratan Rabbi’nin adıyla oku” diye başlıyordu. Âlemleri okumaya çalıştım, “sevgi”den gayri hiçbir şey heceleyemedim. O zaman anladım, gözlerime can veren yalnız sevgiydi. (Aynı yazı, s.10)

-Yepyeni bir hayat geliyor ellerime, kanıma, canıma… Ağaçların öz suları yukarı doğru yürüyor: Bitirmem lâzım! Yol uzanıyor önümde nurdan. Bu yolun sonu uzun… uzun. Bu yol O’na uzanıyor, biliyorum. Ve yağmuru, yalnız rahmet. Yüzümü, bedenimi rahmete sunuyorum. Yağmur, benden içeri, ben’e işliyor… ince, nakış nakış. 

Dost’um tut ellerimden. İtaat edeceğim, vesvese verene ardımı dönüp, sabredeceğim. (Aynı yazı, s.10)

-(…)Aklım büyüyor, benden içeri ben’de derin izler bırakıyor. Ruhum böylece tozlardan silkinip, ışıldıyor. Hayat yaprak yaprak açılıyor önümde… Ölüm sahiden bir “asude bahar ülkesiymiş”, anlıyorum. (Aynı yazı, s.11)

-“Onu kıvamına getirip, içine Ruhum’dan üflediğimde, önünde secde ederek eğilin.”

Rahim; rahmet ve merhameti sınırsız olan Gafûr; sürekli bir biçimde Günahları affeden’in adını anarak başlarım. O, bize ruhundan üflediğini söyledi. 

Ben, sen, o… bu onuru paylaştık. Coşkuyla yürüdük… derken düştük; düşebilme hakkı vardı çünkü; hatalardan hatalara geçtik… şaşakaldık, üzüldük, yerindik… Ve kalktık, kalkabilme hakkı tanınmıştı çünkü; rahmeti sınırsızdı, kâinatları kuşatmıştı. (“Özde Biriz Çünkü”, s. 13)

-Hani özde birdik ya, unuttuk. 

Hani çeşitlenmiştik ya, çeşitli yollar tutturduk; düşe kalka, kalka düşe. 

Kendi yolumuzu yücelttik, gayrisini kötüledik. (aynı yazı, s.13)

(…)

Büyüdükçe, küçülebilmeliydik. Bilemedik. Unutttuk özde Bir’den gelip, bir olduğumuzu.

Kınadık, küçümsedik, en acısından tenkit ettik. (Aynı yazı, s.14)

-Ve sahiden öyle, insanoğlu almaktan usanmaz. Yine de seher vaktinin rahmetini bilmez, ala gökten alaca yere yağan hayrı görmez. Görmez, yukardan alıp aşağıya akan, ak güvercin etekli dervişlerin, ak bereketini… Oysa; “Gözünüzün önünde, farkına varmadan nice deliller verildi sizlere…” 

Gökte ve yerde, ateşte ve suda, ışıkta ve karanlıkta, ah biliyorum nice ayetler ışımakta. O, almadan verir, vermekten usanmaz. Sadece bu bir delil, bir ayet değil midir ululuğuna?

Ululuğuna erdikçe küçülüyorum. Gözüm yaşlı, gönlüm perişan… vermeyi öğrenmek istiyorum. Tıpkı O’nun gibi almadan… vermeyi. (“Vermek… almak”, s. 17)

İşte Emine Abla yolun sonunda böyle bir ummâna dalmıştı.

 

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

Cevdett

Allah rahmet etsin. Karı-koca, gelin-kaynana arsındaki kavgayı bile çözemeyen bir din anlayışımız var ve bunu biz ''islam'' sanıyoruz. Sevgi, barış, kucaklayıcı bir Mevlâna dili kullanarak ve bunları yaşayarak insanlığın umudu olabiliriz ancak...

Şunu anlıyoruz:

Bir de İslamsız tasavvuf var ki; hümanizmaya dayanıyor
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23