Murat Alan, "Gençlik Pınarı, Simya Taşları" gibi efsanevi arayışların aksine, ölümün herkese eşit davrandığı gerçeğinden hareketle, insanın asıl ölümsüzlük arayışını sorguluyor. Yazar, Firavunlar gibi devasa yapılar dikerek isimlerini yaşatma çabasını eleştiriyor; çünkü önemli olanın nasıl hatırlanmak olduğunu vurguluyor. Alan, gerçek ölümsüzlüğün somut bir örneğini, Türk Pediatri Kurumu Başkanı Prof. Dr. Özgür Kasapçopur'un babası, Öğretmen Ali Yılmaz Kasapçopur'un vefatı üzerinden sunuyor. Ona göre ölümsüzlük, taştan anıtlarda değil, bir insanın yetiştirdiği güzel nesilde, bıraktığı ahlakta ve iyilikte gizlidir. İşte Akit Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Murat Alan’ın o yazısı...
MURAT ALAN
Yıllarca arayıp durmuşuz onu.
Bir ot, bir bitki, bir efsanevi çeşme… Gençlik pınarı, ab-ı hayat, simya taşları… Yok. Hiçbiri yok.
En kudretli kral da, en zalim diktatör de, en merhametli peygamber de sonunda aynı yere varıyor: bir avuç toprak.
“Her nefis ölümü tadacaktır” buyuruyor Kur’an; ölüm herkese eşit davranıyor, ayrım yapmıyor.
İnsan bu gerçeği kabul edemeyince yönünü değiştirmiş.
“Madem beden ölüyor,” demiş, “adımız yaşasın bari.”
Ve başlamış devasa yapılar dikmeye.
Piramitler, anıt mezarlar, obeliskler…
Binlerce köle ölmüş o taşların altında; sırf bir isim, birkaç bin yıl sonra bile telaffuz edilsin diye.
Ama sonra anlamışız: Hatırlanmak yetmiyor.
Nasıl hatırlanacağın önemli.
Koca piramidi inşa ettirmişsin; ama adın geçtiğinde insanların tüyleri ürperiyor, lanetle anılıyor.
Bu mu ölümsüzlük?
Taştan daha soğuk bir hatıra…
Oysa gerçek ölümsüzlük başka yerdeymiş meğer.
Geçen hafta Türk Pediatri Kurumu Başkanı, değerli bilim insanı Prof. Dr. Özgür Kasapçopur babasını kaybetti.
Öğretmen Ali Yılmaz Kasapçopur vefat etti.
Başsağlığı diledim önceki gün..
Söz, bir anda Semavi Eyce’ye geldi; o güzel insanlara, ilimle, ahlakla dolu ömürlere…
İkimiz de aynı şeyi söyledik..
Neredeyse aynı anda!..
Ölümsüzlük madden mümkün değil. Belki de gerekli bile değil.
“Önemli olan ne bıraktığın.”
Bir insan, bir baba, küçücük çocukların ellerinden tutup onlara şifa olan bir hekim yetiştirmişse…
Dört nesil birden taşıyorsa izini…
İşte ölümsüzlük bu.
Kur’an’da çok güzel bir ifade var: “İleride gelecekler arasında beni doğrulukla anılanlardan eyle.”
İnsanın asıl duası budur zaten:
Arkasında güzel bir nesil, güzel bir ahlak, güzel bir iz bırakmak ve o nesiller tarafında da böyle hatırlanmak.
Ali Amca gitmiş olabilir bedenen.
Ama Özgür Hoca her sabah bir çocuğun ateşini düşürürken,
her gece bir annenin gözyaşını silerken,
her dersinde, her gülüşünde, her makalesinde
babası yeniden doğuyor.
Bu, “sadaka-i cariye”nin en canlı örneği.
İyilik çoğaldıkça, yapan da yaşamaya devam ediyor.
Piramit yapmaya ne hacet?
Bir insan, bir tek insan yetiştirdin mi güzelce;
adın, sevgin, ahlakın onunla birlikte nesiller boyu yürüyor.
Amellerin, sen toprağa girsen bile yürümeye devam ediyor.
Ölümsüzlük taşta değil;
tenden tene geçen bir ışıkta.
Bir babanın evladına verdiği terbiyede,
bir hocanın talebesine aşıladığı vicdanda,
bir doktorun hastasına uzattığı elde.
Ölüyoruz, evet.
Ama doğru yaşanmış bir ömür,
doğru yetiştirilmiş bir evlat
zamanın ötesine uzanıyor.
İşte bu yüzden diyorum ki:
En büyük miras, adın değil;
adının içinde taşıdığı iyiliktir.
Kur’an’ın ifadesiyle:
“Baki kalacak olan, yalnızca salih amellerdir.”
Ali Amca gibi yaşadın mı,
Özgür gibi bir evlat bıraktın mı geride,
ölüm sadece bir kapı olur;
arkasında sen hâlâ yürüyorsun.
Ölümsüzlüğün sırrı buymuş meğer:
Sevgiyle, emekle, ahlakla yoğrulmuş bir hayat bırakmak.
Gerisi hikâye.
Gerisi teferruat..
Selametle..






