• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Ahmet Tâlib Çelen
Ahmet Tâlib Çelen
TÜM YAZILARI

Çanakkale’de bir vatan delisi

20 Mart 2023
A


Ahmet Tâlib Çelen İletişim:

 

Remzi Oğuz Arık, Kozan’ın vatan-millet delisi yörük çocuğu… 17 yaşında gönüllü olarak 1. Dünya Harbi’ne katılır. Savaş sonrası öğretmenlik, felsefe öğrenimi ve 1926’da Paris. Paris’te sanat tarihi ve arkeoloji tahsili görür. Yurda dönünce arkeoloji uzmanlığından müze müdürlüğüne kadar idarî görevler ve Anadolu’da arkeolojik kazılar yapar. Yazıları “Coğrafyadan Vatana” isimli bir kitapta toplanır. Çanakkale Zaferi’nin 108. sene-i devriyesinde bu kitaptan iktibaslar yaparak okuyucularımı derin ve coşkulu bir vatan sevgisi ve güzel bir Türkçeyle muhatap kılmak dilerim. 

Remzi Oğuz Arık, harbin 20. senesinde bir mayıs ayında Çanakkale’de Amerikalı arkeologlarla birlikte bir arkeolojik araştırma gezisi yapar. Antik çağlardan kalma çanak çömlek parçaları bulurlar. Bu arada büyük hengâmenin izleri ile de karşılaşırlar. Tabiî Remzi Oğuz Arık bu izler karşısında çok duygulanır. Hislerini çok güzel bir Türkçe ile ifâde eder. Ben bu kısımları seçeceğim: 

(…)

Toprak tümeltisine hiç şüphelenmeden varınca şu manzara fışkırdı: Birkaç yeri zedelenmiş çimento yuvanın ortasında, boğazın tam içine ağzını çevirmiş, boynu kesik bir kartal azametiyle ucunu yere dayamış bir top! Mekanizması alınmış ve kendisi yağmurun, tozun, hulasa yerin ve göğün hakareti altında, bir daha kapanamaz görünen yarasıyla yapyalnız bırakılmış bir Türk topu! Ötede bir tane daha! Fakat burada istihkâmın yanına müthiş bir gülle düşmüş, 20 metreye yakın kuturda bir çukur açılmış… ötede bir daha… Fakat bu sefer gülleler, kazamatları altüst edip devirmiş ve muazzam Türk topunun ucunu parçalamış. Çevrede, patlamamış veya atılamamış, sonradan içleri boşaltılmış birçok gülleler, dağınık duruyor. 

Çamlar, bademler serin rüzgârın kanatlarıyla titreşiyor, kokularıyla her yanı bayıltacak kadar dolduruyorlar. Boğaz; efsane, levha güzelliğiyle dalgın, kıvrılıyor. Gökte, yerde kış uykusundan tamamıyla silkinmiş bir mayıs zindeliği, gülen, parlayan bir hayat toprağa, toprağın damarlarına sinmekte. Burada gözlerini hayata kapayanlar “bu toprak için toprağa düşenler…” nerede? Onların eti, kemiği; üstlerine düşen şu kazamatların toprağına, otuna döneli işte yirmi yıl oldu! Bunlar, tıpkı şu yaralı toplar gibi, topları ve toprakları gibi parçalanarak, Anadolu’ya katışan kahraman gövdeleri gibi, bırakılmış olalı yirmi yıl geçti!.. 

Manyetize olmuş gibiyim. Gözüm, gövdem buradan ayrılamıyor. Amerikalı toy arkadaşım, bütün içimden geçenlere yabancı, resim çekmekle meşgul. Öyle ya “bitaraf mıntıka”dadır. “Bitaraf mıntıka!” Herkese ait sayıldığı için kimsenin olamayan toprak! Dilimde:

“Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker!”

mısraı sanki ağlıyor gibi. Ölümde, bir umumî maksat için, hepimizin olan hisler ve düşünceler için ölmekte, hatta Zola’nın inkâr edemediği bir kutsilik, bir büyüklük varsa; Çanakkale’de düşenler şüphesiz dünyanın en büyükleri idi. Onlara yapılacak âbidenin göklere değmesi gerekirdi: Bugün yerle beraber bırakılmışlardır! (s. 221-222)

(…)

Zavallı bir topumuzun paramparça cenazesi, tek olarak bu İntepe taraçasını dolduruyor! Yalnız taraça mı? Bütün buranın kimsesiz coğrafyasını! Şu bizim “Kesikbaş” efsanesi gibi, bu dilim dilim cesede dönen Türk topu da yedi kat yerden ve yedi kat gökten buranın coğrafyasına çelik ruhlar sağıyor zannediyorum. (s. 223)

(…)

Döndük. Paramparça bataryalarımızın arasından ağır bir hüzünle döndük. Bu ağır hüzün yalnız benim içimde idi. Istırabı uzaklaştırmayı vazife bilen bu yabancıların; bu bataryalarla birlikte gömülen, gövdeleri şurada burada bölük bölük uçtuktan sonra şimdi tabiata dönen Anadolu neferlerinin âkibetiyle ne alakası olabilir ki? Bir basit arkeoloji gezintisinden dönüyoruz, işte o kadar! Arkeoloji… arkeoloji!.. Hangi zaferin, Çanakkale boğazına gerilen bu kolların zaferi kadar Allah’a yakın olabilir? Şimdi bu paslı demir ve çelik yığını halinde duran şu topların madeni kadar bile yaşayıp kalamayan şehitler, mutlaka Allah’tan ayrılmış birer nefesti. 

Düşmanlarına bile -iç düşmanlarına değil! Çünkü iç düşmanları bu âlimlerin yalnız neticesine konan münkirlerdir, Ebucehillerdir…- hayranlık veren bu ümmî kahramanların soyundan ve milletinden olan insan! Herkesin yanında ve her zaman göğsünü gererek, en büyük insan gibi konuşabilirsin! Sen de onlara katılmak üzere idin; sen de o büyük harpte silah başına koşmuştun; demek buradaki şehitlerin ruhuyla arasında hiçbir an münasebet kesilmemişti!

(…)

Tarihi yapan dostların: Zabitlerimizin yanına yaklaştık. Topçu zabitimiz atın üstünde dolaşıyordu. O da, yanındaki asker de tarihin yonttuğu heykellere benziyordu. (…) (s. 224)

Atta bir tılsım vardır ki ona binmeyenler bu büyüye tutulamaz. Ev sahibi sıfatıyla ikinci kafileye kalan şu yüzbaşının dolu dizgin Menderes’i geçişine bakın: Köpükler birer eleğimsağma halesi gibi yağız atı kuşattı ve Türk zabiti, gökten iner gibi bir heybetle yanımıza bir solukta geldi!

Bitaraf mıntıka! Bitaraf mıntıka! Bir tek Türk zabiti bile, bütün dünyanın mürekkebi ile bastığı yalancı damgayı, atının tırnaklarından akan sularla siler gibidir! Halbuki Türk ordusu buraya yalnız Menderes’te sulanan atlarının tırnak sularını dökmedi; burada bütün bir vatanın şahdamarını boşalmış bulmaktayız. Bu mıntıkaya kim bitaraf demiş? O sadece bizim mıntıkamızdır. (s. 224-225)

(Remzi Oğuz Arık, Coğrafyadan Vatana, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1983, Ankara)

Şu tasfiye felâketine uğramamış Türkçenin kudretine ve güzelliğine bakınız. 

Bütün şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum.

 

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

İ Tuncer

Çok teşekkürler Hocam. Bu güzellikleri yeniden hatırlattığın için.

tarih ve tekerrür

kemal gılıçdaroğlu anğara iktisadi ticari ilimlere başlıyor. orada onu keşfeden vergi dairesi hocası ‘sen çok iyi bir öğrenciye benziyorsun, senin ismin mustafa olsun’ diyor. o da önce ssk ya, ardından da chp politbürusuna giriyor.
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23