Görsel İmparatorluk çağında “mağaradakiler”
Arkalarında bir ateş yanıyor; ateşle aralarında, kuklacıların kuklalarını sergiledikleri alçak bir duvar gibi bir set var.
Demokratlar Platformu
Genel Sekreteri Av. Yurdal Kılıçer
O duvarın arkasından insanlar geçiyor; ellerinde tahtadan, taştan heykelcikler, figürler taşıyorlar.
Ateşin ışığı bu cisimlerin gölgelerini mağaranın duvarına vuruyor.
Ve zincirli insanlar, ömür boyu o gölgeleri izliyorlar.
Dışarıdan bir ses yankılansa, gölgenin konuştuğunu sanıyorlar.
Çünkü onlar için tek gerçek var: Gölgeler.
Tutalım ki birini zincirlerinden kurtardık.
Ayağa kalktı, başını çevirdi, ışığa baktı.
Gözleri kamaştı, acı çekti, gördüklerine inanamadı.
Ona “bugüne kadar gördüklerin hayaldi, şimdi gerçekle karşı karşıyasın” desek, şaşırır, gerçeği reddederdi.
Zira alıştığı gölgeler, aydınlıktan daha güvenliydi.
Sonra onu mağaradan çıkarıp gün ışığına götürdük; ışık gözlerini yaktı, gerçeklik onu korkuttu.
Ama yavaş yavaş alıştı, önce gölgeleri, sonra yansımaları, en sonunda da güneşi gördü.
Artık anladı: gördüklerinin tümü o ışığın eseriymiş.
Geriye dönüp mağaradakilere gerçeği anlatmak istediğinde ise, onunla alay ettiler:
“Sen dışarıda gözlerini kaybetmişsin, arkadaş! Bizi rahat bırak, biz gördüklerimizden memnunuz. Sen dışarıda gözlerini kaybetmişsin, arkadaş! Bizi rahat bırak, biz gördüklerimizden memnunuz.”
Mağaradakiler, gördüklerinin dışında başka bir gerçek ya da hakikat olmadığına inananlardır.
Bugünün dünyasında ‘’taş duvarların yerini ekranlar, zincirlerin yerini alışkanlıklar, ateşin yerini ise algoritmalar’’ almıştır.
“Görsel İmparatorluk Çağı’nda Medya, siyaset, reklam, hatta gündelik hayat; hepsi bu yeni mağaranın duvarına gölgeler düşürüyor.
Her gün yüzlerce “görüntü” izliyor, binlerce “görüş” dinliyoruz; kendi mağaramızın karanlığında, başkalarının kurguladığı gerçeklikleri izliyoruz. Ve bu bize birileri tarafından “gösterilen görüntüler”, “servis edilen görüşler”, “kurgulanan gerçeklikler” o kadar hızlı, o kadar metalaştırılmış,o kadar çeşitli ve o kadar cezbedici bir şekilde akıyor ki, arkalarını dönüp ışığın kaynağını sorgulama ihtimali dahi düşünülemiyor. Bu, bir ‘dikkat ekonomisidir’ ve ekonomi, eleştiriden beslenmez; tüketimden beslenir.
Biz tükettikçe, gölgeler çoğalır, gerçeklik silikleşiyor. Bugün modern çağda mağaradan tümüyle kaçıp kurtulmak giderek imkânsızlaşıyor. O halde bize düşen gölgelere eleştirel bir mesafeyle, onların bize gösterilen herşeyin gerçeklik olmayabileceğini, onun aynı zamanda nasıl bir manipülasyon ve çarpıtma aracına dönüşebileceğini de asla unutmadan bakabilmektir. Görüntünün büyüsüne kapılmak yerine, onun arkasındaki ışığın kaynağını, yani üretim ilişkilerini, iktidar mekanizmalarını ve ideolojik aygıtları sorgulamaya cesaret etmektir.
“Bugünün mağarasından çıkmak, düşünceden, şüpheden ve en önemlisi, sürekli bir sorgulama eyleminden geçer.
Hakikat, gölgelere rağmen varlığını sürdürüyor.
Ve belki de bu çağın en büyük cesareti, gözleri kamaştıran ışığa bakabilme, onunla yüzleşebilme cesaretidir.”
Çünkü bazen en büyük karanlık, ışığın en yoğun olduğu yerde olabilir.