• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0

Irkçı faşistleri ve Kemalist uydurukçuları kudurtacak teori: Türkçe'nin kaynağı Kur'an'ı Kerim mi?

Yeniakit Publisher
Haber Merkezi Giriş Tarihi:
Irkçı faşistleri ve Kemalist uydurukçuları kudurtacak teori: Türkçe'nin kaynağı Kur'an'ı Kerim mi?

İstiklal Marşı Derneği'nin düzenlediği "Türkçe" konulu panelde konuşan araştırmacı yazar Muammer Parlar, konuştuğumuz dili, yani Türkçe'yi meydana getiren kelimelerin çok önemli kısmının Kur'an'ı Kerim kaynaklı olduğunu öne sürdü.

Bu tez doğrultusunda onlarca örnek sıralayan Parlar, bu kelimelerin Türkçe'de kazandığı anlamlarının Arapça anlamlarını da aşarak direk 'kitap' ve 'hadis' kaynaklı olgulara dayanarak özgünleştiğini vurguladı. Söz konusu görüş doğrultusunda "Türk'ün Dili Kur'an Sözü" isimli bir de kitabı bulunan Muammer Parlar, bu eserinde Kur'an kaynaklı 12 bin 711 kelime ve terkibin Türkçe'de yer aldığını ortaya koyuyor.

"Bizim lisanımız tamamen kitap ve sünnetin hem telaffuzu hem manasıyla alındığı gibi Ehl-i Sünnet itikadının da bize medrese ve tekke yoluyla nakliydi ancak" diyen Muammer Parlar, "Önce Türk mü ortaya çıkmıştır Türkçe mi?" isimli panelde şu ilginç örnekleri sıraladı: Âmentü آمَنْتُ : “iman ettim” demek. Arapça aslı “iman ettim” demek. Bizde “bir şeyin esasını, temelini teşkil eden şey” manasına da gelmiş. Yani bu Arapça’da yok. Bizde sadece bir şeyin, yani şunun âmentüsü, şu kitabın âmentüsü dediğimiz bilgi sadece bizde olmuş. Bu da Cibril hadisinde Kelime-i Tevhid ve Kelime-i Şehadet'in, yani imanın şartlarının söylendiği hadiste “آمَنْتُ بِاللهِ  وَمَلَئِكَتِهٍ  وَكُتُبِهِ   وَرُسُلِهِ” dendiği için, biz bütün hayatın temeline, esasına آمَنْتُ  demişiz. İlaveten, Arapça'da olmayan anlamda bizde âmentü kelimesi olmuş. Zaten kelime, esasen fiil cümlesi. آمَنَ  ve تُ  zamirinden oluşuyor. Klasik Arapça bakımından fiil cümlesi de öyleyken, fiil cümlesi haliyle gelmiş ama bizde bir hadise dayanmış, hadiste de imanın esaslarını, bir şeyin temelini anlattığı için bizde “bir şeyin temelini, esasını anlatan şey” ilave manasıyla gelmiş.

El-aman, اَمَانْ : "Eman dilemek, medet ummak" anlamında gelmiş. Bizde el takısıyla اَلْاَمَانْ "bıkkınlık, illallah” anlamında gelmiş. Sadece Allah'tan yardım dilemek, el takısı bilinen bir şey ifade ettiği için “Sadece Allah'ın bilinen emanına sığınma” sözü anlamında gelmiş.
Emin kelimesi, اَمِینْ kelimesi: "İtimat edilen, emin, güvenilen kimse” demek. Peygamberimizin de bir sıfatı. Ama Türkçede “şüphesi olmayan” anlamına gelmiş ilaveten. Bu da İmam-ı Âzam'ın “İmanda şüphe bulunmadığı gibi küfürde de şüphe yoktur, Mü'min belki Müslümanım, inşallah Müslümanım diyemez, Mü'min kimse kesinlikle, hakikaten Müslümanım demelidir, emin kimsenin şüphesi olmamalıdır.” itikadı sebebiyle emin kelimesi Arapça’da olmadığı halde bizde “şüphesi olmayan kimse” anlamına gelmiş.
Emanet,  اَمَنَ kökünden üç beş örnek olması bakımından söylediğim son kelime.  اَمَانَتْ kelimesi bizde aynı zamanda “can, can borcu” anlamına gelmiş. Arapça’da böyle bir anlamı yok. Bilindiği anlamıyla emanet Arapça’daki anlamı bilinen anlamıyla “eminlik, mutemet olmak” anlamında. Evet bizde de “eminlik, mutemet olmak” anlamında gelmiş ama bir de “can borcu” anlamında gelmiş. Bizim bilgece halkın söyleminde de olan “Allah'a bir can borcumuz var” ifadesi hayata bakışımızda itikadımızın bir göstergesi. Hayatın bize emanet edilmiş bir şey olduğu, Allah yolunda kullanılması icap ettiği bilgisi ve itikadı eşliğinde gelmiş. Arapça’da böyle bir anlama gelmemiş.
Yine dedik ki, metin kitaplarından gelmiş. Yani tefsirlerden bize ilave anlam gelmiş:
Rahmet  رَحْمَتْkelimesi, “O rahmetinin önünde müjdeleyici rüzgarları gönderiyor…” (A’râf, 57) ayetinden dolayı bizde aynı zamanda “yağmur” anlamına gelmiş. Arapça’da yağmur anlamında bir kullanımı yok.

Hasret حَسْرَتْ kelimesi, klasik Arapça’da "keder, şiddetli üzüntü” anlamında. Hasret ayet-i kerimeyle gelmiş. Ayetin tefsirinde İbn Cevzî, Nîsâbûri, Sa’lebî “özlem, kaçırılan bir şeye duyulan özlem” anlamında tefsir etmişler. Bu anlam bizde ilave anlam olarak tefsirlerden gelmiş.
Bizzat hadis metinlerinden gelen, Arapça’da olmayan ama bizzat hadis metinlerinden gelen kelimelerimiz olmuş:
Caize جَائِزَەَ kelimesi. Peygamberimize ''Ya Resulallah bu konuğun caizesi nedir?'' diye sorulmuş bir hadiste: O da "Bir gün ve bir gece yiyeceğidir.” demiş. (Buhârî)  Bizde "azık" anlamına gelmiş. Arapça’da böyle bir anlamı yok. “Bahşiş, ödül” demek Arapça’da. Bizde aynı zamanda “yol azığı” anlamına gelmiş. Bu anlam doğrudan bu hadisten alınmış.
Habbe حَبَّە kelimesi: Bizde "en küçük şey" anlamına gelmiş ilaveten. Arapça’da "tohum" demek. Dane, tohum dediğimiz kelime. Evet bizde de "dâne" anlamına gelmiş. Ama ilaveten "en küçük şey, zerre" anlamına da gelmiş. Çünkü bir hadiste kişinin eliyle düzeltmesi, diliyle düzeltmesi, kalbiyle düzeltmesi, bu da yapılmazsa hardal tanesi kadar bile imanın kalmayacağı “حَبَّة الْخَرْدَال” terkibi ile ifade edildiğinden en küçük şeyin bile kalmayacağı hadiste açıklandığı için bu hadisten “habbe” kelimesi “en küçük şey, zerre” anlamında da ilave anlam olarak bizde gelmiş.
Helâ kelimesi: “boş yer” demek خلا kelimesi aslında. Arapça’da da “abdest bozmaya mahsus yer, tuvalet” anlamında bir kullanımı yok. Ama bizde hem Buhari hadisinde hem Nesâi'de “Helâya gittiğiniz zaman kıbleye dönmeyin” diye bir hadis var. Bizzat da اِلَی اَلْخَلَا denmiş. Aynı kelimeyi biz aynen dilimize manasıyla almışız. Arapça’da alınmadığı halde biz manasıyla almışız.
Fıkıh kitaplarımızdan da geçenler olmuş:
Asla اَصْلَا   kelimesi: اَصْل kelimesinin tenvinli hali, "aslen" demek yani "asıl bakımından, asıl yönünden" gibi bir anlama gelen bir kelime, bizde bugünkü anladığımız "asla, asla olmaz" anlamında kullanılmış. Bu çünkü bir metin kitabımızda, işte Hidâye metinlerinde “asla bu akit yapılamaz, asla şunlar cennete aşağıdan da yukarıdan da katılamaz, giremezler” şeklinde asla ifadesiyle kullanılmış. Biz de bunu Hidâye vb. fıkıh metinlerinden almışız.

Husumet خُصُومَتْ kelimesi. Husumet: "düşmanlık" demek. Arapça'da düşmanlık anlamında kullanılıyor. Ama ilaveten bizde “davada hasım olmak, davanın bir tarafı olma” anlamı gelmiş. Bazı ayet ve hadislerde de kullanılır. Sad suresinde “sana davacılar geldiğinde…” hasım kelimesiyle, yine Peygamberimizin “bana hasımlar gelip kendi haklarını iddia etmektedirler” dediği bir hadiste gelmiş. Yine Hidâye metninde “husumet” şeklinde de davalaşan iki tarafı anlatmak için bu ifade gelmiş, biz de bunu fıkıh metinlerinden almışız.
İstikbal اِسْتِقْبَالْ kelimesi. İstikbal-i-kıble dediğimiz “kıbleye yönelmek” aslında ana manası bu. Bu mana bizde de bulunmuş. Ama aynı zamanda “gelecek” anlamında kullanılmış. O da yine Hidâye metninde, Tefsir-i Begâvi’de aynı şekilde “hal ve istikbal mukabili, şimdiki zaman ve gelecek zaman” gibi kullanılmış. Bu anlamda yine fıkıh metinlerinden gelmiş.
Muvazaa مُوَاضَعَه kelimesi “danışıklılık” demek. Bugün hukukta da kullanılan bir şey. Arapça'da sadece “başka bir kimsenin kanaatine muvafakat etmek” demek. Bizde ise “hileli anlaşma” anlamında kullanılıyor bugün muvazaa kelimesi. Bu da aynı şekilde Hidâye metinlerde gelmiş. “Taraflar, muvazaa, hileli olarak anlaştığında…” diye metinlerde gelmiş.
Müsaade مُسَاعَدَە kelimesi, aynı şekilde Arapça’da "yardım etmek" demek. Bizde aynı zamanda “elverişli, müsait olmak, müsaade etmek, bir şeyin müsait olması” anlamında da yine bu ana klasik fıkıh metinlerimizde kullanılmış. “Elverişli bulunma, uygun olma” anlamı Arapça'da olmadığı halde bizde bulunmuş. Müsait, müsaade ikisi de aynı şekilde söyleyebiliriz.
Elifbâ,  اَلِفْبَاkelimesi bir şeyin -bildiğimiz bugün alfabe mi diyeceğiz- elif cüzü dediğimiz şey. Bizde ama aynı zamanda “bir şeyin başlangıcı” diye de bir anlamda gelmiş. Yani biz elifbayı her şeyin başlangıcı kabul ettiğimiz için bir şeyin başlangıcına da yani coğrafyanın da elifbası var demişiz, yani bugün emsal kelimeler içinde coğrafyanın elifbası deniyor. Bunu biz elifba ile bağımız sebebi ile yapmışız. Elife benzer biz kumaş görmüşüz, "elifî" diye bir kelime ilave etmişiz.
Ahî اَخِى kelimesi Resûl-i Ekrem'in bir hadisinde Hz. Ebubekir için "O benim kardeşim" diye gelmiş. Bizde Ahîlik aynı zamanda hem Hz. Ebubekir'in cömertliği üstünden hem Peygamberimizin kardeşlik ifadesi üstünden aynı zamanda bir teşkilâtın adı olmuş. Bunda cömertlik önemli bir unsur olmuş. Ahî kelimesi ilâve bir anlamla gelmiş.
Rahle رَحْلَه kelimesi Arapça’da “deve semeri” demek, bizde "Kur'an okunan masa" anlamında kullanılmış. Rahle kelimesi Arapça’da deve semeri anlamında kullanılıyor.
Sebil سَبِيل  kelimesi, sebil “yol demek” bizde aynı zamanda “Allah rızası için yapılan şey” فِي سَبِيلِ اللهِ nin kısaltılmışı olarak “Allah için yapılan, su sebili, sebil için yapılan şey” anlamında ilave anlam gelmiş. Arapça’da bu anlamda kullanılmamış.
Naat نَعَتْ kelimesi "sıfat” demek “bir şeyi sıfatlamak” demek. Bizde hususen Peygamberimiz için yazılan kaside ve şiirler için naat ismi verilmiş ilâveten.
Hisse حِصَّه  A'râf sûresinde: فَاقْصُصِ الْقَصَصَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ diye ayet-i kerimede gelmiş. "Kıssaları anlat, umulur ki tefekkür edip düşünürler." (A'râf, 176) Hisse bizde "ders almak, pay almak" Arapça’da sadece “nasip, pay” demekken bizde “ders almak” anlamında ilâve bir anlam gelmiş.
Rıhlet رِحْلَتْ kelimesi "göçmek" demek aslında, "yolculuk" demek. Bizde ise "ölmek, ölüme yolculuk etmek" anlamında "dünyada bir yolcu gibi ol" hadisinin ifham ettiği anlamdan bizde aynı zamanda "ölmek" anlamında da kullanılmış.
Şamata شَمَاتَه da böyle bir şey. Şamata "sevinmek" demek "düşmanın içinde bulunduğu kötü duruma sevinmek" demek. Resul-i Ekrem'in vefatında gürültü ve patırtıyla sevinen cariyelerin ellerini kestirmiş Hz. Ebubekir. Bizde "gürültü patırtı" anlamına gelir ilâve anlam olarak. Sevinmek yanında ilave anlam gürültü ve patırtı anlamına gelmiş.
Tanzimat sonrası oluşan kelimelerde de aslında aynı kaynak kullanılmış. Kimisi doğrudan Arapça'dan alınsa da bir kısmında dinî metinler kullanılmış. Hepsi için söylemeyiz elbette ama ben birkaç örneğini aldım:
Âfâkî آفَاقِى kelimesi "objektif" karşılığı, Babanzâde belirttiği gibi Fussilet sûresinden almış. Yani Fussilet sûresinde فِي الْاٰفَاقِ وَف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ  (Fussilet,53) diye ayet-i kerimede geldiği için biz diyor "âfâkî ve enfüsî, subjektif ve objektif kelimelerini bundan öğrendik." Özellikle felsefede ve dinî metinlerde buna özen gösteren insanlar aynı kaynağı, Kitap ve Sünnet kaynağını kullanmış.
İdhâl اِدْخَال kelimesi için böyle bir şey var. İmam Ebu Yusuf ve İmam Şâfi'den rivayette "Müslümanların şehirlerine domuz eti ithal edilmemesi" denmiş. Sonradan çıkmış bir kelime ama bu metinlerden kullanılmış.
İstînafﺍِﺳْﺘِﻴﻨَﺎﻒ  kelimesi bugün istînaf mahkemeleri için kullanılıyor. "Yeniden başlamak" demek ama Peygamberimizin hadisinde ve Serahsî'nin Mebsût'unda "davaya yeniden başlıyordu" diye اِسْتَأْنَفَ kelimesi ile gelmiş. Bu metinler bizde alınmış, sonradan Mecelle'de ilk düzenlemesi yapılmış.
Mibzer مِبْزَر diye bir kelime türetilmiş ekmekten. Bugün tohum ekme aleti. Bezr-bizr, buzûr gibi aynen hadislerden yer alan Türkçe kelimelerle kurulan bağı devam ettirmek için.
Siyak ve sibak ﺳِﻴَﺎﻕْ   ve  سِبَاقْ Arapça’da siyak "sürmek, bağlam", sibak "koşu" demek. Bizde "önü ve sonunun uygunluğu" anlamında gelmiş. Hidâye şerhleri Fethü'l-Kadir'de, Nihâye'de, Bidâye'de aynen bulunmuş siyakına sibakına bakılacağı kelimenin. Siyak ve sibak anlamı bundan gelmiş.
Zevk-i selim ذَوْقِ سَلِیمْ hiss-i selimحِسِّ سَلِیمْ  aynen bu metin kitaplarında bulunmuş. Arapça'da bulunmadığı halde bizde kalıp olarak bulunmuş hiss-i selim ve zevk-i selim kelimeleri.
Emr-i hak  اَمْرِ حَقّ yani Peygamberimiz kendi çocuğu İbrahim öldüğü zaman bu اَمْرٌ حَقٌّ"” yani Allah'tan gelen bir emirdir, Va'd-i sıdk, sıdk bir vaattir ki ahirette birbirimize katılacağız” demiş. Biz bundan dolayı ölümü “emr-i Hakk, Hakk emri, Allah’ın emri, Hakk'ın emri” anlamında bir metin olarak kullanmışız.
Sabit kadem ثَابِت قَدَمْ, ayağın sabit kalması... Hem A'râf sûresinde şeytan "Beni azgınlığa mahkûm ettin ve bu sebeple andolsun ki onların sırat-ı müstakimine pusu kurmak için oturacağım sonra, andolsun onların önlerinden, arkalarından, sağından, solundan musallat olacağım" (ayet 16, 17) diye gelmiş. Ve yine Nuh sûresinde "Ey iman edenler, şeytanın adımları ardına gitmeyin" (ayet 21) ayetleri gelmiş. Bizde sabit kadem “sözüne devam eden, ayağı sağlam basan anlamında” Türkçede bulunmuş. Arapça’da böyle bir kullanım yok.
Son kelimemiz eyvallah اي وَاللهِ kelimesinden gelmiş. اي evet demek Arapça. "Vallahi de yemin olsun" bizde aynı zamanda وَ birliktelik anlamında kullanılmış. "Allah'la birlikte, Allah'ın hakkı için, Allah'ın kabulü için tamam, kabul ettim, eyvallah" anlamında da kullanılmış.

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

Halil

İslam'dan ve Kur'an'dan beslenen her kelime irtifa kazanır. Dilimizde böyle nice kelimeler var. Bilene...

Vay vay

Hangi dönemin Türkçesi...Herhalde Eski Türkçe değildir..
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23