Mücahid, mütefekkir, gönül ehli, Şehid Sedat Yenigün’ü rahmetle anıyoruz! Yâdında mı doğduğun günler sen ağlardın, gülerdi âlem...
1980 öncesi Türkiye’deki İslami grupların tanınmış isimlerinden olan Sedat Yenigün, 5 Temmuz 1980 günü İskender Paşa Camii’nde ikindi namazını kıldıktan sonra Fatih Akşemseddin Caddesi’ndeki uğradığı faili meçhul bir suikast sonucu şehit düştü. Mücahid, mütefekkir, gönül ehli olan Yenigün vefat ettiğinde üzerinden kısa hayatının özeti gibi olan Şeyh Sadi’nin şu beyitlerinin yazdığı bir kağıt çıkmıştı: Yadında mı doğduğun günler/Sen ağlardın gülerdi alem/ Öyle bir hayat yaşa ki mevtin/Sana hande olsun herkese matem... Yenigün şehit edildiğinde tıp fakültesi 1. sınıf öğrencisi olan Dr. Selahattin Semiz, “Çağdaş bir dervişti” dediği Yenigün’ü şehadetinin 43. yılında Akit okurlarına anlattı.
“Allah yolunda öldürülenlere: Onlar ölülerdir demeyin. Hakikatte onlar diridirler. Fakat siz anlayıp bilemezsiniz.” (Bakara 154)
1950 yılında Erzincan’da dünyaya gelen Sedat Yenigün, ilkokulu Erzincan’da, liseyi Vefa Lisesinde okudu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji bölümünden 1974’te mezun oldu. Darüşşafaka Lisesinde Edebiyat ve Hitabet öğretmenliği yaptı. Daha sonra Zeytinburnu İhsan Mermerci Lisesinde Edebiyat öğretti. Şehadetine kadar bu okulda öğretmenlik ve idarecilik yaptı.
Sedat Yenigün, Vefa Lisesi son sınıfta iken, liseli gençlerle birlikte Milli Türk Talebe Birliği’nde (MTTB) faal olmaya başlamıştı. Bilhassa MTTB’deki gençlerle seminer ve okuma faaliyetleri yapan Yenigün, İslam medeniyetini anlamak, irfan dünyamızı tanımak için İslamcı düşünürlerin eserleri ve günümüzde yaşayan İslam âlimleri ile gençleri tanıştırıyordu. Kendisi bir öğretmen, bir yazar olmanın yanı sıra insanları İslam’a davet eden bir tebliğciydi.
1969 yılında MTTB’nin Cağaloğlu’ndaki tarihi binasına atılan bombayla, yakın arkadaşı Mustafa Bilgi’yi kaybetmişti. Bir süre MTTB’de Kültür Müdürlüğü ve Basın Yayın Müdürlüğü yapan Yenigün, daha sonra MTTB Genel Yönetim Kurulu üyeliğine getirildi. Bu görevleri sırasında yapılan açık oturum, konferans ve seminerler ile İslami manada ciddi bir kültür havası meydana geldi. MTTB Bülteninin çıkmasına öncülük etti ve uzun bir süre yayınına ara verilen Milli Gençlik Dergisinin yayınlanmasında önemli katkıları oldu.
Öğretmenliği süresince birçok günlük, haftalık ve aylık yayın organlarında yazılarını “Mehmed Mengüç Yenigün” müstear adıyla kaleme almıştı. Milli Gazete, Yeni Devir, Milli Gençlik, Hareket, Düşünce, Sur, Çatı, Sebil, Tevhid, Hicret ve İslami Hareket yazılarının yayınlandığı gazete ve dergilerdi.
son yazısının başlığı:
Gel ey zulmün ta kendisi
1977 yılında çıkarmaya başladığı İslami Hareket Dergisi, İslam’ı pratiğe dökecek bir hedef doğrultusunda bir dergi olup otuzuncu ve son sayısı Eylül 1980’de çıkmıştı. Zaten 12 Eylül Darbesi sonrası dergi kapanmıştı. Sedat Yenigün’ün ‘Gel Ey Zulüm, Gel Ey Zulmün Ta Kendisi’ başlığını taşıyan son yazısı da İslami Hareket dergisinde yayınlanmıştı. Akıncılar ve İstanbul Kültür Ocağı (İKO) merkezli olarak faaliyet gösteren İslami Hareket, daha canlı ve daha İslami bir çizginin tutturulmasını hedeflemişti. Yazı ve açıklamalarda “Türkiyeli Müslümanlar” ifadesi özellikle kullanılmış, İslami Hareket’in ne olduğunun tarifi üzerinde durulmuş, dil konusunda hassasiyet gösterilmiş, ümmete dair algının tesisi için İslam coğrafyasındaki gelişmeler konu edilmişti. Yenigün, yaşadığı dönemde Kur’an ve Sünneti esas alan, irfan geleneğinden beslenen İslamcı düşüncenin gelişmesinde önemli rol oynamış bir aydındı.
Çok sayıda gencin yetişmesinde emeği olan Sedat Yenigün, 5 Temmuz 1980 günü İskender Paşa Camiinde ikindi namazını kıldıktan sonra gittiği Fatih Akşemseddin Caddesi’ndeki berber dükkânında faili meçhul bir suikast sonucu şehit düşmüştür. Sedat Yenigün evli ve 2 çocuk babasıydı. Vefat ettiğinde üzerinden kısa hayatının özeti gibi olan Şeyh Sadi’nin şu beyitlerinin yazdığı bir kağıt çıkmıştı: Yadında mı doğduğun günler/Sen ağlardın gülerdi alem/ Öyle bir hayat yaşa ki mevtin/Sana hande olsun herkese matem... Yenigün şehit edildiğinde tıp fakültesi 1. sınıf öğrencisi olan Dr. Selahattin Semiz, “Çağdaş bir dervişti” dediği Yenigün’ü şehadetinin 43. yılında anlattı:
Sedat Ağabeyi Nasıl Tanıdım?
“5 Temmuz 1980 Vefa İlim Yayma Yurdunda tıp fakültesi 1. sınıf öğrencisiydim. Final sınavlarım bitmiş kalan birkaç günde kitap okuma bazı sosyal çalışmalara katılma niyetiyle yurtta kalıyor memlekete gitmeyi bekliyordum. Yurtta sohbet ettiğimiz arkadaşlarla “Ne olacak bu memleketin hali?” üzerine derin düşünceler ve konuşmalar içerisindeydik. O günlerde bir arkadaşımız sohbet ettiğimiz yurdun Ekmekçizade medresesinden kalma odasından içeriye heyecanla girdi ve acı bir ses tonuyla “Duydunuz mu Sedat Yenigün’ü vurmuşlar” dedi. Gönlümüzü derin bir üzüntü ve acı kaplarken dudaklarımızdan ‘Hepimiz Allah’a aitiz ve ona döneceğiz’ ayetleri döküldü.
12 Eylül Darbesi’ne birkaç ay kala her gün benzerlerini duyduğumuz cinayetler serisine bir yenisi daha eklenmişti. Her gün öldürülen onlarca gençten biri daha vurulmuştu. Ateş düştüğü yeri yakar misali tanıyanların, sevenlerin, ailesinin içerisine kor gibi bir ateş düşmüştü. Bu ateşin ne kadar acı ve yakıcı olduğunu ileriki yıllarda Sedat Ağabey’in ailesini yakından tanıyınca daha iyi anlayacaktım.
Benim Sedat ağabeyi tanımam ise şehadetinden 2 ay önceydi. Sınıf arkadaşlarımızdan Adem isimli bir tıp öğrencisi ile Vefa Yurduna gelmiş benim de aralarında bulunduğum 10 kişi kadar tıp öğrencisiyle sohbet etmişti. Tıp öğrencilerinin finaller öncesi dönemde ders çalışma öncelikleri nedeniyle sohbeti kısa tutması istenince “Bu kadar önemli bir meseleyi kısa anlatamam. Siz de biraz vakit ayırın canım” deyişini hatırlıyorum. Hatırımda kaldığı kadarıyla sohbetinde Müslümanların dertleri ile dertlenmekten bahsetmişti.
Terör ve şiddet canavarı Sedat hocayı engel görüyordu
Aydınlık, tertemiz bir siması vardı. İslamcı gençliğin simgesi denecek kadar samimi, sakin, tertemiz bir yüz ve billur gibi tatlı bir İstanbul ağzıyla yaptığı kısa ve akıcı sohbeti hafızamda kaldı. O anlatırken heyecanı, samimiyeti, dava aşkı bizi de sarıyor, onunla beraber mazlumlara üzülürken zalimlere karşı nefretimiz artıyordu. Onunla beraber İslam dünyasının tarihinde şanla ve şerefle gezinirken günümüzdeki perişanlığımıza üzülüyorduk. 12 Eylül Darbesi öncesinde sağda ve solda çatışan gruplar adeta her fikri ve düşünceyi düşman sayıyor ve bir diğerini öldürmeyi, yok etmeyi davasına hizmet kabul ediyordu. Sedat ağabey ise mümince bir tavır ve anlayışla gençlere şiddetten, terörden uzak durmayı, Allah yolunda kardeşçe yaşamayı, Hakkı ve sabrı tavsiye ediyor, esas düşmanın kötülükleri teşvik eden çoğaltan zulüm düzeni olduğunu söylüyordu. Onu terör ve şiddetin hedefi yapan da bu tavrıdır. İşte terör ve şiddet canavarı kendisini söndürmek isteyen bu yiğit dava adamını şehit ederek bir engeli daha aşmıştı. Sedat ağabeyin ailesi ile tanışmam 1985 yılında oldu. Eşimle tanışmamız sonrasında eşimin hocasının Sedat ağabeyin eşi Ayşe Hanım olduğunu öğrenince hatıralarım tekrar canlandı. Daha sonra evlatları Murat ve Halil İbrahim ile tanışıp dost olduk.
Sedat ağabeyin hanımı bir şehit eşi olarak mümineliğin timsaliydi. Hayatın zorluklarını tek başına omuzlarken eşinin emaneti olan çocuklarıyla beraber uğruna şehit olduğu davasını da temsil ve tebliğ etmenin gayreti içerisindeydi. Edebiyat öğretmenliği yaptığı okullarda, imam hatiplerde bile başörtüsü yasağı nedeniyle çok sıkıntılar yaşamış, tüm zorluklarla mücadele ederken davasına hizmet etmeyi, gençlere yol göstermeyi, çocuklarına annelik yapmayı da başarmış bir hanımefendiydi.
Cemil Meriç: Asr-ı Saadet’te yaşasa sahabe olurdu
Sedat Yenigün inandığını yaşayan bir mümin, davasını gençlere anlatan bir tebliğci, yazıları ve sohbetleri ile zulme karşı çıkan bir dava adamıydı. En belirgin özellikleri yiğit bir dava adamı, gönül ehli çağdaş bir derviş ve ideolojilere meydan okuyan, düşünen, yazan, aksiyoner bir mümin olması idi. Cemil Meriç’in dediği gibi “Şuurdu Sedat, samimiyet idi, imandı. Coşkun bir gönüldü. Zulmün kılıcını kanının ateşinde eritecek kadar coşkun bir gönül. İsa Peygamber zamanında yaşasa havari olurdu, Asr-ı Saadette bir sahabe...”
Çağdaş bir dervişti
Sedat ağabey bir fikir ve dava adamı olduğu kadar, İslam’ın ihlas ve irfan kaynağı tasavvuf geleneğinden istifade eden bir gönül eri, çağdaş bir dervişti. Gönülden bağlandığı hocası Mehmet Zahid Efendi’yi çok sever, dava-fikir-gönül sıkıntı ve zorluklarını onun nasihatleri, yol göstericiliği ile aşardı. Yazılarında çağdaş İslam düşünürlerinden olduğu kadar Mevlana’dan Yunus Emre’den örnekler veren gönül ehli bir yazar, iman ve ihlâsla yaşayan bir Yesevi dervişi idi. Yazılarında İslam medeniyetinden, günümüzde İslam’ı tebliğ etmenin önemi ve usulünden, zulüm düzenlerine karşı gelmekten, mazlumun hakkını korumaktan bahseder. Sedat ağabeyi anlamak için onun fikir ve gönül dünyasını yansıtan yazılarından bazı bölümleri paylaşmak istiyorum.
Sedat ağabeyin oğlu Halil İbrahim Yenigün, “Sedat Yenigün ve Eylem Ahlakı” başlıklı yazısında babasının hayatı, görüşleri ve ahlakından bahsedip ‘Tebliğde Usul’ adlı yazısını, onun genel hayat görüşünü yansıtan yazısı olarak tanıtmıştı. Gerçekten de bu yazıda Sedat ağabey o günlerde terör ve şiddetin boğucu ikliminde bile tebliğin, insanları hikmet ve güzel sözle Hakk’a çağırmanın öneminden bahseder. (1)
Tebliğde Usul
“İnsanları Rabbi’nin yoluna hikmet ve güzel sözle çağır. Bir de onlarla münakaşa ederken en verimli yol hangisi ise onu tut.”(Nahl: 125)
Müslümanların sayısı çoğaldı. Gençler fevc fevc İslâm’a akıyor. İslâm’ı gelenek seviyesinde gören insanlarda tecessüs (merak), alâka meydana gelmeye başladı. Mesele, uyuyan binlerce insanın kafasında İslâm’ı şekillendirmek, bilmeyenlere sabırla tebliğ etmek. İnsanları Allah’ın dinine hikmet ve güzel sözle çağırmak!.. Peki bu çağrı nasıl yapılıyor? Acaba Allah’ın “hikmet”i ve “güzel söz”ü şart koşuşunu müminler ne kadar tatbik ediyor? Müminler İslâm’ın tebliğ usulünü biliyorlar mı? Müminin, vakti-saati kollayarak İslâm’ın da vakarına gölge düşürmeden, kendisini saygıyla dinlettirebilen, onları Allah’ın dinine davet eden Kur’an ahlâklı kaç tebliğcimiz var? Bu yol İman, Amel-i Salih, Hakkı Tavsiye, Sabrı Tavsiye yolu değil midir? Her sabrımız taştığı yerde tatmin olalım diye insanlara hakaret, şahsiyetlerini tezyif, inandıklarına küfür ne kazandırır? “Pis Alevi”, “Moskof uşağı”, “Faşist ırkçı” lafları ile nereye varabiliriz?
İtiraf edelim onları kim yetiştirdi, nasıl yetiştiler? Ne okudular? Önce imanlarını kim aldı? Bunlar nasıl komünist oluyor? Çare nedir? İnandıkları dava nasıl çürütülür? Bunlara İslâm’ın tebliği ulaşmış mı? Merak ettik mi? Eylemci sol ile eylem sırasında muhatap olmasak da muhatap olabileceğimiz zamanlar olmadı mı? 1960’dan 1971’e kadar 11 yıllık süre içinde solun tercüme kültürü karşısına “Kahrolsun komünistler, komünistler Moskova’ya” sözü dışında hangi ciddi çalışmalar, tebliğlerle çıkıldı? Cevabını verecek olan var mı? Kim Allah’ın verdiği canı, hem de mü ‘min canını katledeni mazur görür? Ama benim kaygım Rasûlullah’ın, Ebu Cehil’in oğlu İkrime’nin Rasûlullah’ın huzuruna Müslüman olmak için gelirken ikazı gibi bir kaygıdır. “İkrime bin Ebu Cehil Mekke’ye yaklaşınca Rasûlullah ashabına: “Yanınıza Ebu Cehl oğlu İkrime, mümin ve muhacir olarak geliyor. Sakın babası hakkında kötü söylemeyin çünkü ölüye kötü söylemek, ölüye değil diriye zarar verir, buyurdu” (Hadislerle Müslümanlık, 1/175).
Korkumuz küfürle, kötü sözle bu teşkilâtlarda İslâm’a meyyal binlerce gence tebliğ imkânının kapanması, işin kan davasına dönüşerek masumların da canlarının yanmasıdır. Gayemiz İslâm’ı tebliğdir.
“İnsanları Allah’a davet ve kendisi de iyi amel (ve hareket) eden ve ben Müslümanlardanım diyen kimseden daha güzel sözlü kimdir?” (Fussilet: 32)
Kalbimiz öylesine geniş ki. Biz âlemlere rahmet olarak gelmiş bir peygamberin ümmetiyiz. Biz Vahşi’nin bile Müslüman olup mümin sahabe sayıldığı bir dinin sahibiyiz. Biz Hz. Hamza’nın müsle yapılmış yüzünü görerek intikam için yemin eden Peygamber (s.a.v.)’e “Eğer onlara ceza verecekseniz, size yaptıklarına aynı ile mukabelede bulunun. Şayet sabrederseniz, sabır sizler için daha hayırlıdır” (Nahl: 126) ayet-i kerimesine muhatap olmuş bir ümmetiz.
Ne gariptir, onu bu hâle getiren Vahşi Müslüman olup yalancı peygamber Müseylemetü’l-Kezzab’ı öldürme şerefiyle şerefyab olacakmış!.. İslâm tarihinde sahabe diye anılacakmış! Bu misaller Müslümanları pasifize etmek, dağ gibi şehidleri küçümsemek, vuranları mazur görmek için değildir. Bu örnekler bize itidali, kurunun yanında yaşların yanmaması için aklıselimle hareket etmeyi öğretiyor. Bir sahabe Rasûlullaha gelerek -Devs kabilesi Allah’a isyan etti ve bu isyanda diretti. Onlara beddua et” dedi. Rasûlullah kıbleye doğru döndü ellerini kaldırdı, oradakiler: Devs kabilesinin işi bitmiştir, dediler. Rasûlullah ise;- Allah’ım! Devs kabilesine hidayet et. Onları doğru yola getir diye üç defa dua etti (Buharî ve Müslim). Hakaretlerin en büyüğünü O gördü ve kimseye beddua etmedi. Hep, kendine hakaret edenlerin hidayetini diledi. Sahabesi günahkâra bile kızmaktan korkuyordu. Günaha kızın! deniyordu. Ebu’d-Derda’ya sordular: “O’na (bir günahkara) kızıyor musun?” cevap verdi: Ben, onun yaptığı işe kızıyorum. Yaptığını terk ettiği zaman o yine benim kardeşimdir, dedi (Kenz, 2/174).”
Yeşildi Medeniyetimin Adı
Yenigün, ‘Yeşildi Medeniyetimin Adı’ yazısında Osmanlıdan günümüze İslam toplumunu anlattır. Yeşil yollardan, yeşil bahçelerden bahseder, gündüz güneşin gece mehtabın, yeşilin dostu insanları anlatır. Güller bülbüller, ağaçlar ve mehtap. Bu hava içerisinde doğan, büyüyen, ölen insanlık. İnsanların kendi ruhlarının ikliminde yaşadıkları, yeşille başlayan, yeşille biten bir hayat… (2)
Roman Yazmak İstemeyen Adam
Sedat Yenigün bir yazısına “Ben roman yazmak istemiyorum’’ diye başlar. Soğuk bir kış akşamı dostlarıyla Beyazıt’ta sahaflar çarşısından Vezneciler’e doğru yürürken gördüğü insan ve toplum manzaralarını anlatır. Bir öğretmen ve dava adamının hassasiyeti ile sinemalar, gazinolar, birahanelerin, kumarhanelerin önündeki gençlere üzülerek bakar. Onları adeta zehirleyen bu ortamı lanetler. Genç kızlara sataşan, laf atan, onları kandırmaya çalışan bıçkın delikanlılara müdahale eder. Ama arkadaşları onu uyarırlar. Zaten ortam gergin, her gün onlarca insan sebepsiz, anlamsız olarak teröre kurban gidiyor. “Sen bir yazarsın, acılarını, öfkeni içine at. Bir eser yaz, bir roman yaz, herkes okusun” derler. Sedat Yenigün meşhur bir yazar, herkesin tanıdığı bir romancı olmak değil, kendini cemiyeti düzeltmeye adamış bir dava adamı, her türlü kötülüğe isyan eden bir aksiyon adamı olmak istemektedir. Suskun aydın olmak ona göre değildir. (3)
Son Söz
Rahmetli Şehit Sedat Yenigün 1970-80 yıllarında İslamcı gençliğe yön veren, MTTB ve diğer İslami kuruluşlarda fikir adamı, yazar ve düşünür olarak hizmet eden, söndürmeye çalıştığı şiddet ve terör tarafından şehid edilen bir gönül eri, yiğit bir dava adamı idi. O hâlâ, Kuran-ı Kerim Bakara Suresi 154. ayette de bildirildiği gibi fikirleriyle, yazılarıyla, eserleriyle aramızda yaşamaya devam ediyor.
Kaynaklar
1- Halil İbrahim Yenigün, (2010), Sedat Yenigün ve Eylem Ahlakı, www.dünyabizim.com
2- Sedat Yenigün, (1998), Bir Şehidin Notları, İnkilab Yayınları
3- Sedat Yenigün (1998), A.g.e.
4- Halil İbrahim Yenigün, (2016), Meğer O Zaid Şakir İmiş. www.dünyabizim.com
5-Halil İbrahim Yenigün, (2016), A.g.e.